Tarih: 21.07.2022 16:23

Seyyid Kutub ve Epistemolojik Bağımsızlık (IV)

Facebook Twitter Linked-in

İslamcılık anti/post kolonyalist bağlama hapsedilemeyecek kadar şumüllü ve direngen bir ideolojik duruşun adıdır. Kutup’un düşün dünyası da sadece kolonyalist dilin, tavrın ve tarzın mağlup edilmesi üzerine kurulu değildir. O aynı zamanda “öze dönüşçü” bir perspektifle yeri geldiğinde geleneksel mirasın tortularıyla da cesurca yüzleşir. Nitekim en meşhur kitabı olarak tesmiye edilen “Yoldaki İşaretler” de;

“Bugün biz İslam’ın daha önce tanık olduğu türden bir cahiliyyenin, belki de daha da sapkın bir cahiliyyenin içindeyiz. Çevremizde her ne varsa cahilidir: İnsanların anlayışları, inançları, adetleri, gelenekleri, kültürel kaynakları, sanatları, edebiyatları, yasaları…Hatta çoğumuzun İslami kültür, İslami kaynak, İslami felsefe, İslami düşünce diye bildiği şeyler…Bunlar da bu cahiliyyenin ürünüdür”(1) diyecek kadar sakınımsızdır.

Ancak bu sakınımsız üslubun mahiyeti tam olarak anlaşıl(a)mamış, bu üsluptan “epistemolojik bağımsızlık” için istifade etmek gerekirken, kimi yapılar/gruplar ya da fertler  arasında sonu nihilizme ve sinizme varan bir sapkınlık tezahür etmiştir. Salih Seriyye’nin “Askeri Akademi Grubu”, Şükrü Mustafa’nın “Tekfir ve’l Hicret Grubu” ve Abdusselam Farac’ın “Cihad” hareketi bunlar arasında sayılabilir.(2) Oysaki Kutup, modern paradigma karşısında havlu atan Müslümanlara bu paradigmanın bir bütün olarak cahili olduğuna işaret etmek, Kur’an’dan ilham alan bir bilgi sistemi inşasının zaruretini beyan etmek, aksi taktirde İslam dünyası toplumları için haysiyetli bir yarının olmayacağı gerçeğine dikkat çekmek amacıyla böylesine sakınımsız bir üslubu tercih etmiştir. Kutub’un, Müslümanların Kur’an’dan uzaklaştıkça, Kur’an dışında bir kaynaktan beslendikçe cahiliyenin karanlığına düştüklerini beyan sadedinde yaptığı vurgular, kanaatimce, bu sebeptendir. O’nun nazarında Kur’an, bütün bir hayatı tanzim eden değerler sisteminin adıdır. Zindanda yazdığı Fi-Zilal-İl Kur’an (Kur’an’ın Gölgesinde) adlı tefsir çalışması, Mahir İz Hoca’nın tabiriyle, asrımızın son büyük tefsiri arasındadır.(3) Kur’an’ın “mubin” oluşunu oldukça sarih bir şekilde beyan edişi ve okuyucuya Kur’an’ın hayata nasıl müdahale ettiğini hissettirmesi-ve hatta yaşatması- onun tefsirini emsalleri arasında bir adım öne çıkarmaktadır. Bu tefsirin halkı Müslüman ülkelerde gördüğü teveccüh hem içtenliğinin hem de “paradigma dışı” bir varoluşun mümkün olduğuna dair özgüveninin sonucu olsa gerektir. Böyle bir tefsirin “medrese ulemasının (Ezher’in)” değil de bir “mekteplinin” zihninden çıkması ise, kanaatimce,  medresenin çağa tanıklık etme sorumluluğunu yerine getir(e)mediğinin en bariz göstergesidir.   

Onun Kur’an’a olan bağlılığının en önemli nişanelerinden biri Yoldaki İşaretler kitabında dikkat çektiği “Öncü Kur’an Nesli” dir. Müslümanların halihazırda maruz kaldıkları modern değerler sistemi(ki Kutup bu sistemi cahiliye olarak adlandırır),seküler karakteriyle bir yandan Müslümanların zihninde din-dünya ayrımını makul ve meşru hale getirirken, diğer yandan dini mutlakların yerine bilimsel ve seküler mutlaklar ihdas ederek “uluhiyet” ve “rububiyet” telakkisini zedelemektedir. Kutup bu zafiyetten kurtuluşu ancak Kur’an merkezli düşünen, hayatının bütününe Kur’an penceresinden bakabilen bir neslin ikamesinde görür. Ona göre bu neslin inşası en esaslı vazifedir. Yoldaki İşaretler de bu neslin karakteristik özelliklerini üç başlık altında toplar:

1-İlk nesil Müslümanlarının yaptığı gibi yegane kaynak olarak Kur’an’ı benimsemek. Diğer bütün kaynakları Kur’an terazisinde tartarak kabul ya da reddetmek. Bu noktada Kutup, Aişe(r.a) annemizden aktarılan bir rivayete dikkat çeker. Kendisine Peygamberin(s.a.v) ahlakı sorulduğunda Aişe(r.a) annemizin “onun ahlakı Kur’an’dı” beyanı Kutup’un Müslümanlara yaptığı çağrıyı özetler mahiyettedir. İlk nesil Müslümanları Pers-Roma uygarlık havzalarıyla tanışık olmalarına, yakın çevrelerinde Hıristiyan ve Yahudi kültürüne vakıf kişiler bulunmasına rağmen nasıl ki Kur’an’ı yegane belirleyici olarak kabul ettilerse, bugün de Müslümanların benzer bir hareket tarzı geliştirmeleri gerekir. Kutup’un bu önerisini bir tür “ümmileşme” çağrısı olarak anlamak mümkündür diye düşünüyorum. Ümmileşmek, zihinlerimizi Kur’an’a muğayir geleneksel ve modern tortulardan arındırarak bireysel ve toplumsal değişimin motor gücü olacaktır. Kur’an’ı bir araştırma nesnesi olarak değil, bir hayat nizamı olarak anlamamızı sağlayacaktır. Kur’an’ı, görüşlerimizi tasdik etsin için değil görüşlerimizi belirlesin diye okumayı ve anlamayı mümkün kılacaktır. Nitekim Allame Beheşti’nin de dikkat çektiği üzere “Kur’an’ı kendi görüşlerimize payanda kılmak için okumanın sonucu tahriftir.”(4)

2-Bilgilenme yöntemini değiştirmek. Enformasyon tazyiki altında bulanık ve müşevveş hale gelen zihinlerimizi Kur’an hakikatiyle billurlaştırmak. Kur’an’ı kültürel, entelektüel bir malumat edinmek, bilimsel tespitlere meşruiyet kazandırmak, felsefi ve ideolojik duruşumuzu onaylatmak, politik/siyasi tavrımızı ve tarzımızı meşrulaştırmak, insanlar nazarında itibar elde etmek, mali ve ticari faaliyetlerimizi genişletmek için değil yaşamak için okumak.

3-Cahiliyenin değerleriyle arasına mesafe koymak. İslam’la tanıştıktan sonra cahiliyeyi bir pislik olarak görmek. Ondan teberri etmek ve bir daha asla yaklaşmamak. İslam’ın çizdiği yolu bütün diğer yollardan üstün görmek. Bu noktada Kutup Hz.Ömer’den bir örnek verir. Ömer(r.a)’in elinde Tevrat metnini gören Allah Rasulü(s.a.v) “eğer Musa yaşasaydı bana tabi olurdu” diyerek bir anlamda Kur’an dışında bir besin kaynağını reddeder. Aziz İslam itkadının ulviliğine ve yeganeliğine şeksiz ve şüphesiz bir biçimde inanmak gerektiğine işaret eder. Gazaba uğrayanlardan(Yahudiler) ve dalalete düşenlerden(Hıristiyanların) teberri etmenin zaruretine dikkat çeker.

Bu üç özellikle mücehhez olan Kur’an nesli, yaşadığı toplumu değiştirme seferberliğine çıkabilir. Bu değiştirme sürecinin ilk adımı elbette ki itikat inşasıdır. Kutup’ta anahtar kavramlardan biri olan itikat/akide, insan hayatının bütününü şekillendiren/renk veren olgudur. Şayet itikat zaaf(lar)la malulse o kişinin hayatında İslam’ın bir bütün olarak yer etmesi mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki, önce itikadın sahih bir zemine oturması gerekmektedir. Kutup’a göre itikadın kaynağı Kur’an olmalıdır. Nitekim vahiy önce muhataplarının itikadını, bir süreç içerisinde inşa etmiş; hukuk ve muamelata ilişkin hususlar daha sonra nazil olmuştur. Mekke dönemi, Kutup’a göre, itikadın inşa dönemidir ve yaklaşık on üç yıl sürmüştür. Vahiy hayatın içine nazil olduğu için hem hareket hem cemaat hem itikat aynı süreçte inşa edilmiştir. Allah(c.c) dileseydi bütün ayetleri tek bir saferde inzal edebilirdi. Ancak öyle yapmadı. İtikat inşasının hayatın içinde, dinamik bir süreç gerektirdiğini en iyi bilen şüphesiz ki Allah(c.c)tı. Dolayısıyla ilk nesil Müslümanlarının en ağır bedelleri ödeyerek inşa ettikleri itikat kalesinin şirk düzenleri karşısındaki dirayetinin sebebi Kur’an’dır. O halde aynı kaleyi bugün de Kur’an inşa edecektir.

İtikat, gömleğin ilk düğmesidir adeta. O yanlış iliklendi mi bütün düğmeler yanlış iliklenmiş olur. İbadet, ahlak ve muamelatın itikattan sonra gelmesi boşuna değildir. Çünkü itikat sahih değilse ibadetin, ahlakın ve muamelatın da sahihliğinden bahsedilemez. Nitekim bugün Müslümanların ibadet ve ahlakta yaşadıkları zaafların temelinde de şüphesiz ki itikat bunalımı yatmaktadır. İslam, itikadi bir varoluşun öznesi olmaktan çıkmış kültürel bir varoluşun nesnesi olmaya doğru evirilmiştir. Oysa ki kültür arı-duru ya da pir-u pak  değildir. Aradan geçen yüzlerce yılda bir takım tortular bulaşmıştır. Kaynaktan uzaklaştıkça suyun bulanıklığının artması misalinde olduğu gibi kültür “müteşerri” bir perspektifle teşrih masasına yatırılmalıdır. Nitekim Kutup, ilk nesil Müslümanlarının itikat kalesini inşa ederken yegane dayanaklarının Kur’an olduğuna dikkat çektikten sonra şöyle der “Sonraki nesillerin beslendiği kaynağa, Grek Felsefesi ve mantığı, İran Mitolojisi ve düşüncesi, Yahudi İsrailiyatı, Hıristiyan ilahiyatı ve diğer çökmüş medeniyet ve kültürlerin kalıntıları karıştı. Bütün bunlar, aynı şekilde, Kur’an’ı Kerim’in tefsirine, kelam ilmine, fıkıh ve usule de bulaştı. O nesilden (ilk nesil) sonraki nesiller, işte bu bulanık kaynaktan yetiştiler. Ve o nesil kesinlikle bir daha gelmedi.”(5)

Kur’an’ın her türlü şek ve şüpheden uzak, arı-duru, cihanşümul ve muhkem bir metin olarak elimizde olması müthiş bir imkan ve müstesna bir ikramdır. Bu sayede hangi zaman ve zeminde olursa olsun sahih bir evrensel çağrının mümessili olmak mümkündür. Kutup’un yazdığı tefsir için seçtiği ismin “Fi Zilal-İl Kur’an/Kur’an’ın Gölgesinde” olması kanaatimce, bu çağrının ancak Kur’an’a sığınarak mümkün olduğuna inanması sebebiyledir. Ona göre Kur’an, gölgesine sığınılandır ve kendisine sığınanı koruyandır. Buradaki “gölge” metaforu, Müslümanların modern paradigmanın dayatmalarından korunmak ve bu dayatmayı aşmak amacıyla bağımsız bir alan oluşturması olarak ta okunabilir.

Yvonne Y.Haddad, Kur’an’ın belirleyiciliğine olan bağlılığı nedeniyle Kutup’u evanjelik bir üslup kullanmakla itham eder.(6)Böylece Evanjeliklerin (sonradan icat edilen) kilise ayinleri yerine İncil’in vazedilmesi gerektiği yönündeki tezlerinin (yani metne bağlılıklarının/literalist tutumlarının) Kutup’un Kur’an vurgusuyla aynı olduğunu söylemeye çalışır.20.yüzyılın başında ABD’deki çeşitli Protestan mezhepleri içinde liberaller ile fundamentalistler arasında çıkan anlaşmazlıkların derinleşmesi sonucunda Fundamentalistlerin benimsediği isimdir Evanjelik. Kutup’un tefekkür mirasını Hıristiyanlık içi gerilimin sonucu olarak ortaya çıkan sosyal gerçeklik bağlamında değerlendiren bu yaklaşım esasında “kriminalize etme” operasyonu olarak okunabilir. Tipik bir Oryantalist kodlama olan bu bakış sonraları “siyasal İslam” terkibinin meşruiyet mesnedi olacaktır. 1990’lı yıllar Türkiye’sinde Refah Partisi çizgisini şeytanlaştırmak için kullanılan “siyasal İslam” aslında İslamcılığın mezarını kazmak için üretilmişti. Kısmen başarılı da oldu. 28 şubat bu kavramın gölgesinde icra edildi. Cezayir’de İslami Selamet Cephesine karşı yapılan darbenin meşruiyeti de yine “siyasal İslam” kavramıdır. Evanjeliklerle Kutup ekolünü eşitlemeye çalışan oryantalist çabanın bir diğer olumsuz etkisi de, İslam’ı Hıristiyanlıkla, Kur’an’ı ise İncille aynı ontolojik bağlama hapsetmesidir. Böylece İslam’ın da tıpkı Hıristiyanlık gibi modern paradigma karşısında mağlup olacağı ve metnin (Kur’an’ın) hermenötik müdahaleye maruz kalacağı(ya da kalması gerektiği) tezi ispatlanmış olacaktır.  

İslam’ı yalnızca ritüellerden(nüsuk/menasik) ibaret gören ve onu(İslam’ı) manevi bir tatmin vasıtasına indirgeyen yaklaşımların Seyyit Kutup’la kavgalı olmaları anlaşılabilir. Türkiye de dahil olmak üzere halkı Müslüman beldelerin çoğunda Kutup’un düşünceleri “sakıncalı” bulunmuş hatta özellikle gündem dışı tutulmaya çalışılarak öcüleştirilmiştir.(7) Onun itikat bağını tüm diğer bağların fevkinde gören anlayışı, ulus-devlet formlarının cari olduğu beldelerde endişe ile karşılanmıştır. Dahası, İslami Hareketi sadece teorik ve felsefi tebliğ yapan bir yapı olarak değil, aynı zamanda İslam’a muğayir bir hayatın “değiştirilmesini” amaçlayan bir hareket olarak kodlaması, başta Körfez Tiranlıkları olmak üzere halkı Müslüman beldelerde endişe yaratmıştır. En büyük endişe hiç şüphesiz Firavunist(ifade Nuri Pakdil’e aittir) geleneğin modern temsilcisi olan Mısır’da ortaya çıkmıştır. Arap Sosyalizminin ve sonraları Arap Birliği düşüncesinin önemli simalarından biri olan Nasır’ın Kutup’tan kurtulmak istemesinin temelinde de, Mısır halkına çizdiği ulusçu perspektifin Kutup ve izleyicileri tarafından reddedilmesi kaygısı yatmaktadır. Her ne kadar Müslüman Kardeşler Hareketi Nasır öncülüğünde gerçekleşen Hür Subaylar İhtilaline, ülkedeki İngiliz etkisini minimize etmesi ve Mısır’ı bağımsız kılma arzusu nedeniyle destek vermişse de, Nasır’ın Mısır için uygun gördüğü ideolojik formun, sosyalizmin Arap versiyonu olan Baasçılık olduğu fark edildiğinde, bu destekten vazgeçilmiştir. Nitekim Kutup ve arkadaşlarının sonu idamla biten mücadeleleri de bundan sonra başlamıştır. Kutup’un idamından bir yıl sonra yaşanan altı gün savaşlarında Mısır’ın başı çektiği birçok Arap ülkesinin İsrail karşısında yaşadığı hezimet, hem Müslüman Kardeşler hem de Mısır için yeni bir dönemin başlamasına sebep olmuştur. Nasır’ın Baasçılığının aldığı bu ağır mağlubiyet, Arap beldelerinde İslami Hareketlerin öne çıkmasını sağlayacaktır. Bu hareketlerin fikri donanımlarında Kutup etkisi barizdir.

Bu etkinin kriminalize edilmesi için oldukça yoğun mesai harcayacaktır küresel istikbar. İŞİD, Taliban, El-Kaide gibi yapılar üzerinden, içinde Kutup’un da yer aldığı alim/mütefekkir şahsiyetler terörize edilecektir. Böylece Müslümanlara modern paradigmayla barışık, uzlaşmacı bir perspektif dayatılacaktır. Bu perspektifin mümessillerini bulmakta güçlük çekilmeyecektir. Türkiye özelinde Gülen Hareketi(resmi adı FETÖ),özellikle 1980 sonrasında,  bu amaçla palazlandırılmıştır. Bununla birlikte muhatabını siyasal bilinçten yoksun bırakan “İslami havzalar ve anlayışlar” desteklenmiş, İslam’ın bir tür maneviyatçılık olduğuna dair algının güçlenmesi için oldukça sistematik çalışmalar yapılmıştır/ yapılmaktadır. Küresel sistemle uyumlu bir İslami dilin oluşturulması için devasa bütçeler ayrılmıştır. Bu bütçeler (vahiy ve nübüvvet eksenli) “epistemolojik bağımsızlık” mücadelesi öneren Müslüman alim/mütefekkirlerin “kriminalize” edilmesi ve itibarsızlaştırılması amacıyla da kullanılmıştır. Öte yandan batıni/içrek/ezoterik/işraki anlayışlar terviç edilmiştir. Küresel istikbar, Müslümanların Kur’an’la doğrudan temas kurmasından oldukça rahatsızdır.

Sonuç olarak denebilir ki Seyyit Kutup, Judeo-Hıristiyan kodlar taşıyan aydınlanma mutlakiyetçiliğinin ve bu mutlakiyetçi perspektiften esinlenen modern/post-modern paradigmanın mahiyeti ve keyfiyetine dair çözümleme yaparak, Müslüman toplumları uyaran bu uyarısının bedelini de canıyla ödeyen öncü bir mütefekkirdir. Onun eserleri eleştirel bir dikkat ve deruni bir farkındalık bilinciyle yeniden okunmalıdır. Yerlilik ve millilik klişesinin anaforunda debelenen Türkiye İslamcı havzasının bu vesileyle yeniden cihanşumül bir perspektif kazanması mümkün olabilir. Kutup’un eleştirilerinin olgunlaştırılması ve açtığı ‘’kavramsal özgünlük’’ çığırının devam ettirilmesi bugünü müdrik İslamcıların vazifesidir. Küreselleşme olgusunun (burjuva Protestan uygarlık kodlarının) her geçen gün kendisini muhkemleştirdiği ve Dünya’nın kapitalist/neo-liberal değerler çerçevesinde bir örnekleş/tiril/diği bir vasatta, sadece Müslüman toplumların değil, insanlık ailesinin felahı  mübarek İslam’ın müstesna öğretisinin temsil edilmesinden geçiyor. Modern/post-modern tahakkümü aşmak ve muazzez İslam’ın muştulayıcı beyanını insanlık ailesine sunmak ancak ve ancak hikmetli Kur’an’ın referans olmasıyla mümkündür. Yerel, taşralı, içe kapanmacı, entegrist, savunmacı, muhafazakar, Batıni, işraki tavrın ve tarzın mahkumu olmaktan kurtularak, evrensel İslami hareketin/mesajın mümessilleri olmayı şiar edinmek boynumuzun borcudur. Mübeccel İslam’ı şirk üreten sistemlerin yamağı yapmadan özgün ve özgür İslami dili ve eylemi üretebilmenin imkanlarını aramak zorundayız.

 

Yararlanılan Kaynaklar

1-Seyyit Kutup/Yoldaki İşaretler/ Çev: Mustafa Özel/Özgün Yay./6.Baskı/İstanbul-1995

2-Bu gruplarla ilgili daha ayrıntılı bilgi için Bkz.Alev Erkilet/Ortadoğu’da Modernleşme Ve İslami Hareketler/Hece Yay. Syf.288-313

3-Seyyit Kutup/Fi Zilal-İl Kur’an/1.Cilt/ Ter.M.Emin Saraç,İ.Hakkı Şengüler ve Bekir Karlığa/syf.7-8/Madve Yay./İst.

4-Dr.Muhammet Hüseyin Beheşti/Bilmek/Çev.İbrahim Keskin/Bir Yayıncılık/1.Baskı/İstanbul-1988

5- Seyyit Kutup/Yoldaki İşaretler/ Çev: Mustafa Özel/Özgün Yay./6.Baskı/İstanbul-1995

6-Bkz.John Esposito/Güçlenen İslam’ın Yankıları/Çev.Erol Çatalbaş/ “Seyyid Kutub:İslami Güçlenişin İdeoloğu” başlıklı makale/Syf.83-114/ Yöneliş Yay./İst.1989

7-Bu konuda merhum Münir Muhammet Gadban’ın “Müslüman Kardeşler, Seyyid Kutub ve Gelecek” isimli eserine bakılabilir. Derleyen: Asım Öz/Pınar Yay./1.Baskı/İstanbul-2016)

 

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —