Sıra dışı diyebileceğimiz bir kitapla karşı karşıyayız. Bugüne kadar yaşayan ve yaşamayan birçok insana mektup yazıldığına şahit olduk. Hatta ülkemizde bayrak ve İstiklal Marşı gibi değerlere de mektuplar yazıldığını gördük. Ancak soyut bir unsur olan bilgiye mektupla ilk defa karşılaşıyoruz. Kitabı okumaya başladığımızda aslında bilgiye mektuptan ziyade, Bilgi’den Mektuplar diye adlandırabileceğimiz bir tarzla karşı karşı olduğumuzu görüyoruz. Çünkü kitabın bütününü Sail veya Talip’in sorduğu sorulara verilen cevaplar oluşturmaktadır.
Tabi bu husus yazarın bilgiye bakışını ele alışı açısından önemlidir.
Yazar özellikle gençlerin bilgiyi anlayabileceği ve anlamlandırabileceği şekilde ele almaya çalıştığı mektupları altı bölümden oluşturmaktadır.
Birinci mektup Bilgi ile talip arasında tanışma, muhabbet ve uzun bir söyleşi tadındaydı. Bilgi’nin kendisini tanıtması yazarın da dediği gibi biraz uzunca olmuştur. Bu uzunluk açıklamaların detaylandırılmasından dolayı olmuştur.
Bu detaylandırmada bir iki husus çok ciddi anlamda tartışmaya açık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bilgi açıklanırken onun; ”Yüzlerce farklı tanımla anlatılan biri nasıl tanınabilir ki!” diye sorduğu soruya; Bilgi; “Ben Hakikat’im!” diye cevap vermektedir.
Ancak tarih boyunca gördüğümüz ve yazarın da açıklamasında belirttiği gibi bilgi çok çeşitli şekillerde ele alınmış ve algıya göre değişiklik göstermiştir. Bu noktada bilginin hakikat olarak değerlendirilmesi değil de hakikate giden yolda kılavuz olarak değerlendirilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Kitabın girişindeki “Katiline aşık sendromu” benzetmesi de çok yerine oturmamış gibi görünmektedir. Çünkü bu deyim de insanın kendisine zarar veren birine duyduğu hislerden bahsedilir. Bilgi ise insana zarar veren değil ufuk açan bir olgudur. Bilgi zarar veren bir unsur olarak görülse de yazarın kitabın bütünlüğünde ele aldığı Bilgi tanımlaması en azından zararlı bir unsur olarak görülmemektedir.
Kitabın ilerleyen sayfalarında bilgiyle ilgili yazarın farklı görüşleri ele alışı ve değerlendirmesiyle karşılaşıyoruz. Yazar bilgi çeşitleri üzerinde düşüncesini, hayat görüşünü dile getirmektedir. Din, mutluluk, huzur, insan gibi konulara getirdiği açıklamalar bilginin farklı algılarının bu konuları da nasıl etkileyeceği hususunda genel değerlendirmelerdir.
Her mektup ayrı bir konuyu ele alarak okuyucuya bir ufuk açmaktadır.
Yazar, Bilgi’nin kendisini tanımlamasına izin verirken birçok konuyu da tartışmaya açmaktadır. Salt kabul üzerine okunduğu zaman kitap sıradanlaşmaktadır. Ancak yazarın açıklamaları üzerinde karşılıklı fikir tartışmaları yaşandığı zaman okuyucuyu yeni fikir coğrafyalarına taşır diye düşünüyorum.
Kitabın sayfaları az olmasına rağmen anlam genişliği onu daha dikkatli okumamızı sağlamaktadır. Kitabı bir roman veya bir hikaye gibi okumaya kalktığımızda kitaptan yeterince istifade edebileceğimizi düşünmüyorum.
“Mutluluk ve sonrasında gelen Huzur, şüphen olmasın ki Bilgi olmadan gerçekleşmez; çünkü mutluluğu veren de, Huzur’u sağlayan da Bilgi’nin ta kendisidir.” Bu ifadeleri okurken aklımıza gelen “Bilen insan dertlidir. Derdi olan insan nasıl mutlu olabilir? Gibi sorularla konuyu yazarla tartışa tartışa gittiğiniz zaman kitap size birçok konuda yeni açılımlar sağlayacaktır.
“Bilgi olmadan ahlak, ahlak olmadan da bilgi olmaz.” Bu söz çok iddialı ve bir o kadar da üzerinde tartışılacak başat bir konudur. Çünkü biz biliyoruz ki ahlaklı olduğu halde bilgili, bilgili olduğu halde ahlaksız birçok insan vardır. Hatta Fuzuli bir şiirinde bu konuyu daha iyi açıklar; İlim insanın cehlini alsa da, hamurunda varsa eşeklik; baki kalır.”
Kur’an ise bilgi yüklü ama onunla amel etmeyen insanları kitap yüklü eşeklere benzetmektedir. Bu da bize aslında bilgili ama ahlaksız insanların olacağını göstermesi açısından önemlidir. Bel’am-ı Baur bunlardan birisidir.
Yazar bu konuyu açıkladığı bölümde “Ahlak sahibi olmayan Bilge olabilir mi veya cahil ahlaklı olabilir mi?” diye bir soruyu sormasına rağmen sorunun cevapsız bırakıldığını görmekteyiz.
Yazar bize bilgiyi açıklarken yeni ufuklara da yolculuk yaptırmaktadır. Bunlardan birisi de Hikmet konusunu açıklarken verdiği örneklerdir. Özellikle beni çok etkileyen husus adalet konusunu açıklarken yaptığı tanımlamadır.
“Adaletin üç kefesi vardır; Hikmet, İffet ve Şecaat. Hikmet bilginin itidali, İffet şehvetin itidali, Şecaat ise öfkenin itidalidir. Bu üç hasletin bir arada olmasıyla da adalet gerçekleşir. Bu üçünden birinin yokluğu ve eksik- fazlalığı Adaleti zedeler.”
Kitabın her paragrafını kafa yorarak okumaya çalıştım. Tekrar okumayı düşünüyorum. Çünkü ebadı küçük anlamı büyük kitaplardan birisi olarak kitaplığımızda yer alması gereken, algımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı yeniden değerlendirmemize yardımcı olacak bir bütünlüğe sahip bir kitap.
Yazar bu kitabında farklı bir tarz daha denemiş. Kitabın sonuna kitapla ilgili düşünceleri de alarak, kitabın nasıl değerlendirildiğini okurlarla paylaşma cesareti göstermiştir.
Yazarla birlikte bilgiye yolculuktan bilgiyle dostluğa doğru bir yürüyüş gerçekleştiriyorsunuz. Yazar sizi alıp düşün ikliminde bir sefere çıkarıyor. İyi okumalar dileğiyle.