Bitlis’in Güroymak (Norşin) ilçesinde irşat faaliyetlerinde bulunan yörenin tanınmış ilim adamlarından Şeyh Abdulkerim Çevik’in öldürülmesi geçen haftanın en dikkat çeken olaylarından birisiydi.
İddialara ve tutanaklara yansıyanlara göre, iki taraf arasında arabuluculuk yapan şeyh efendinin verdiği kararı beğenmeyen bir kişi, şeyhi öldürmeye karar verdi ve herkesin gözü önünde şeyhi kurşunladı.
Oracıkta ruhunu teslim eden Abdulkerim Çevik Hoca, on binlerce Müslüman’ın şahitliğinde ebedi istirahatgâhına defnedildi.
Hadisenin basına yansıyan ve kamuoyuna anlatılan kısmı düşünülünce, belki anlatılanlar doğru olabilir.
Ancak yakın on yirmi yılda yaşadığımız bazı örneklere baktığımızda dahi bu elim olay hakkında şüphelenmemek elde olmamaktadır.
Zira şehit edilen şeyh efendi, Bitlis, Muş, Van, Ağrı, Siirt, Şırnak, Hakkâri, Bingöl gibi geniş bir alanda sözü geçen, ilmine itibar edilen bir zattı. Bu tür insanların böyle adi olaylar ile öldürülmesi şüpheleri de ister istemez beraberinde getirmektedir.
Yakın tarihte yaşadığımız benzeri içerikli iki ayrı örnek, bu kuşkuları bünyesinde barındırmaktadır.
İlk olarak akla gelen örnek; Fatih/Çarşamba’da İsmailağa dergahında herkesin gözü önünde Hızır Ali (1998) ve Bayram Ali (2006) hocaların şehit edilmesidir. İlginçtir ki, bu iki âlimin ölümü üzerindeki sır perdesi halen aydınlatılamamıştır.
Mevcut şeyhin muhtemel vekilleri diye düşünülen bu iki hocanın söylemleri ve duruşlarıyla bulundukları yapı içerisinde İslami bilinci ayakta tutan öncü isimler olması önemli bir ayrıntı.
Belki de bu iki ismi öldüren meçhul eller, bu sayede bu yapı içerisinde çeşitli müdahale kanalları açmış oldular kendilerine.
Bir diğer benzeri olayı da Suriye’de yaşadık.
Henüz kargaşa ve kaosun başlangıç dönemlerinde, gerek rejim güçlerine uyarılarda bulunan gerekse Suriye muhalefetine Amerika ve İsrail’in kışkırtmalarına gelmemeleri uyarısında bulunan bir isim, ne yazık ki, hunharca katledildi.
Hunharca diyorum, çünkü hadis dersi verdiği sırada, cami kürsüsünde önce bombayla saldırdılar, öldüremeyince bizzat başına kadar gidip boğazından bıçaklayarak şehit ettiler.
Bu isim, İslam dünyasının yaygın kaynak eseri olan Fıkhussiyre kitabının da müellifi, aslen Cizreli olan Said Ramazan el Buti idi.
Savaş ortamında üstü kapatıldı geçildi belki ama Buti gibi toplumda sözü dinlenen bir âlimin öldürülmesi, Suriye’de sağduyu ve birliğin bozulması bakımından önemli bir kırılma noktası olmuştur.
Şimdi bu iki örnek olay penceresinden bakıldığında, Bitlis’te yaşanan cinayetin titizlikle ele alınması zorunluluğu bulunmaktadır.
Bunun kanaatimizce iki nedeni bulunmaktadır.
Birincisi; cinayetin arabuluculuk konusunda anlaşmazlık nedeniyle olduğu iddia edilmektedir. Oysaki ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’ni birazcık tanıyanlar bilirler ki, arabuluculuğuna başvurulan insanlar toplum içerisinde muteber kişilerdir ve bu kişilerin aldıkları karar nedeniyle öldürülmesi gibi bir hadise daha önce yaşanmamıştır.
Bu yüzden şeyh efendinin verdiği hüküm nedeniyle öldürülmesi gerçekçi bir neden olarak görülmemektedir.
İkincisi ise; şeyh efendi son yıllarda Milli Görüşçü bir organizasyon olan Kardeşlik Köprüsü etkinliğinin Doğu bölgesinde etkin isimlerindendi. Bu organizasyonun amacı kısaca Karadeniz Bölgesi ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki ilim adamlarının arasında ilişkiler geliştirmekti. Bu sayede birbirine yabancılaştırılan insanların yakınlaştırılması, teröre kaynaklık eden ortamın ıslah edilmesi öngörülüyordu.
Unutulmamalıdır ki, bölgede halen en güçlü sivil otorite mele, seyda olarak bilinen ilim adamlarıdır. Din Görevlileri Birliği Derneği Genel Başkanı Muhittin Yıldırım Hoca’nın öncülük ettiği bu organizasyon, bu yönüyle toplumda etkili ilim adamları üzerinden ülke insanına kardeş olduğunu hatırlatan bir nitelikte.
Kanaatimizce yalnızca dergâhında ders vermekle yetinmeyen aynı zamanda yaşadığı toplumun sorunlarına da çözüm arayışında olan bir şeyh efendinin bu yönü bazı mahfilleri rahatsız etmiş olabilir.
Bu tür hadiselerde, bölgemizde cirit atan Amerikan-İsrail ajanlarının varlığını unutmadan tahliller yapmak zorundayız.
Afganistan’ı, Irak’ı ve Suriye’yi sırasıyla karmaşaya teslim eden Siyonizm’in işgal öncesinde ilk olarak toplumsal ortamı oluşturduğu ve kendisine muhalefet edebilecek ya da muhalefeti örgütleyebilecek direnç noktalarını ortadan kaldırdığı dikkate alınmalıdır.
Allah muhafaza, Türkiye’mizin herhangi bir iç karışıklığa yönelmesi durumunda, topluma sükûneti vaaz edecek ve fitneyi engelleyebilecek olan ilim adamlarına ne kadar ihtiyacı olduğu ortadadır.
Bu yüzdendir ki, akl-ı selim bütün vatandaşların her zamankinden daha uyanık olmaları gerektiği ve böylesi hadiselerde, anlatılanları değil, bu işlerden kimlerin faydalandığına odaklanmaları gerekmektedir.