İslâm’ı hayata sokmama hastalığı. İmanlı olanlarda da bu hastalık var. Kendi düşüncesini din haline getiren hastalıklı yapı. Şeriatın ne olduğu, ne demek olduğu sadece Türkiye’de bilinmiyor. Şeriata karşı olan düşüncenin kutsallaştırılarak Anayasa’nın değişmez, değiştirilemez ilke ve inkılaplarla donatılmış; vahşetin, kanın, gözyaşının, her türlü katliamın ‘Batı Uygarlığı’ diye yutturularak eğitim sistemimize yerleştirilmesi. Sonuçta da bu ülkenin çocuklarının/gençlerinin kaybedilmesi ve halen devam eden/ettirilen ‘zihni işgal, zihni sömürü’ ile kendi kavramlarıyla düşünemez hale getirilmesi.
Son yaşanan, gündeme oturan Afganistan’da olanlar ve Taliban gerçeği. Her kafadan bir ses.
Afganistan’da olan ne, neler oluyor ülkede? Neler yaşandığını çok iyi bilmek, uzun vadede dünyayı, bölgeyi ve Afganistan’ı nasıl bir geleceğin beklediğini okuyabilecek köklü, güçlü bir tarih felsefesi yapabilmek gerekiyor. Ancak yaşananları derinlemesine okuyup tahlil edebilecek yetkin insan bulmak çok zor. Televizyonlarda cirit atan stratejisyen diye geçinen profesörler, sistemi güdenlerin gönüllü uşaklığından başka bir şey yaptıkları yok.
‘Afganistan’a Taliban yerleşti, Türkiye’de şeriat hortladı!’ manşetleri. Basın adı taşıyan sahtekârların, yalan, dolan, iftira üzerine kurulanların Sözcü’sü de yirmi yıl önceki resimleri paçavralarına (şimdi olmuş gibi) koyarak yazmaları da ayrı bir handikap! Bu arada bunların yaptığı rezilliği de delillerle ortaya koyan Akit Gazetemizi de tebrik etmeyi unutmayalım.
Devletin; şeriatı olan bir Peygamber’in tanıtılmasına tahammül edemeyeceği biliniyordu. Şimdilerde ise şuur altları depreşti. Şeriat’ı olan bir Peygamber yokmuş gibi yazılıp çiziliyor. Hayata müdahale eden bir din rahatsız ediyor. ‘Vahyin Kutsalı’ yerine kendi kutsalını tercih eden bir yapı ile karşı karşıyayız bugün. İslam, bir yama gibi kullanılamaz, İslam’a yama da vurulamaz. İslam, bütünüyle İslam’dır. Herkesin bir tarafından tuttuğu yamalı bohça hiç değildir. Akaidiyle, ahlakıyla, ibadetiyle, muamelatıyla, mükâfatı ve mücazatıyla topyekûn (bütüncül) bir dindir. Bu dinin yaşandığı bir ülkede de bir İslâm Devleti olur, olmalıdır. Mevcut adı İslam olan Arap ülkelerindeki değil. Kuşatıcı örnek bir İslâm devleti.
Bu dinin şeriatı da tek kelime ile hukuk demektir. Her hak sahibinin hakkını alacağından emin olduğu, zayıf da olsa haklının hakkını alıncaya kadar güçlü, haksızın güçlü de olsa üzerindeki hakları ödeyinceye kadar güçsüz sayıldığı hukuk düzeni demektir. Şimdiye kadar şeriatın tatbik edilmesinden kimse zarar görmedi, edilmemesinden ya da şeriat adına yapılan yanlışlardan zarar görüldü. Yıllardır özgürlüklerini, ülkelerinin bağımsızlığını, savunan insanlardan neden rahatsız olunur. Neden on binlerce masum Afganı öldüren, yüz binlercesini evinden yurdundan eden, varlıklarını çalıp kaçıran işgalci emperyalistlerden çok Taliban’ı suçlarız? Neden bu işgalcilerin kara propagandalarına kanarız? Beyin yıkayıcı kara propaganda sandığımızdan çok daha fazla akı kara, karayı ak gösterecek güçtedir. Bizim şeriatı bilmeyen medyamız da kahir ekseriyetiyle bu propagandanın aleti olarak iş görüyor. ABD’de uygulanan korkunç, ürkütücü elektrikli sandalyedeki idam cezasından bahsedildiğini, bu sebeple ABD hakkında bir karalama duydunuz mu?
Türkiye’deki şeriat algısı, İslam’la savaş stratejisinin bir ürünü olarak geliştirilen İslamofobi, en ürpertici küresel nefret söylemi gündemde tutuluyor. Taliban’ın son durumunun incelenmeden, Afganistan’daki devletin hükümeti araştırılmadan, ABD’nin yaptıkları zulümler, orduyu ele geçiremeyip yenilgilerinin üzerinde kafa yorulmadan ahkâm kesmeye devam ediliyor. Sonuçta Şeriat nefreti zihne, düşünceye yerleştiriliyor. Bu söylemin ne manaya geldiği; imansız gitmeye sebep olacağı tehlikesiyle irtibatsızmış gibi. Türkiye’nin yaşadığı laiklik anlayışı, İslâm’ı hayatın her alanından uzaklaştırmakla kalmadı; dünyada eşi benzeri olmayan (tıpkı ‘bize mahsus laiklik’ denildiği gibi) sığ, ilkel bir İslamofobi biçiminin de tohumlarını ekti. Sonuçta, İslâm’la ilişkileri sadece algılarına, ezberlerine dayalı, din anlayışları, şeriattan da, İslâm’dan da hiç anlamadıkları hâlde nefret eden ‘karanlık aydın’lar zuhûr etti. Müslüman bir toplumda; İslam hukuku anlamında şeriat; hayatın, hak ve hakikatin, tabiatın ve insanın korunmasının yegâne sigortası olduğu bu ‘hilkat garibeleri’ne kim nasıl anlatacak? Türkiye’de ezberlerini, saplantılarını din haline getiren, icat ettikleri bu hayalî dinin gerçek olduğuna inanan ve bütün bir toplumu, İslâm’ı ve şeriatı; bu sahte dinle yargılamaktan çekinmeyen eğitim sistemimizin ürünlerini kim değiştirecek? İslâm bilinmeyince İslâm’la ilgisi ve bilgisi, esas itibariyle Batı medyasının İslâm düşmanı yayınlarının marazî, nefret tohumlarını eken, nefret dilini ayartıcı yollarla kullanan sömürgeciliğin kurbanları acınası insanlar; topluma yol ve yön gösterme mevkiine gelmişler/getirilmişlerdir. Peki, çare nedir? Çare; fiilen işgal edilmeyen ülkemizi zihnî işgalden kurtarmak! Çare; dijital işgalden, sosyal medya istilasından, bireyi ve toplumu korumak. Düşünme melekelerimizi kaybettik. Ne olup bittiğini anlamak gibi bir derdimiz kalmadı. Sosyal medyanın gönüllü savaşçıları olarak saldırma görevi! Bilmeden, öğrenmeden şeriata saldırıldığı gibi. Twitter ve facebook çağının ağlarından kurtulmalıyız. İletişim aracı olmaktan ziyade, sosyal çatışmalar, kaos ve algı operasyonlarının yapıldığı bir savaş aracı. Hayatımızı zihin ve duygu dünyamızı da bu işgalden kurtaralım. Doğrunun, iyinin, güzelin, hak ve hakikatin, yanında olup; çirkinin, yanlışın, sahtenin karşısında olan dijital iletişime (sosyal medyaya) sahip olmamız çaredir.
Kaynak: yeniakit.com.tr