Serdar Mahmut Tarzi Han ve Afgan Modernleşmesi

Kamil Ergenç Yazdı;

Serdar Mahmut Tarzi Han ve Afgan Modernleşmesi

Manipülasyonun kurumsallaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bilgilendirerek (aslında malumat bombardımanına tabi tutarak demek daha doğru) cahil bırakma stratejisinin cari olduğu bir çağ da diyebiliriz içinde yaşadığımız zamana… Bilgi ile malumat arasındaki farkı fark edenler, sözünü ettiğimiz manipülasyondan kurtulmak için gömleğin ilk düğmesini doğru iliklemiş olacaktır. Aksi taktirde bütün bir ömür gösterişli yalanların ardından koşarak heder edilebilir. Hakikatle temas kurmak (hem geçmişte hem de bugün) zahmete katlanmayı, acı çekmeyi, ötekileştirilmeyi, tahkir ve tezyife muhatap olmayı göze almayı gerektiriyor. Şayet mutlu ve huzurlu yaşamak istiyorsak George Orwel’ın ‘’cehalet mutluluktur’’ sözüne sığınabiliriz. Çünkü bilmek insanın huzurunu kaçırır. Nebevi gelenek bu tespiti doğrulayacak örneklerle doludur.  

Modernlik, kabaca 17.yüzyıldan 19.yüzyıla kadar kıta ve ada Avrupa’sının yaşadığı toplumsal, siyasal, ekonomik değişim süreci olarak tanımlanabilir. Değişimin faili Avrupa olduğu için bu değişimin mahiyeti ve keyfiyetine dair yapacağımız tespitler (tabiatıyla) Hıristiyanlık‘tan bağımsız düşünülemez. Kadim olandan kopmayı da imleyen modernlik, hayatın din/vahiy perspektifinden değil, araçsal akıl zaviyesinden anlamlandırılması üzerine kuruludur. Avrupa da kilise merkezli bilgi tekelinin kırılması ve Luther-Calvin ikilisinin Protestan ahlakının teorik zeminini oluşturması yeni bir sosyal gerçekliğin inşası yolunu açmıştır. Binaenaleyh Batı dışındaki toplumların modernleşmesi de bu bağlamdan (yani dinin belirleyici ve tayin edici olma konumunu kaybetmesi bağlamından) bağımsız düşünülemez.

Afganistan, sahip olduğu tarihi ve kültürel birikim, jeo-politik,jeo-kültürel ve stratejik önemi bakımından müstesna bir beldedir. Bundan dolayıdır ki emperyal emelleri olanların dikkatini celbetmiştir. Tarihi, savaşlarla şekillenmiş ve bugün kırk yaşında olanların savaştan başka bir şey görmediği bir yerdir aynı zamanda. Gerek ticari geçiş güzergahlarının tam merkezinde bulunması gerekse zengin doğal kaynakları itibariyle oldukça büyük bir öneme sahip olan bu ülkenin, Dünya’nın gündemine genellikle ‘’radikallik’’, ’’ehlileştirme’’, ’’medenileştirme’’, ’’terörizm’’ vb. olgular eşliğinde gelmesi sebepsiz değildir. Sömürgecilik 19.yüzyılda “uygarlaştırma misyonu” ,20.yüzyılda “demokrasi ve insan hakları”, 21.yüzyılda ise “cinsel özgürlükler”  ve “anything goes( ne olsa gider/her şey mubah)” klişelerine sığınarak kendisine meşruiyet alanı oluşturdu.

Medeniyet ve ilerleme (ki birbirinin mütemmim cüzüdür) modern/seküler değerler sisteminden ilham alır. Gelişmiş-gelişmekte olan-az gelişmiş ülke kategorileri de… Avrupa’nın siyasal, ekonomik ve dini alanda yaşadığı değişimin benzerini, Avrupa dışındaki toplumların da yaşaması gerektiği tezi üzerine kurulu modern sosyoloji sayesinde sömürgecilik meşruiyet kazan(dırıl)mıştır. Yaklaşık iki asırdır İslam Dünyası toplumlarına uygulanan yumuşak ve sert sömürgecilik, modern/seküler/kapitalist paradigmayla barışık bir sosyal gerçeklik inşa etme amacına matuftur. Irak’ın işgali öncesinde ‘’biz oraya demokrasi götürüyoruz’’ diyenler bu psikolojik arka plandan besleniyorlardı.

Afganistan kendisine mahsus sosyal gerçekliği sayesinde, Türkiye ve İran’dan sonra doğrudan sömürgeleştirilemeyen nadir ülkelerden biridir. Ancak dolaylı sömürgeleştirmeye engel olamamıştır. Genelde yerli figürler eliyle gerçekleştirilen dolaylı sömürgeleştirmenin nihai hedefi ilgili toplumun modern paradigmaya intibakını sağlamaktır. Sonrası zaten çorap söküğü gibi gelecektir. Bu bağlamda Türkiye-İran ve Afganistan’ın 20.yüzyıl tecrübelerinin  benzer olduğunu iddia edebiliriz. Türkiye, Osmanlı’nın 1699 sonrasında başlayan modernleşme adımlarını II. Mahmut’un radikal eğilimini takip eden Mustafa Kemal’le zirveye taşımış; İran, Pehlevi Hanedanlığı döneminde Türkiye modelini takip etmiş; aynı tarihlerde Afganistan ise Emanullah Han öncülüğünde benzer adımlar atmaya çalışmıştır. Denebilir ki Türkiye, Osmanlı gibi büyük bir imparatorluğun bakiyesi olması bakımından geliştirdiği model itibariyle diğer İslam toplumlarına da örnek olmuştur. Bu bağlamda Kemalizmin Türkiye’yle sınırlı bir ideoloji olmayıp Rıza Pehlevi özelinde İran’ı, Emanullah Han özelinde Afganistan’ı, Cinnah özelinde Pakistan’ı ve Cemal Abdunnasır özelinde Mısır’ı etkisi altına alan güçlü bir ideoloji olduğu iddia edilebilir kanaatindeyim.

Yıllar önce kendisiyle yapılan bir röportajda Graham Fuller, Ortadoğu için şöyle yakıcı bir tespitte bulunur: ’’Ortadoğu da Türkiye, İran ve Mısır dışında ciddiye alınabilecek devlet yoktur’’. Bu tespitte sözü edilen ülkelerin jeo-politik/jeo-stratejik konumları kadar- ki İstanbul, Çanakkale, Hürmüz ve Süveyş dünya deniz ticaretinin ana omurgasını oluşturmaktadır- ideolojik etki sahaları da göz önünde bulundurulmuştur diye düşünüyorum. Arap Baharı olarak adlandırılan sosyal patlamaların, Türkiye ve Mısır’ın siyasal ve fiziki, İran’ın ise ideolojik  hinterlandında cereyan ediyor oluşu dikkat çekicidir. Nitekim Türkiye-İran ve Mısır arasında bir mutabakat zemini oluş(a)madığı için bölge bugün kaosa teslim olmuştur. Kanaatim odur ki bu üç ülke ortak bir paydada buluşamadığı sürece bu coğrafyada istikrardan/huzurdan/güvenden söz edilemeyecektir. Küresel oyun kurucular da stratejilerini bu üç devletin mutabakat zeminini zedeleme üzerine kurmuşlardır. Mursi’nin iktidarı döneminde, Türkiye’nin de özel gayretiyle, gerçekleştirilmeye çalışılan Türkiye-İran-Mısır yakınlaşması, Sisi önderliğindeki darbenin ne amaçla yapıldığının anlaşılması bakımından fikir verebilir.

Afganistan modernleşmesine Ortadoğu perspektifinden yaklaşmak belki garip görünebilir. Ancak nasıl ki Ortadoğu, Türkiye-İran-Mısır ittifakıyla selamete çıkacaksa, Orta Asya‘da Afganistan’ın durumu göz ardı edilerek değerlendirilemez. Afganistan, hem kuzeyden güneye hem de doğudan batıya geçiş güzergahlarıyla tarih boyunca stratejik yönünü muhafaza etmiştir. Rus ve İngiliz emperyal mücadelesinin kavşak noktasında bulunan  Afganistan, maruz kaldığı İngiliz ve Rus işgalleriyle tesirleri halen devam eden bir yıkımın muhatabı olmuştur. 11 eylül eylemlerinin ardından ABD işgaline maruz kalan ve NATO aracılığıyla Orta Asya’nın kontrol edilmesi amacına matuf olarak sömürgeleştirilen bu ülke son olarak Taliban’ın eline geçmiştir. Son iki yüz yılını İngiliz,Rus ve ABD emperyalizmiyle boğuşarak geçiren Afganistan, maalesef bugün geleceğini inşa edebilecek ‘’yerli’’ bir iradeye sahip değildir. Ahmet Şah Mesut ve Burhaneddin Rabbani gibi liderlerinin suikaste kurban gitmesi bu iradenin ortadan kaldırılması amacına yönelik eylemler olarak okunabilir.

Eski çağlarda ‘’Dünyanın Kavşak Noktası’’ olarak adlandırılan Afganistan, denize sınırı olmamasına rağmen kara yolu açısından oldukça elverişli bir yerdedir. Yakınçağa kadar Orta Asya’da ki savaşlar, göçler ve ticaretin merkezi noktasında yer almış ve antik çağların Ariana/Aryena bölgesinin şimdiki adıdır. Hint, Çin ve İran-İslam medeniyetlerinden etkilenmiş olan Afganistan,18 yy dan 19 yüzyıla kadar yaklaşık 150 yıl boyunca İngiliz sömürgeciliğine karşı direnmiştir. Nüfusun büyük çoğunluğunu Peştunlar oluşturmaktadır. Peştunlar günümüze kadar aşiret yapılarını muhafaza etmiş ve Afganistan’ın güney ve doğusunda Pakistan sınırında yerleşmişlerdir. Peştunlardan sonraki en büyük topluluk ise kuzey ve kuzeydoğudaki verimli vadilerde yerleşik olan Taciklerdir. Türk topluluğu olarak ise Özbek ve Türkmenlerden oluşan %10’luk bir kesimden bahsedilebilir. Afganistan’da ağırlıklı olarak Farsça ve Peştunca olmak üzere otuz farklı dil konuşulmaktadır. Etnik/mezhebi farklılıkları ve coğrafi pozisyonu dolayısıyla bugün bir Afgan ulusundan bahsetmek mümkün değildir. Afganistan’ın her bölgesinde aşiret ağaları ve büyük toprak sahipleri kendi yönetimlerini oluşturmuşlardır. Tarihinin hiçbir döneminde, merkezi hükümet yerel liderler üzerinde tam bir hakimiyet kuramamıştır. Halkın %99’u Müslüman’dır. Müslümanların ise %84 ü Sünni,%15 Şii’dir (Bu Şii grup içerisinde Alevi, Dürzi, Kızılbaş ve İsmaili mezhepleri de dahildir).Modern Afgan tarihinde dört önemli hükümdar Afgan halkı için önemlidir. Bunlardan ilki Afganistan’ın babası olarak ta kabul edilen Ahmet Şah Dürranidir. Dürrani, kabileleri biraya getirmeyi başarmış ve anlaşmazlıkları sonlandırmıştır. Diğerleri ise Dost Muhammet Han,Abdurrahman Han ve Emanullah Han dır.

1839-1842 birinci İngiliz-Afgan savaşında Peşaver İngilizler eline geçmiş ve Kabil’e kadar olan dağlık alan Ruslara karşı tampon bölge olarak oluşturulmuştur. Hindistan’ın zenginliklerinden faydalanmak isteyen İngiliz emperyalizmi için Afganistan çok önemlidir. Fakat buraya ilgi duyanlar sadece İngilizler değildir. Ruslar da pusuda beklemektedir. Rusların 1878 de Afganistan’la yakın ilişki kurmaları 1878-1880 ikinci İngiliz-Afgan savaşını başlatmıştır. Bu savaş neticesinde ‘’Durant Hattı’’çizilmiş ve bugünkü Afganistan-Pakistan(o dönemde henüz kurulmamıştı) sınırı belirlenmiştir. Bu anlaşma neticesinde Afganistan’daki Peştunların yarısı bugünkü Pakistan sınırında kalmış ve Peştunlar, Pakistan’da azınlık durumuna düşmüştür. Klasik bir İngiliz oyunu olarak, etnik unsurlar üzerinden gerçekleştirilmek istenen ayrışma bu anlaşmada da kendisini göstermiştir.(Burada bir parantez açarak İngiltere’nin 20.yüzyılda Hindistan’ın parçalanmasını sağlamak amacıyla Pakistan’ın kurulması yönündeki telkinleri hatırlanmalıdır. Mevlana Ebul Kelam Azad gibi mütefekkirlerin karşı çıkmasına rağmen, aralarında İkbal,Mevdudi ve Cinnah’ın da bulunduğu hatırı sayılır bir aydın-ulema kesim ayrılmayı desteklemiş ve 1948’de Pakistan kurulmuştur. Ancak aralarında 1700 km’lik Hint toprağı kalacak şekilde Doğu ve Batı Pakistan olarak ayrılarak… Bağımsızlık(!) sürecinde Hindistan’dan çıkmayan 100-120 milyon Müslüman ise Pakistan’ın kurulması sonrasında iki defa yaşanan Hintdistan-Pakistan savaşında ciddi sıkıntılara düçar olmuştur. Hindistan’la yapılan bu savaşlarda Pakistan mağlup olmuş ve Doğu Pakistan olarak adlandırılan yerde Bengaldeş adında ayrı bir devlet teşekkül et(tiril)miştir.İngiliz emperyalizminin böl-parçala-yönet siyasetinin bir parçası olarak Afganistan, ‘’Durant Hattı’’ sonrasında Peştunların yarısını Pakistan sınırlarında bırakmak zorunda kalmıştır. 1979-1989 Afgan-Sovyet savaşında ve sonrasında Pakistan’ın  Hikmetyar aracılığıyla Afganistan’a müdahale gerekçelerinden biri de bu Peştun nüfus olacaktır. Kavmiyetçi rekabet hem Afganistan’ı hem de Pakistan’ı yıpratacaktır. )

3 Mayıs-3 haziran 1919 arasında yaklaşık bir ay süren üçüncü İngiliz-Afgan savaşının ardından Afganistan tam bağımsızlığını kazanmıştır. Bu bağımsızlık hamlesi ve başarısı kral Emanullah’ın popülaritesini ciddi oranda artırmıştır. Osmanlı’nın parçalanma sürecine girdiği ve Anadolu’da direniş hareketlerinin organize edilmeye başlandığı aynı dönemde Emanullah Han, Mustafa Kemal’i yakından takip etmektedir. Milliyetçi, Müslüman ve sömürge karşıtlığıyla tanınan Emanullah Han, kendisi gibi milliyetçi motivasyonla hareket eden Mustafa Kemal’i kendisi için rol model kabul etmiş ve Cumhuriyet modernleşmesinin benzerini Afganistan’da gerçekleştirmek için adımlar atmıştır. Ne tesadüftür ki, İran’da Şah Rıza Pehlevi’de Mustafa Kemal’i örnek alacak ve Türkiye’nin attığı radikal adımları,dil devrimi hariç, İran’da taklit edecektir. Bu dönemde hem Afganistan’dan hem de İran’dan Mustafa Kemal’le görüşme amacıyla yapılan ziyaretler mühimdir.

Bağımsızlık hamlesi sonrasında Afganistan’la ilişkilerini geliştirmek isteyen ülkelerin başında Sovyet Rusya gelmektedir. Öteden beri İngilizlerle orta Asya’nın hakimiyeti hususunda rekabet halinde olan Sovyetlerin bu hamlesi sürpriz değildir. Sovyetler daha sonra Raşid Dostum’un da içinde olduğu PDPA(The People’s Democratic Party of Afghanistan) aracılığıyla Afganistan bürokrasisi içerisinde eğitim amaçlı olarak ciddi faaliyet göstermiştir. Parti bir yandan Afganistan’da komünizmin yayılmasını sağlarken,diğer yandan Afgan bürokrasisinde etkili olmaya çalışmıştır.1978’de PDPA’nın başkanı olan Nur Muhammet Tarakki, Marksistlerin desteğiyle ülkede darbe yaparak yönetimi ele geçirmiş, yaptığı kitlesel tutuklamalar ve işkenceler mücahit hareketinin doğmasına sebep olmuştur.1979 Sovyet müdahalesine gelinceye kadar Afgan askeri ve sivil bürokrasisinin neredeyse dörtte biri Sovyetler’de eğitilmiştir. Sovyetlerin ardından Afganistan’ın bağımsızlığını tanıyan ve onunla ilişki kurmak isteyen devletler ise Türkiye, İtalya, İran, Fransa ve Almanya olmuştur. Afganistan’ın İngiliz kontrolünden çıkması, aynı dönemde Bolşevik İhtilali yaşamış olan Sovyetler açısından oldukça önemlidir. Sovyetler, kendi içindeki karışıklıkların devam ettiği bir dönemde, Afganistan’ın attığı bağımsızlık yanlısı hamleyi desteklemiş ve Emanullah Han ile Lenin arasında ‘’win win/kazan kazan’’ anlayışı çerçevesinde bir dış politika anlayışı geliştirilmiştir. Bu süreçte Sovyet-Afgan münasebetlerinin müspet seviyede seyretmesi için Türk milliyetçileri ,özellikle de Cemal Paşa, etkili olmuş ve Afganistan’ın Sovyetlere karşı güvensizliğini ortadan kaldırmak için çaba harcamıştır. Enver ve Cemal Paşa’nın Türkiye-Afganistan dostluğunun gelişmesindeki rolleri de dikkat çekicidir. Adı geçen paşalar,I.Dünya savaşı sonrasında özellikle Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin Afganistan’ı tanımaları noktasında yoğun mesai harcamışlardır.Hatta Enver Paşa,Türkistan havzasında bulunan Türkleri Sovyetlere karşı örgütlemek ve bağımsızlıklarını kazandırmak için mücadele etmiş,Cemal Paşa da Afgan ordusunun modernize edilmesinde inisiyatif almıştır. Ancak Sovyetler, Afganistan’ı kendilerine karşı kışkırtacağı endişesiyle Cemal Paşa’yı suikastle ortadan kaldırmıştır. Bu suikast, Afgan ordusunda başlatılan yenilenme çalışmalarını akim bırakmıştır. Sovyetler ise stratejisini, önce Afganistan’ı komünistleştirmek, ardından Hindistan’a yayılma amacıyla bir üs olarak kullanmak ve kendi hinterlandında bulunup ta bağımsızlık isteyen Müslüman devletlere Afganistan desteğini kesmek şeklinde güncellemiştir. Afgan-Sovyet yakınlaşmasının temellerinin atıldığı Emanullah-Lenin dönemi, 1979 Sovyet işgalinin tarihi arka planına ışık tutmaktadır. (Bu noktada 1979 Sovyet müdahalesiyle alakalı kısa bir bilgi vermekte fayda var. Zibigniew Brzezinski 1998’de,Fransız Le Nouvel Observateur’a verdiği röportajda oldukça ilginç tespitlerde bulunmuş, Afgan-Sovyet savaşı hakkında resmi tarih verilerine muhalif bazı bilgiler vermiştir. Afganistan’a Sovyet müdahalesinin olduğu yıllarda Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik danışmanlığını yapan Brzezinski,bu savaşın Sovyetlere Afganistan’da bir Vietnam yaşatmak için kasten çıkarıldığını ifade ederek savaşın ardından Sovyetlerin dağılmasına dikkat çeker. Savaş öncesinde ve sırasında tüm Sovyet muhalifi gruplar ABD tarafından desteklenmiş ve nihayetinde Sovyetler mağlup edilmiştir. Böylece Soğuk Savaş sona ermiş ve merkezi Avrupa liberalleşme yoluna girmiştir.İlgili röportaj için bkz.Andrew G.Marshall/Orijins of Afghan war/ www.geopoliticalmonitor.com ve The CIA’s İntervention in Afghanistan/ www.globalresearch.com)

Afganistan’ın bağımsızlık mücadelesinin başarıyla sonuçlanması Kral Emanulah’ın,Serdar Mahmut Tarzi Han’ın telkinleriyle Afgan toplumunu dönüştürmeyi amaçlayan radikal adımlar atmasını sağlamıştır.Serdar Mahmut Tarzi Han,sürgün yıllarını geçirdiği Şam’da, Milliyetçi entelektüel gruplara katılmış,Jön Türklerle tanışmış ve onların fikirlerinden etkilenmiş emperyalizm karşıtı bir Afgan aydınıdır.Fikirlerinden istifade ettikleri arasında dönemin etkili Müslüman mütefekkirlerinden Cemaleddin Afgani de vardır.Babası Serdar Gulam Muhammed Tarzi’nin nüfuzundan dolayı, sultan II.Abdulhamit’le yüz yüze görüşecek kadar yakın olan Mahmut Tarzi, Emanullah Han’ın hem kayınpederi hem de danışmanlığını yapmış, modernleşme adımlarının fikir babası olmuştur.Mücadelesini ‘’Afgan toplumunun yapısını ve doğasını tamamen değiştirmek ‘’ olarak ifade eden Kral Emanullah, Avrupa ülkelerine yaptığı seyahatlerden dönüşünde,rol modeli Mustafa Kemal gibi,hızlı ve radikal adımlar atmak suretiyle bir dönüşüm başlatmıştır.Fransız,İngiliz ve Hintli eğitimcileri ülkesine davet ederek yeni bir müfredat oluşturmayı amaçlayan Emanullah,1919-1923 yılları arasında Afgan tarihi açısından devrim olarak nitelendirilecek siyasi ve hukuki adımlara öncülük etmiştir. Karma eğitim yapan okulların açılması ve başkent Kabil’de tüm Afganlıların batılı kıyafetlerle gezme zorunluluğu getirmesi gibi radikal adımlar geleneksel ulema tarafından şiddetle karşılanmış ve ’’Kralın Allah’ın yolundan saptığı’’söylentisine yol açmıştır. Bundan dolayı 1924’te Host İsyanı vuku bulmuş ve atılan radikal adımlar kısmen yavaşlamıştır. 1928’li yıllarda ise yeniliklerin pervasızca uygulamaya geçilmesi yönündeki ısrarı nedeniyle Emanullah Han tahttan indirilmiş ve kayınpederi Serdar Mahmut Tarzi Han ile birlikte ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Habibullah Kalakani öncülüğünde gerçekleşen “Beççe-i Saka İsyanı” 16 ocak 1929’da Kabil’in ele geçirilmesiyle sonuçlanmıştır.

İlk dönem İslamcı entelektüellerin tartışmalarında modernlik, daha çok teknik-ahlak ilişkisi bağlamında gündemleştirilmiştir. Bu noktada ağırlıklı kanaat tekniğin alınıp ahlakın alınmaması şeklinde tebarüz etmiş ve hassaten Meiji Dönemi(1868-1912)Japon Modernleşmesi örnekliğinde, muhafazakar modernlik tezi öne çıkmıştır. Bu tarz modernliğin Osmanlı’da ki temsilcisi ise II.Abdülhamit’tir.II.Mahmut’un temsil ettiği radikal çizginin karşısında II.Abdülhamit’in temsil ettiği muhafazakar modernlik Cumhuriyet Türkiye’sinde de varlığını devam ettirmiştir.Radikal modernliğin Cumhuriyet Türkiye’sinde ki taşıyıcıları CHP ve türevleri iken muhafazakar modernliğin taşıyıcıları Menderes-Özal-Erbakan ve Erdoğan çizgisi olmuştur. Bugünden geriye bakıldığında kazanan tarafın muhafazakar modernleşme yanlılarının olduğu söylenebilir. Ancak hem radikal hem de muhafazakar tarafta olanlar modern paradigmanın epistemik temellerini teşrih masasına yatıracak ilmi-entelektüel yetkinlik zaafıyla malül maalesef…     

 

Yararlanılan Kaynaklar

1-Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmut Tarzi Han ve Anıları-Türkiye İş Bankası yay.

2-Ortadoğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler-Alev Erkilet Başer-Hece Yay.

3-Ali Ulvi Kurucu Hatıralar III.cilt-Kaynak yay.

4-Japon Modernleşmesi Üzerine(1868-1912)-Yrd.Doç.Dr.Hakkı Büyükbaş –Bilimname III.2003/3,s.65-86

5- Afganistan’da Bir Jöntürk (Mısır Sürgününden Afgan Reformuna)/Mehmet Fazlı/Çev.Kenan Karabulut/Türkiye İş Bankası Yay./I.Baskı/İst.2007

 

Kaynak: farklı bakış