Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Serap Yazıcı: ‘1921 Anayasası’na referans, bugünkünden daha da sınırsız iktidar yetkisi istemek demektir’

Erdoğan'ın başlattığı yeni anayasa tartışmasında iktidarın 1921 ve 1924 anayasalarına referans vermesi ne anlama geliyor? Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkanı, Anayasa Hukuku profesörü Serap Yazıcı süreci değerlendirdi.

Serap Yazıcı: ‘1921 Anayasası’na referans, bugünkünden daha da sınırsız iktidar yetkisi istemek demektir’

RÖPORTAJ / Mustafa Ali Aykol

Cumhur İttifakı’nın Meclis’teki sandalye sayısı yeni bir anayasa yapmaya ya da bir anayasa teklifini referanduma götürmeye yetmiyor. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir “yeni anayasa” hamlesi geldi. Nasıl değerlendiriyorsunuz, amaç ne burada?

Cumhur İttifakı’nın sandalye sayısı, anayasa değişikliği yapmak için yeterli değil. Çünkü Anayasamızın anayasa değişikliği usulünü düzenleyen 175. maddesine göre, bir anayasa değişikliğinin TBMM üye tamsayısının en az beşte üçü tarafından kabul edilmesi gerekiyor. TBMM üye tamsayısı 600 olduğuna göre bu asgari rakam 360 sandalyeye tekabül ediyor. Üstelik 360 milletvekilinin kabul ettiği bir anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanınca onaylanarak yürürlüğe konulamıyor. 360 milletvekilinin kabul ettiği bir anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulmak zorunda. Böylece yapılacak halkoylamasında kullanılan geçerli oyların yüzde 50’sinden bir fazlası evet olursa anayasa değişikliği yürürlüğe giriyor.

Burada işaret etmemiz gereken ilk nokta, AKP, MHP ve BBP’nin toplam sandalye sayısının 338 olduğu gerçeği. 360 evet oyuna ulaşmak için Meclis’teki diğer partilerden 22 milletvekilinin desteğine ihtiyaçları var. Böyle bir destek ortaya çıkabilir mi? Oldukça şüpheli. Çünkü bu anayasa değişikliği önerisi, Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı tarafından dile getirildi. Muhtemelen Devlet Bahçeli’nin onayını alarak bu öneriyi açıkladılar. Devlet Bahçeli ise Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin kırmızı çizgi olduğunu belirtiyor. Gerek Meclis içindeki gerekse Meclis dışındaki muhalefet partileri ise güçlendirilmiş parlâmentarizme geçişin kırmızı çizgileri olduğunu ifade ediyorlar. Şu halde Cumhur İttifakı’nın 360 evet oyuna ulaşmak için Meclis’teki diğer partilerden destek sağlama ihtimali yok. Bir an için böyle bir desteği elde ettiklerini düşünecek olsak Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini daha da güçlendirmeye yönelik bir anayasa değişikliğinin halkoylamasında kabul edilme ihtimali pek yok. Çünkü yapılan son kamuoyu yoklamaları, seçmenin yüzde 50’den fazlasının parlâmentarizme geçmek yönünde bir talebi olduğunu gösteriyor.

Bütün bu gerçekleri Cumhur İttifakı da görebildiğine göre neden bir anayasa değişikliği projesini kamuoyunun gündemine getirdiler? Asıl can alıcı nokta bu. Burada iki ihtimalden söz edebiliriz. Birincisi, Cumhur İttifakı Türkiye’yi yönetemiyor. Ülke, siyasi tarihinde görülmemiş ölçüde büyük bir ekonomik krizin içinde. İktidar bloğunun çözmesi gereken asıl sorun, ekonomik kriz. Türkiye bugüne kadar başka ekonomik krizler de gördü. Ancak bu krizlerden hiçbiri böylesine uzun sürmedi, böylesine derin ve yakıcı olmadı. İktidar bloğu, medya üzerinde uyguladığı yoğun kontrolle halkın gerçeklerden haberdar olmasını azami ölçüde önlüyor. Buna rağmen, artık sık sık borçlarını ödeyemedikleri, iş bulamadıkları ve umutlarını tükettikleri için intihar eden vatandaşların acıklı hikâyelerini işitiyoruz. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Zeytinburnu’nda 20’li yaşlarda bir karı koca, bir buçuk yaşlarındaki çocuklarını akrabalarına emanet ederek intihar ettiler. Cesetleri, kira borcunu ödeyemedikleri evlerinde bulundu. Buna benzer çok hikâye var. Çözümü gereken asıl mesele, ekonomik krizi önlemek, istihdamı büyütmek olduğu halde iktidar bloğu, TÜİK rakamlarıyla oynayarak halkı aldatmayı tercih ediyor. Ancak açlık ve yoksulluk gerçeği o kadar güçlü ki bu aldatma çabası nafile. İşte bu nedenle iktidar bloğu, şapkasından çıkardığı anayasa değişikliği projesiyle zaman kazanmaya ve halkı oyalamaya teşebbüs ediyor.

İkinci ihtimal ise gene anayasa değişikliği hikâyesiyle halkı kandırmak suretiyle oy desteğinin erimesini önlemek. Sanıyorum bu noktada planladıkları strateji şöyle işleyecek: Meclis’te anayasa değişikliği için ihtiyaç duydukları sandalye sayısı mevcut değil. Uzun süre bu hikâyeyle halkı oyalayarak seçimlere sivil anayasa vaadiyle gitmeyi, bu vaatle seçmenleri büyülemeyi; neticede bu sayede seçmenlerini konsolide etmeyi planlıyorlar. Olur da seçmen, bu hayale inanırsa bir taşla iki kuş vurmuş olacaklar. Hem hayal satarak seçim kazanacaklar, saraylarında oturmaya devam edecekler; hem de bu hayale kapılan seçmenler, onlara yeterli sandalyeyi sunarsa bu sayede iktidarı asla terk etmeyecekleri sürekli bir rejim kuracaklar. Bu, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin daha da güçlendirilmiş bir modeli olacak. Bildiğiniz gibi şu anda Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin karar vericilerini sınırlayacak veya denetleyecek etkili bir mekanizma yok. Görünüşte bir Anayasa Mahkemesi var. Fakat Mahkeme, zaman zaman da olsa Cumhur Bloğunun hoşuna gitmeyecek kararlara imza atabiliyor. Nitekim Devlet Bahçeli bir süre önce Anayasa Mahkemesi’ni Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine uyumlu kılmaktan söz etmişti. Dolayısıyla olur da yeter sayıda seçmeni tavlayarak sandalye sayılarını anayasa değişikliği yapacak orana yükseltirlerse bizler için “Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç!” şarkısını söylemekten başka seçenek kalmayacak.

Bu nedenle elimizden geldiğince bu stratejinin işlemesini önlemek, seçmenleri aydınlatmak zorundayız. Umarım başarırız.

1921 ve 24 anayasalarına dönüş ne anlama geliyor? Bu anayasalar bugünkü Türkiye’nin sorunlarına çare olabilir mi?
Sırasıyla cevaplayalım. 1921 Anayasası, ülkemizin siyasi tarihinde özel bir öneme sahip. Çünkü bu Anayasa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Mustafa Kemal’in çağrısı üzerine 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi tarafından hazırlanmıştır.

1921 Anayasası’nı siyasi tarihimizde önemli kılan üç faktör mevcuttur. Bunlardan ilki, Anayasayı hazırlayan Büyük Millet Meclisi’nin üye kompozisyonu; ikincisi, Anayasanın yapımı sürecinde ülkenin içinde bulunduğu Kurtuluş Savaşı koşulları; nihayet üçüncüsü, Anayasanın çerçeve bir anayasa olması ve içerdiği hükümler.

1921 Anayasası’nı hazırlayan Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal’in 17 Mart 1920’de yayınladığı İntihabat Tebliği gereğince kurulmuştur. Buna göre Büyük Millet Meclisi’nde her liva (sancak), nüfusuna bakılmaksızın 5 üye ile temsil edilecektir. Bu, ABD Kongresi’nin Senato olarak tanımladığımız ikinci kanadının bir özelliğini çağrıştırmaktadır. Böylece her sancak, Meclis’te eşit bir temsil gücüne sahip olacağından siyasal ve sosyal çoğulculuğu sağlayan bir faktördür. Bu İntibahat Tebliği’ne göre, Büyük Millet Meclisi’nin diğer üyeleri, son Mebusan Meclisi’nin üyeleriyle bu Meclisin Malta’ya sürgüne gönderilmiş üyeleri olacaktır. Bu sayede Büyük Millet Meclisi, çiftçiler, esnaflar, serbest meslek erbabı ve din adamlarının yer aldığı geniş bir sosyal çeşitliliği sergilemiştir. Meclis’in üye kompozisyonunu dikkate aldığımız zaman sonraki tarihlerde kabul edilen 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarının hiçbiri, böylesine çoğulcu meclisler tarafından hazırlanmış değillerdir.

1921 Anayasası’nın diğer özelliği, ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde bu sürecin olağanüstü ihtiyaçları gözetilerek hazırlanmış olmasıdır. Bu, birazdan açıklayacağım gibi Anayasanın içeriğine de yansıyan bir özelliktir.

Nihayet 1921 Anayasası’nın diğer özelliği, bu Anayasanın çerçeve bir anayasa olması, sadece 23 madde ve 1 ek maddeden oluşmasıdır. Anayasa, böylesine kısa bir metin olduğu için temel hak ve hürriyetlere ilişkin herhangi bir düzenleme içermemektedir. Öte yandan Anayasa’da yargıya ilişkin bir hüküm de bulunmamaktadır. Bunun sebebi, Kurtuluş Savaşı’nın icap ettirdiği olağanüstü ihtiyaçlar dikkate alınarak Anayasa’nın hazırlanmış olmasıdır. Bu yönüyle düşünüldüğünde 1921 Anayasası, anayasalcılığın gereği olan devlet gücünü sınırlama fonksiyonundan yoksundur. Tam aksine, devletin bir organı olan yasama meclisinin elinde bu Anayasa ile sınırsız bir güç temerküz etmiştir. Bunun nedeni, Meclis’in bir yandan Kurtuluş Savaşı’nı idare ederken diğer yandan fiilen çökmüş olan imparatorluk yerine modern bir devlet düzenini inşa edecek olmasıdır. Bu fiilî durum, Meclis’in sınırsız yetkileri haiz olmasını gerektirmektedir.

Anayasa’nın kısa bir metinden oluşması, elbette onu önemsiz kılmıyor. Anayasa’nın 1. maddesi, “Hakimiyet bila kaydü şart milletindir” hükmüne yer vermek suretiyle aslında dolaylı olarak saltanatın ilga edileceğini ima ediyor. Nitekim saltanat, 1 Kasım 1922 tarihli bir Meclis kararıyla kısa bir süre sonra ilga ediliyor. Bu, siyasi tarihimiz bakımından fevkalade önemli. Böylece meşruiyetini dünyevi esaslardan alan modern bir devlet düzeni kurulmuş oluyor. Haliyle bu belge, ülkemizin modernleşme ve laikleşme sürecinin ilk adımını oluşturuyor.

Öte yandan Anayasa, yasama ve yürütme yetkilerinin Meclis’e ait olduğunu, yürütme yetkisinin İcra Vekilleri Heyeti eliyle yerine getirileceğini, İcra Vekilleri Heyeti’nin Meclis tarafından seçileceğini ve gerektiğinde düşürüleceğini belirtmek suretiyle meclis hükümeti modelini benimsiyor. Meclis hükümetinin önemli bir özelliği, bu sistemde bir devlet başkanlığı makamının olmamasıdır. Nitekim 1921 Anayasası da devlet başkanlığı makamına yer vermiyor. Ancak meclis başkanı statüsünü düzenliyor. Meclis hükümeti, sıkça rastladığımız bir hükümet sistemi değildir. Daha ziyade olağanüstü koşullarda rastlanan bir modeldir. Nitekim Fransa’nın 1792-1795 yılları arasındaki Konvansiyon Döneminde de kabul edilmiştir. Burada haklı olarak şu soru sorulabilir: Anayasa neden meclis hükümetini benimsemiştir? Bu sistemin en önemli özelliklerinden biri, Meclis’in, yani yasama organının devletin en güçlü organı olmasıdır; tüm yetkilerin bu organda toplanmasıdır. O günün Kurtuluş Savaşı koşullarında Meclis, aslında bu savaşı idare eden organdır. Dolayısıyla böyle bir hükümet modeli, günün koşullarına en uygun olanıdır.

Nihayet bu Anayasanın önemli bir başka özelliği, toplam 23 madde ve 1 geçici maddeden oluşan bu metnin 14 maddesinin yerinden yönetim esaslarına hasredilmesidir. Bu da Anayasanın ne ölçüde adem-i merkezî bir yapıda olduğunu gösteriyor. Ancak hemen işaret edelim ki Anayasa’da anayasanın üstünlüğünü düzenleyen bir hüküm yok. Bu belge, katı değil; esnek bir anayasa. Yani içerdiği hükümlerin değiştirilmesinde özel yöntemler uygulanmıyor. Anayasa’ya aykırı bir kanunun kabul edilmesini önleyecek bir mekanizma mevcut değil. Anayasa’ya aykırı kanunlar, anayasa değişikliği olarak kabul ediliyor. Anayasaya aykırı olmamakla beraber 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan eden ve Cumhurbaşkanlığı makamını yaratan değişiklik, adi bir kanun niteliğindeki Teşkilât-ı Esasîye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun ile gerçekleştiriliyor.

Gelelim can alıcı olan asıl meseleye. Bugün iktidar bloğunun temsilcileri, sözüm ona yeni bir anayasa vaat ederken neden 1921 Anayasası’nın adını telaffuz ediyor? Bu kanımca, kurnazca seçilmiş olan bir yöntem. Birincisi, 1921 Anayasası özellikle siyasal ve sosyal çeşitliliği olan çoğulcu bir Meclis tarafından kabul edildiği için Prof. Ergun Özbudun ve Prof. Bülent Tanör gibi önemli anayasa hukukçularımızın övgüsüne mazhar olmuş bir belgedir. Böylece bu Anayasa’ya verilen referansla iktidar çevreleri, Türkiye’deki aydınların desteğini elde etmeyi hayal ediyor. İkincisi, bu Anayasanın adem-i merkezîyetçi bir içeriğe sahip olması, özellikle Kürtlerin sempatisini uyandıran bir husus. Böylece 1921 Anayasası’na verilen referansla Kürtlerin desteğinin kazanılması hedefleniyor.

Nihayet son nokta şu: Bu Anayasa, esnek ve çerçeve bir anayasa. Esnek olduğu için anayasanın üstünlüğü ilkesine ve anayasa yargısına yer vermiyor. Böylece Meclis’e hâkim olan siyasi çoğunluk, kadir-i mutlak oluyor. Şu anki iktidar bloğu için eşsiz bir fırsat. Öte yandan çerçeve bir anayasa olduğundan, bu Anayasa metninde çoğunluğu frenleyecek ve dengeleyecek etkili hükümler yok. Kısacası kanun yapma gücüne sahip olan bir çoğunluk, böyle bir anayasayla ülkeyi dilediği gibi yönetebilir.

Özetleyecek olursak 1921 Anayasası siyasi tarihimizde çok önemli ve özel bir yere sahip. Ülkenin işgal kuvvetlerinden temizlenmesinde Kurtuluş Savaşı’nın idaresini sağlayan Birinci Meclisimizin çok değerli bir hukuk belgesi. Ancak bu metin, bugünün koşullarına uyarlanacak mahiyette değil. Çerçeve bir anayasa olması nedeniyle bugünün karmaşıklaşmış devlet ve toplum düzeninin ihtiyaçlarını karşılayamaz. Daha önemlisi, bu Anayasa’ya referansla yeni anayasa yapacağını beyan edenler, bana pek iyi niyetli görünmüyorlar. Özledikleri bu tür bir anayasa ise bu, şu anlama geliyor: Bugünkünden daha da sınırsız iktidar yetkisi istiyorlar. Şunu unutmayalım: Birinci Meclisimiz, 1921 Anayasası’nın kendisine sunduğu sınırsız yetkilerle Anadolu’yu işgal kuvvetlerinden temizledi. Modern ve bağımsız yeni bir devlet düzeni kurdu. Bugün 1921 Anayasası’na referans verenler, neyi yıkacaklar ve yerine neyi kuracaklar? Cumhuriyeti ve onun dayandığı temel değerleri yıkarak bambaşka bir rejim kurmayı amaçlıyorlarsa toplumun büyük çoğunluğunun bu amaca karşı direneceğini akıllarında tutmalılar.

Kaynak: Serbesiyet.com

>>>>>>> DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER