En eski geçen yüzyılda altmışlı yılların ikinci yarısını hatırlıyorum. Radyolu yıllar.
Hemen hemen bütün Kürt köylerinde olduğu gibi bizim köyde de her gün ikindi vakti hayat dururdu. Çünkü Erivan radyosunun yarım saatlik Kürtçe yayını başlıyordu o saatlerde.
Çoluk çocuk komşular radyosu olan komşularına gider ve Kürtçe yayının başlamasını beklerlerdi. Akşamları da Bağdat radyosunun veya Tahran Radyosunun Kürtçe yayınlarını dinlerlerdi.
O zaman hatırlıyorum, büyükler fazla yüksek sesle olmasa da hep bir hasretlerini dile getirirlerdi, "ah şu bizim memlekette de Kürtçe yayın yapan bir radyo olsaydı" diye.
Olmadı, Kürt sosyolojisini doğru okuyan veya zamanında atılması gereken adımı atma cesareti gösteren bir lider çıkmadı. Kürtlerin de kulakları hep dışarıya dikildi.
Geçen yüzyılın yetmişli yıllarının sonlarından seksenli yılların sonlarına kadar Kürtçe stran, kilam kasetlerini çıkarmak yasaktı.
Yurt içinde Şakiro gibi dengbêjlerin köy evlerinde kopya edilen, Şivan Perwer gibi sanatçıların da yurt dışında doldurdukları kasetler el altından dağıtılıyordu.
Kürtler bu kasetler aracılığıyla dillerine sahip çıkıyorlardı. Varoluşlarının üzerindeki psikolojik baskıyı bu şekilde dağıtmak istiyorlardı. Kürt toplumlarında bu kasetlere yoğun bir talep vardı.
Bir keresinde İstanbul'da bir taksiye binmiştim o günlerin birinde. Taksici, Ahmet Kaya'nın bir kasetini atmıştı teybe. Şarkı Türkçeydi ama nakarat bölümü "hele hoyê…hele hoyê" şeklinde Kürtçeydi.
Sırf bu kısmı biraz daha dinlemek için yolumu uzatmıştım. Türkiye sosyolojisi ile birlikte Kürt sosyolojisini iyi okuyan ve siyasal adımı tam zamanında atma cesaretini gösteren Özal, Kürtçe kasetler üzerindeki yasağı kaldırarak devrim niteliğinde bir adım attı.
Kürtlerin gözü de kulağı da artık dışarıda değildi, bir yanık stran dinlemek için.
Aynı yüzyılın doksanlı yıllarından itibaren uydularda yayın yapan Kürtçe kanallara yoğun bir ilgili oluştu. İstanbul'a, İzmir'e…Türkiye'nin başka büyük kentlerine inşaatlarda çalışmaya gelen Kürt gençleri memleketlerine geri döndüklerinde mutlaka beraberlerinde bir çanak anten getirirlerdi.
O tarihlerde Kürt köylerine gittiğiniz zaman yerden bir iki metre yükseklikteki toprak evlerin damlarında mutlaka çanak antenler görürdünüz. Müthiş bir açlık vardı ve Kürtler bu yolla dillerine sahip çıkıyorlardı.
Ekmek parası kazanmaya giden Kürt delikanlı bir çanak anteni edinip Kürtçe haber, müzik dinlemeyi ekmekle eş değer görüyordu.
Türkiye sosyolojisi ile birlikte Kürt sosyolojisini doğru okuyan Erdoğan, TRT KURDÎ'yi açarak devrim niteliğinde bir adım attı.
Kürtler damlarda çanak antenlerini bir İsveç'e, bir Belçika'ya…çevirmek zorunda değillerdi artık. Babalarına bir radyo açmayı çok gören memleketleri bir televizyon açmıştı onlara. Gözleri de kulakları da dışarıya dönük değildi.
Toplumlar dinamik varlıklardır. Dünya ile birlikte gelişirler. Geliştikçe dünya, toplumların talepleri de artar. Kürt toplumu da böyledir.
Bugünlerde Kürt sosyolojisinde yukarıdaki davranışların beslendiği kaynaktan, yani insanın değişmeyen, dönüşmeyen öz doğasından beslenen bir hareketlenme var.
Kürtçe eğitim, Kürtçenin resmi dil olması. Dilden dile yayılıyor bu talep. Sosyal mecralarda günün her saatinde mutlaka buna dair bir istekle, bir mesajla karşılaşıyorsunuz.
Hatta Kürtçe bildiği halde mesajlarını Kürtçe yazmayanlar artık ayıplanıyor. Bu, sırf sosyal medyada dönen sanal bir gündem ya da siyasal bir maksada matuf sanılmasın.
Bir kitlesel tavırdır her türlü yapaylıktan uzak. Geçenlerde İstanbul'un en kalabalık semtlerinden birinde biraz yürüdüm.
Yıllardır rastlamadığım, duymadığım yoğunlukta Kürtçe konuşmalarla karşılaştım. Kürtlerin gündeminde Kürtçe var. Kürtçe eğitim için dernekler kuruluyor, platformlar oluşturuluyor, partiler kuruluyor bu amaçla.
Kurulmuş partiler bu meseleye bigane kalamayacaklarını yavaş yavaş gösteriyorlar. Kürt illerine giden siyasetçilere en çok sorulan sorulardan biri "Kürtçe eğitim ve Kürtçenin resmi dil olması ile ilgili görüşünüz nedir?" sorusudur.
Kürt sosyolojisinin gündeminde siyasetten, siyasal söylemlerden, siyasal kavramlardan çok Kürtçe eğitim var diyebilirim, siyasal kimliğimle değil, toplumsal dinamikleri anlamaya çalışan gözlemci kimliğimle.
Kürt sosyolojisini doğru okuyan bir siyaset bu alanda adım atar veya iktidara geldiğinde adım atacağını vadederse Kürtlerin yüreğinde nadide bir yer edinir.
Zamanı gelmiş bir adımdır ve bu adım atılmazsa veya atılacağına dair inandırıcı tutumlar alınmazsa onulmaz yaralar açılır insanların yüreğinde.
İmam Şafii "Araplık Arapça konuşmaktır" der. Kürt siyasetçisinden, entelektüelinden çok Kürt halkı öz doğasından kaynaklanan bu gerçeği hissediyor ve diline sahip çıkıyor. Kürtler "Kürtlük Kürtçe konuşmaktır" diyor.
Benim naçizane kanaatim, bir türkünün nakarat bölümündeki "hele hoyê…"ye veya "ser seran ser çavan" selamına dönüp bakacak bir kitle yok artık.
-----------------
(*) Kürtçe "başım ve gözüm üzerine" anlamında bir saygı, sevgi ifadesi ile bir kişinin ya da grubun var olan bir isteğinin karşılanacağını vurgulayan bir ifade(editör)