02.09. 2018 Pazar
Şüphesiz her birimizin çocukluk şehri, en güzel karneye sahipti.
Işıltılı, yeşil ve insan yürekli idi bu şehirler.
Kayısı kokulu Malatya idi, yasemin rayihalı İzmir, yemyeşil otlaklarında kaz sürülerinin dolaştığı Kars´tı, çifte minarelisi ile gülümseyen Erzurum´du, uzun çarşısı ile Maraş´tı, hünnap saklı sandıkları ile Konya idi.
Irmaklar kurumamıştı henüz.
Üzerindeki tahta köprüler yıkılmamıştı.
Köylerimiz dîhkân, zürra doluydu.
Yedi renk iplikle dokunan diba gibiydi kilimlerimiz.
Hikâyeler, sevdalar, kınalar, düğünler, doğumlar, ölümler yaşamın renkli kareleri olarak buluttan duvarlara, yağmurlarla, iğdelerle, yatırlarla, buğdaylarla, sütlerle, sahurlarla, selamlarla nakşedilmekte idi.
Şimdi bomboş, ıssız, göç vermiş yerleşkeler olarak terkedilmişliğin kokusunun sindiği o geniz yakan acılıkta her yan.
Kilimleri eskiciye sattılar, beşiklerin ipini çözdüler, ağıllardakileri kestiler, bağın mahsulünü almayı beklemeden gittiler.
Malaz, sürülmemiş tarlalar ağladı arkalarından.
Ne ortakçı kaldı ne râhile.
Ne bağ, ne bağban.
Gittikleri yerde yüzleri güldü mü?
Ne gezer.
Ağıtlar, sagular, şerhalar, vecalar, yuğlar birbirine karıştı.
Bozulan şehir mimarileri, kesilen ormanlar, olmayan altyapı, çirkinleşen binalar.
Köylerin yemyeşil arazileri, bağları bahçeleri viran kalırken, insan eli değmeyen yerlerde korku atlıları dolaşırken, şehrin el kadar parklarına yan yana karınca gibi yığıldı insanlar.
O insanları çantada keklik görenlerin başlattığı kıyım.
Karganın ağzındaki son peynir parçasını da kapmaya uğraşır gibi tilki müteahhitlerin vurgunu, başı vurulan şehrin ormanları göç ile gelenlere ev yeri olacaktır.
Biz buna çevre katliamı derken, müteahhit kooperatif kurdum demekte ve bir türlü anlaşamamaktayız son yarım yüzyıldır.
Köyler boşaldı, tarım hayvancılık bitti.
Şehirler şişti, ormanlar, araziler, zeytinlikler, bağlar, bostanlar yitti.
Yeşil köyde kaldı, şehirden silindi.
Aslında her şey birbiriyle bağlantılı.
Çalışmayan tembel insanlar köyden kaçarak işlemediği toprağın, yetiştirmediği hayvanın, ağacın, bitkinin, tabiatın intikamı da acı oldu.
Gökdelenler, yampiri plazalar, AVM´ler, beton istilası; iklimleri değiştirdi, karlar yağmaz oldu ya da seller, her yanı yıkıp geçti.
Şehirde en fazla yemek salonunun açılması beni dehşete düşürmekte.
Üretmeyen, tüketen bir toplum.
Müteahhidi ve lokantacısı ile döviz harbine kılıç sallayan bir ekonomi.
Duvarlarından mor salkımların sarktığı, yasemin ve hanımelilerinin kokusu ile geceleri masal havasına çeviren bir şehir dokusu yitti gitti.
Güneş gibi batan şehirlerimiz.
Çocukluğumuzun ören yerleri bile bugün betonlaşma engereğinden bîzarsa.
Son kalemizin burcuna, son camimizin arazisine, çeşmemizin el kadar evleğine bile göz koymuşsa rantın gözü dönmüş para avcısı.
AVM´lerin Moğol ordusu gibi tepeleyip geçtiği Bakırcılar Çarşısı, Debbağlar Otağı, Saraçlar Meydanı inliyorsa.
İbn-i arz, gurbetçi, göçmen; gözü yaşlı bir kalebend ise kentte.
Sanki şehit şehirlerdir, son yüzyılda kaybettiğimiz; anılarda kalan Yusuf yüzlü kentler.