?On üç yaşımdaydım. Üzerimde bembeyaz dantellerle süslü bir elbise vardı. Rengarenk ve büyükçe olan çiçeklerin arasında yürüyordum. Biraz daha ilerledikten sonra artık çiçekler azalmaya başladı ve uzaklardan gelen şiddetli dalga sesleri duydum. Gülümseyerek dalga seslerinin geldiği yere doğru koşmaya başladım. Kısa bir süre daha koştuktan sonra karşıma yukarıya doğru uzanan bir yokuş çıktı. O kadar uzundu ki sonunu göremiyordum bile. Çok kuru bir yokuştu. Ne bir çiçek vardı üzerinde ne de bir ot. Hiç durmadan o yokuşu koşarak çıkmaya başladım. Uzunca bir süre yukarıya doğru koştum. O kadar ilginçti ki.´
Biraz duraklayıp karşımda beni ilgiyle dinleyen psikoloğuma gözlerimdeki heyecan kırıntılarıyla ve dudaklarımdaki gülümsemeyle baktım. Bana devam et dercesine başını salladığında bugün gördüğüm ilginç rüyamı anlatmaya devam ettim.
?Hiç durmadan koşuyordum ve ne kadar koşarsam koşayım hiç yorulmuyordum. Hiç susmadan, nefesim bile kesilmeden sürekli göğe doğru koşuyordum. Çıplak ayaklarımın değdiği yerler canlanıyor adımlarımın düştüğü her yer rengarenk çiçeklerle dolup taşıyordu. Hiç durmadan bir süre daha koştum koştum ve koştum. Sonunda yokuşun sonu gelmeye başlamıştı ve dalga sesleri daha da artmıştı. Nihayet tepeye ulaştığımda birden bembeyaz bir kuş sürüsü gökyüzüne doğru uçtu. O kadar fazlalardı ki neredeyse gökyüzünün tamamını kaplamışlardı. O kuşlara da gülümsedim ve önüme dönüp dalga seslerine doğru ilerledim tekrar. Kayalıklar çıktı karşıma ardından da tertemiz, berrak bir deniz. Kayalıkların üzerinde bir adam oturuyordu. Yüzü denize dönüktü. Yüzünü göremesem de hemen tanımıştım onu. Gülümsemem büyüyüp kahkahalara dönüşürken hızla babama doğru koştum. Kahkahalarım o kadar yüksek ve tizdi ki dalga seslerini bile bastırmayı başarıyordu. Sesimi duyan babam arkasını dönerek kollarını iki yana açtı ve bana gülümsedi. Sonunda kayalıklara vardığımda karşımda duran kocaman kayaya tırmanmaya çalıştım. Kaya o kadar büyüktü ki ne kadar denersem deneyeyim bir türlü çıkamıyordum kayanın üzerine. Daha sonra babam bana kollarını uzattı ve beni tutup yukarıya çekti. Artık ben de kayanın üzerindeydim babamın yanındaydım. O an o kadar güzeldi ki... Gülümseyerek tekrar denize döndü yüzünü. Ben de denize döndüm. Konuşmaya başladık sonra. Yüzü hala denize dönükken,
- Belemir, diye seslendi bana. Bu ismi bana babam vermişti. Bir tek o bana Belemir ismimle seslenirdi. Annem ise her zaman diğer ismimi kullanırdı. Yüzümü babama döndüm.
- Efendim babacığım, dedim.
- Belemir, dedi. Sustum bu sefer. Diyeceği şeyi bekledim.
-Belemir, dedi tekrar. Yine cevap vermedim.
-Doğduğun zaman sana neden Belemir ismini verdiğimi biliyor musun kızım? Bu sefer babam da bana çevirmişti yüzünü.
- Hayır babacığım.
-Belemir, Peygamber çiçeği demektir. Gizli saklı bir çiçektir Belemir. Açtığını bile kokusunu aldığın zaman anlarsın. Gülümseyerek elini başıma koydu ve saçımı okşadı.
- Tıpkı senin gibi, dedi.
Eğilip anlımdan öptü sonra. Ardından kollarıyla sarıp sıkmaya başladı. O kadar çok sıkıyordu ki kemiklerim çatırdamaya, bedenim feci bir acıyla sarmalanmaya başlamıştı. Daha sonra da uyandım.
Rüyamı anlatmayı bitirdiğimde rahat bir nefes alıp arkama yaslandım. Psikoloğum eliyle çenesini sıvazlarken bir süre sessiz kalıp düşünmeye başladı. Gözlerimi dikip psikoloğum Araf Bey´e bakarken göz göze geldik. Yerinden kalkıp masanın etrafından dolandı ve yanıma gelip karşımdaki koltuğa oturdu.
-Bu güzel bir rüya Arnisa. Yaşadığın o trajedinin üzerinden 3 yıl geçti ve sen artık gerçek anlamda iyileşmeye başladın.
Bana gülümseyerek bakan doktoruma cevap vermedim.
-Pekala, bugün burada bırakalım.
Araf Bey, ayağa kalkıp masasına doğru ilerlerken ben de oturduğum tekli koltuktan kalkıp sırt çantamı aldım ve tek omzuma astım.
-Haftaya görüşmek üzere Arnisa.
- İyi günler.
Arkamı dönüp kapıya doğru ilerledim ve dışarı çıktım. Boş koridorda ilerleyip merdivenlere yöneldim ve zemin kata doğru merdivenleri inmeye başladım. Kapalı alan korkum olduğu için asansörü kullanamıyordum bu nedenle de mecburen merdivenleri kullanıyordum.
Babam itfaiyeciydi annem de hemşire. Üç yıl önce oturduğumuz binada yangın çıkmıştı. Babam ile birlikte gelen grup yangını söndürmeye çalışırken babam ve iki arkadaşı yangının ortasında mahsur kalmış ve yanarak can vermişlerdi.
Merdivenler bittikten sonra hastanenin çıkışına yöneldim ve döner kapıdan çıkıp temiz havayı içime çektim. Derin bir nefes aldıktan sonra cebimden telefonumu çıkardım ve ekrandan saate baktım. Annemin çalıştığı hastaneden çıkma saati yaklaşmıştı. Hızlıca caddeye inip otobüs durağına gittim ve otobüsü beklemeye başladım. Yaklaşık on dakika bekledikten sonra otobüsün gecikeceğini anladım, mecburen bir taksiye bindim. Adresi söyledikten sonra tekrar telefonumdan saate baktığımda annemin çıkış saatine 15 dakika kaldığını gördüm. Mesafe çok uzak olmadığı için hala yetişebilirdim. Kısa bir süre sonra araba durduğunda artık hastanenin önündeydim. Taksi ücretini ödeyip arabadan indim ve hastanenin girişine doğru yol alırken cebimden telefonumu çıkartıp annemi aradım. Telefon kısa bir süre çaldıktan sonra sonunda açılmıştı.
-Anneciğim ben geldim.
-Personel odasındayım oraya gel kızım.
Suratıma kapanan telefona bir süre baktıktan sonra hastaneye girip daha öncede defalarca gittiğim ikinci kattaki personel odasına gittim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde annemin hala kıyafetlerini değiştirmemiş olduğunu ve pür dikkat televizyondaki habere baktığını gördüm. İçeri girip kapıyı kapatarak annemin yanına gittim ve yanına oturup ben de televizyondaki habere baktım.
?ASKERİ DARBE GİRİŞİMİ! İstanbul köprüleri trafiğe kapatıldı.´
-Darbe mi? Bu ne demek şimdi? Anne ne oluyor?
-Bilmiyorum annem. Ama kötü şeyler olduğu kesin.
Tekrar televizyona döndüğümde haberde, Boğaz Köprüsü´nün askerler tarafından tanklarla kapatıldığı gösteriliyordu. İçime doğan kötü hisle birlikte yutkundum ve anneme döndüm.
-Anne, hazırlanmayacak mısın? Evimize gidelim haydi.
-Dur kızım şimdi gidemeyiz. Durum ciddi gözüküyor. Her ihtimale karşı biraz daha burada bekleyelim.
-Sence kötü şeyler olur mu?
-Öyle gözüküyor. Dua edelim de öyle olmasın.
Annemdeki tedirginlikle birlikte ben de ekrana döndüm.
***** 1 SAAT SONRA *****
Hızla yerimden kalkarken elimi sımsıkı bir şekilde ağzıma bastırdım. Ekrandaki görüntüye daha fazla dayanamayarak hızla arkama dönüp biraz hava almak için pencereye doğru gittim. Allah´ım ne yapacağız biz şimdi ? Anlayamıyorum. Bir anda nasıl işler bu derece kötüleşti ki. Göğsüm o kadar çok sıkışıyordu ki nefes almakta zorluk çekiyordum. Son bir saat içinde olaylar çok hızlı bir şekilde gelişmiş ve darbeci askerler halkla çatışmaya başlamıştı. Devleti ve milleti korumakla görevli askerler ellerinde devlete ait silahlarla halka ateş açıyor ve devleti çökertmek için ellerinden geleni ardına koymuyorlardı. Koca koca tankların arkasına saklanarak sözde savaştığını sanan korkaklar vatanı uğruna canını hiçe sayıp çoluğunu, çocuğunu, anasını, babasını, eşini geride bırakıp namusu bildiği toprağını, bayrağını korumak için tankların önüne yatıp namusu, kirli eller tarafından kirletilmesin diye şehadete kucak açan yiğitleri ezip geçiyor, milletin uğruna yüzyıllardır can almaktan ve can vermekten çekinmediği bu topraklar üzerinde hak iddia ediyorlardı. Yine bu devlete, bu millete ait olan savaş uçakları başımızın üzerinde hızla uçup bizleri bombalıyor, yüreklerimizin acıyla ve korkuyla kavrulmasına sebebiyet veriyorlardı. Lakin hesaba katmadıkları bir şey vardı. Biz Müslümanlar tek bir Allah´a güvenir ve sığınır, yalnız O´nun yolunda savaşır ve can veririz. Rabbimiz sonsuz güç, kudret ve merhamet sahibidir. Yerde ve gökte olan her şey yalnız O´nun isteğiyle hareket eder. O en güzel hüküm verendir. Ve bizler Rabbimize olan güven ve bağlılığımız ile savaşırız. Onlar ise ateşin karşısında bile sağlam duramayan demir parçalarının arkasına saklanırlar. Bizim ölümüz diridir, şehittir, meskenimiz Cennettir. Onların ise ölüsü leştir meskenleri Cehennemdir. Rabbimiz bizim yanımızdadır. Elbet bizi koruyacaktır.
Boğaz Köprüsü´ne yakın bir mesafede olmamız sebebiyle silah sesleri buraya da geliyordu. İçimdeki baskı o kadar büyüktü ki yerimde duramıyordum. İçim içime sığmıyor, göğsüm patlayacakmış gibi hissediyordum. Arkamı dönüp pencereden uzaklaştım ve annemin yanına dönüp tekrar habere baktım. Çatışmalar hala devam ediyordu ve görüntüler yürek parçalayacak cinstendi. Annemin bir anda ayaklanmasıyla irkildim ve anneme döndüm. Ne yapacağını bilemiyor gibi telaşla hareket ediyor ve dolapları karıştırıp birkaç malzemeyi kendisine ait olan çantanın içerisine koyuyordu.
-Ben daha fazla böyle oturup bekleyemem. Benim bir şeyler yapmam gerek.
-Anne nereye gidiyorsun? Ne yapacaksın ki?
-Benim gitmem gerek kızım. Böyle oturup her şeyi dışarıdan izleyemem. Gidersem hiç değilse yaralılara pansuman falan yaparım, yardım ederim. O da olmadı ben de çıkarım darbecilerin karşısına gerekirse sakat kalırım ya da ölürüm ama yine de burada oturup öylece bekleyemem. Bunu yapamam kızım. Burası benim de vatanım. Öylece oturup insanların ölmesine göz yumamam.
Annemin gözlerindeki yaşlarla birlikte dayanamayıp ben de ağlamaya başladım. Hızlıca yanına gidip sarıldım anneme.
-O halde ben de geleceğim seninle. Madem ölmekten bahsediyorsun o halde beraber ölelim. Ben senin olmadığın bir dünyada yaşamak istemiyorum.
Annem de kollarını bedenime sararken ıslak gözleriyle gözlerimin içine bakıp anlımdan öptü. Birbirimizden ayrıldıktan sonra hızlıca odadan çıkıp hastanenin koridorlarında çıkışa doğru seri adımlarla ilerlemeye başladık. Etraf çok karışıktı. Yaralılar o kadar çoktu ki doktorlar ve hemşireler hepsine yetişemiyorlardı. Rabbim sen bizi koru.
Sonunda hastanenin çıkışına vardığımızda vakit kaybetmeden annemin arabasına binmiş ve hızlı bir şekilde yolları aşmaya başlamıştık. Mahşerdeydik sanki. Çevredeki her şey yakılıp yıkılmış çatışmalar hala devam ediyordu.
-Nereye gidiyoruz anne?
-Köprüye.
Önüme dönüp yolları izlerken içimden dualar okumayı ihmal etmiyordum. Sonunda araba durduğunda tam inecekken annemi kolundan tutup onu durdurdum. Yaşlı gözlerimle anneme bakarken yaklaşıp yanaklarına öpücükler kondurdum.
-Hakkını helal et annem. Seni çok seviyorum. Benim annem olduğun için her gün Rabbime teşekkürler ediyorum. İyi ki senin kızınım.
Annemde yaklaşıp yanaklarıma öpücükler kondururken gülümseyerek gözlerimin içine baktı.
-Helal olsun yavrum . Sen de hakkını helal et annene. Ben de seni çok seviyorum . İyi ki benim kızımsın.
Son kez annemle sarılıp arabadan indik ve izdihama doğru ilerlemeye başladık el ele.
Belli bir süredir köprüdeydik ve hiç durmadan annemle yaralılara yardım ediyorduk. Her ne kadar belli etmesem de çok korkuyordum. Etrafımızda bir sürü parçalanmış insan cesetleri vardı ve biz de zor da olsa soğukkanlılığımızı koruyarak elimizden geleni yapmaya çalışıyorduk. Annem yerde uzanan abinin yaralanan bacağını bezle sarmayı bitirdikten sonra hızla kalktı ve ilerideki başka bir yaralının yanına koştu. Yerdeki abinin kalkmasına yardım edip başka birine emanet ederken ben de hızla annemin yanına koştum. Birkaç dakikadır ateş edilmiyordu. Bu nedenle de biraz da olsa rahat hareket edebiliyorduk. Ben daha annemin yanına varamamışken yeniden ateş edilmeye başlandı. Çığlık atıp kenarda duran arabaların arkasına saklandım hemen. Anlık korkuyla kalbim hızla çarparken bir yandan kendimi korumaya çalışıyor, diğer yandan da annemi bulmaya çalışıyordum. Ateş edilmesi sırasında annemi kaybetmiştim. Çevreyi gözlerimle hızla tararken onu gördüm sonra. Bedenimdeki tüm kan çekilirken gözlerimi bile kırpmadan ona bakıyordum. Yerde hareketsiz bir şekilde uzanan anneme. Beyaz renkli kıyafeti kanla boyanmış anneme. Yavaş yavaş kendimi kaybederken bedenim soğumaya, hissizleşmeye başlamıştı. Çevremdeki tüm sesler bir anda kesilmiş zaman durmuştu. Ne zaman ayaklanıp da anneme doğru koşmaya başladım bilmiyorum. Dilim benim kontrolüm dışında feryat edip annemi haykırırken kendimi dışarıdan izliyor gibiydim. Sonra bir anda her şey yerli yerine oturdu. Sesler geri gelmişti duran zaman tekrar akışına dönmüştü. Annemin yanına vardığımda artık kendi bedenimdeydim. Bedenimdeki soğukluk devam ederken sıcak gözyaşlarım hiç durmadan akıyor, boğazımdaki yumru canımı acıtıyordu.
-ANNE! Anneciğim. Aç gözlerini annem. Kurbanın olayım aç gözlerini bak bana. Anneciğim lütfen. Lütfen.
Bir anda boynumda hissettiğim ağır baskıyla dengemi kaybetmiş ve annemin üzerine düşüvermiştim. Boynumda hissettiğim acı yerini uyuşukluğa bırakmıştı. Bedenim hissizleşmiş ve daha da soğumuştu. Görüşüm bulanıklaşırken bedenimde ki son irade kırıntılarıyla acı içerisinde fısıldadım.
-Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü.