HANGİ mercekten bakarsanız bakın 24 Haziran seçimleri ve ilk turda bitmezse akabinde yapılacak 8 Temmuz ikinci tur seçimi Türkiye açısından bir dönemeç anlamına geliyor. Aslında 7 Haziran 2015 seçimlerine benzer ancak ondan daha yüksek ehemmiyete sahip bir seçime, iktisaden sıkışmış, toplum ve siyasetinde bir hayli gerilmiş halde gidiyor Türkiye.
Meclis ve başkanlık seçimlerinin birlikte yapılması, başkanlık seçimlerinin iki turlu olması gibi alışılmadık unsurlar barındıran bu seçimin öncesinde yaşanan gelişmeler, uzun zamandan beri ilk kez Meclis´te millet iradesinin tüm renkleriyle temsil edilebilmesi ihtimalini gündeme getirdi. MHP´yi Meclis dışında bırakmamak için bulunan ittifak yöntemi, yeni kurulan İYİ Parti ile iktidar partisiyle aynı kökten gelen Saadet Partisi´nin de Meclis´e girebilmelerine olanak sağlayacak. İttifaklara alınmamış HDP´nin ise normale yaklaşan bir ortamda gerçekleşen ve sayımı da Türkiye´nin 1950´den beri yerleşmiş geleneklerine uygun şekilde yapılan bir seçimde fazla zorlanmadan Meclis´e girmesi yüksek ihtimal.
Son 8 yılın önemlice bir bölümünü gerilimlerle, çatışmalarla, sert bir kutuplaşma ortamında, darbe atlatmış bir halde geçiren ülke ve toplum, gelinen noktada farklı bir ufka yelken açmak istediğini de çeşitli vesilelerle gösteriyor. Kamuoyu yoklamaları da toplumda bir arayışın mevcudiyetine işaret ediyor. Toplumun çeşitli kesimleri kendi dertlerinin çerçevesinden beklentilere sahip. Bunların başında toplumsal uzlaşma ve havanın her zerresine sinen gerginliğin giderilmesi geliyor.
2001 krizinin ardından yaşanan ekonomik yeniden yapılanma sayesinde toplumun giderek daha genişleyen bir kesimi iktisadi hayatın bir parçası haline geldi. Köyler boşaldı. Kentleşme ve mülk sahibi olma da hızlandı. Ortada artık 17 yıl öncesinden farklı bir sosyoloji, sorunlar demeti ve özlemler var. Geçmişin formülleriyle bunlara cevap vermeye kalkmanın bir işe yaramadığını, 2000 yılında doğan gençliğin siyasi yönelimleri gösteriyor. Bugün gençliğin sesini duymayan, kadın meselesinin ve kadınların yükselen toplumsal gücünün farkına varamayan bir siyasetin Türkiye´nin geleceği hakkında söyleyecek kayda değer bir sözünün olması söz konusu değil.
MECLİS ÖNEMLİ
Her ne kadar Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen ancak işleyiş detayları hâlâ ortaya çıkmamış bir yönetime doğru gidiyorsa da, gücü epey budanmış Meclis´in anayasal düzendeki ve siyasetteki ağırlığı hepten de yok olmuş değil. 24 Haziran sonrası Meclis çoğunluğunun muhalefet saflarına geçmesi ihtimali bugünkü koşullarda yabana atılamaz. Fransız usulü bir ?kohabitasyon? (birlikte yaşama) tablosu durumunda Meclis´in önemi daha da artmış olacak. Böylesine özgün koşulları olan ve ülkenin geleceğinin ne yöne evrileceğini belirleyecek bir seçimde siyasi partilerden, özellikle de kendisine sosyal demokrat diyen bir partiden beklenecek asgari sorumluluk, kıpır kıpır ve genç bir toplumun özlemlerine uygun bir aday listesiyleortaya çıkmasıydı. CHP liderliği, kendi vasatlığına ve battallığına tehdit olarak gördüğü siyasetçileri listelere sokmayarak seçimin manasını, önemini kavramadığını gösterdi. Parti içi iktidara sahip olmanın ülkenin geleceğini şekillendirmek, toplumun özlemlerine cevap bulmak gibi bir çaba içine girmekten daha değerli bulduğunu ikrar etti.
Kendi cumhurbaşkanı adayının bile arkasında durmayan ve zaten geçmişte Ankara´da kazandığını ilan ettiği belediye başkanlığının bile peşinden gitmeyen bir partiden belki de başka bir davranış beklememek gerekirdi.
CHP yönetimi bir kez daha tarihsel bir anın tarihselliğini, seçimin nasıl bir dönüm noktası anlamına geldiğini belli ki idrak etmemiştir. Partinin enerjisini Cumhuriyet´in değerlerini korumak, demokratik sistemi güçlendirmek, toplumun özlemlerini karşılamak amacıyla topyekûn seferber edecek bir arayış içine girmemeyi tercih etmiştir.
Bu şekilde de partinin kurucusunun mirasına layık olmadığını, olmak gibi bir niyetinin de bulunmadığını göstermiştir.