Seçimden sonra Türkiye-ABD ilişkilerinde ne bekleyelim?

İbrahim Kiras yazdı:;

Seçimden sonra Türkiye-ABD ilişkilerinde ne bekleyelim?

Epeydir dünyamızın “küresel hegemonu” durumunda olduğu için ABD’deki seçimler herkes gibi bizi de daima yakından ilgilendirmiştir. Ama bu defa her zamankinden daha fazla ve daha yakından ilgilendiriyor gibi görünüyor. Bunun sebebi Türkiye’deki siyasi iktidarın istikbalini Washington’daki yönetimin yeni dönemde atacağı adımlara endeksleme yaklaşımı. Bu hemen her kesimde görülebilen bir değerlendirme tarzı. Ama ayakları tamamen yere basmıyor. İki ülkenin ilişkilerinin tabiatını göz ardı ediyor çünkü.   

Türkiye’deki iktidar bloğunun Trump’dan beklentileri ve ümitleri de bu bakımdan gerçekçi değil. Ama son senelerde AK Parti iktidarının yansıttığı kurumsal ilişkileri (veya ilişkilerin kurumsal zeminini) fazla önemsememe tavrı gerçek. Bu meyanda Amerikan devletiyle ilişkilerimizde ortaya çıkan problemleri temel kurumların by pass edilmesi yoluyla düzeltme girişimleri şaşırtıcı değil.  

Zaten “Trump gelecek vahşet bitecek” edebiyatı 2016 seçiminde başlamıştı. ABD tarihinde Türkiye’ye en fazla yakınlık gösterip destek veren başkan olan Obama ile nedense aramız açılmıştı. Beyaz Saray’a -yine Türkiye’ye ve İslam dünyasına yaklaşımı ölçülü olan- Clinton’ın gelmesini istemiyordu AK Parti çevreleri. Bunların Türkiye’yi bölmek ve yıkmak istediklerini keşfetmiştik 15 yıl sonra. Trump seçilsin diye günlerce dualar edildi, salatı tefriciyeler okundu, hatimler indirildi.  

Sonra o kazansın diye dua ettiğimiz Trump şimdiye kadar hiçbir Amerikan başkanının cesaret edemediği şeyi yaparak, bırakın İslam dünyasını, bütün dünyayı karşısına almak pahasına Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma adımını attı. Rahip Brunson krizinde bizi resmen tehdit etti. Mektup gönderip hakaret etti. PKK konusunda da FETÖ konusunda da olumlu bir adım atmadı. Ama hâlâ seviyoruz Trump’ı. Kazansın diye dua etmeye devam ediyoruz. Neden? 

Çünkü Trump tıpkı bizim gibi dış politikayı (ve genel olarak ülke yönetimini) kurumsal olmaktan ziyade informel kişisel ilişkiler üzerinden yürütmeyi tercih ediyor. Bu arada kendi kişisel çıkarlarıyla ülkesinin milli çıkarları arasındaki sınırın belirsiz kalmasını seviyor. Biz de son birkaç yıldır devlet yönetimini merkezileştirip kişiselleştirme yolunda önemli adımlar attığımız için halihazırdaki “informel ilişki” işimize geliyor. 

İşte tam da bu yüzden “Biden seçilirse Türkiye-ABD ilişkilerinin radikal biçimde değişmesini beklemek abartı olur” diye düşünüyorum. Çünkü bugün bizim Trump’la ilişkimiz kişisel bir ilişki. Kurumsal değil. ABD devletiyle ilişkimiz Trump ile ilişkimizden farklı bir düzlemde yer alıyor. O ayrı yürüyor, öbürü ayrı yürüyor.   

Dolayısıyla mevcut başkanla ilişkilerin Türkiye’nin milli çıkarları üzerinde doğrudan ve kalıcı bir etkisinin olacağını veya olmakta olduğunu düşünmek mantıklı olmaz. 

*** 

Kişisel ilişkiler kime ne sağlıyor peki? Karşı tarafa ne sağladığını tam biliyoruz. Ama bize öncelikle iç politikada kullanılabilecek malzeme sağlıyor. Rahmetli Özal’ın “baba Bush”la samimi görüntüleri, rahmetli Demirel’in ilk defa siyasete atıldığı 1962’deki AP Kongresi’nde delegelere ABD Başkanı Lyndon Johnson ile çekilmiş fotoğraflarının dağıtılması gibi… Bu dönemde “dostum Trump” sözleriyle aynı etki yaratılmaya çalışılıyor. Ama bir ileri adım daha atılarak ilişkilerin eşit seviyede oluşuna, Türk milletinin onurunun zedelenmeden yürütüldüğüne yönelik bir propaganda paketi de yürürlüğe sokuluyor. Hatta siyasi ömrü -Soğuk Savaş dünyasındaki sol kültürün etkisiyle- ABD karşıtı çizgide geçmiş, Washington’la en fazla karşıya karşıya gelmiş siyasetçi olan Ecevit’in bir fotoğrafı “Bizden öncekiler el pençe divan duruyorlardı” propagandasına alet ediliyor. 

İşte bu yüzden Trump’la ilişkiler belli bir boyutuyla yansıtılıyor içeriye. Türkiye’ye daha önce hiçbir Amerikan başbakanının yapmadığı hakaretleri yönelten utanç mektubunu gönderen, tehditler savuran Trump “Türkiye’nin ve -esas itibarıyla- Erdoğan’ın dostu” olarak tanıtılmaya çalışılıyor. Bunun için sözgelimi iktidardan önceki hayatı Filistin ve Kudüs nutukları veya sloganları atmakla geçmiş bazı kişiler Trump’ın bu konuda yaptıklarını görmezden gelmeyi içlerine sindirebiliyorlar. Basın organlarında bu konulara değinilmiyor. O gazeteleri okuyanlar, o televizyon kanallarını seyredenler Trump’ın aslında gizli Müslüman olduğunu, dedelerinin Konya’dan geldiğini falan düşünsünler diye gayret gösteriliyor.  

*** 

Peki, S-400 konusunda veya Halkbank davasında Türkiye’nin yaptırımlardan ve ağır cezalardan kurtarılmasında katkısı yok mu Trump’ın? Evet, görünüşe göre var. Özellikle bu iki konuda -neyin karşılığında olduğunu bilmediğimiz- desteği bize bir ölçüde nefes aldırdı. Bu doğru ama Trump’ın yaptığı şey sorun çözücü bir hamle değil. İki ülkenin birbirinden şikayetleri her geçen gün artıyor ama Erdoğan ve Trump kendilerini bunun dışında tutuyorlar ve bu duruma çare bulmaya da ihtiyaç duymaz görünüyorlar.  

Dolayısıyla kişisel ilişkilerden ülke olarak pek bir fayda gördüğümüzü söyleyecek durumda da değiliz. Biden kazanırsa belki onunla da benzer şekilde kişisel ilişki geliştirilebilir. Gerçekleşmesi çok düşük bir ihtimal olması bir yana bu senaryonun da iki ülke arasındaki problemlerin çözümüne ilişkin ele avuca gelir bir ümit sunmadığı ortada. Hatta seçimi yeniden Trump’ın kazanması durumunda bugünkü “kişisel” ilişkilerin devam etmesinin garantisi de yok. Belki bakarsınız Trump ikinci döneminde farklı bir tutum alır bize karşı.  

“Kim gelirse gelsin bir şey değişmez” mi diyorum? Tam olarak değil. Değişen şeyler olur elbette. Tarihte de örnekleri var bunun. En basitinden, Demokrat başkanlarla Cumhuriyetçi başkanların Türkiye’ye yaklaşımları aynı olmuyor. Ancak önemli olan bizim dış politikada neyi temel aldığımız ve bu bağlamda nasıl bir yolla sorunlarımızı çözmeye ve milli çıkarlarımızı gerçekleştirmeye yöneleceğimiz. Bunların yanında Beyaz Saray’da kimin oturduğu çok küçük bir detay hükmünde.