Şu anda yönetilmekte olduğumuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde parlamento neredeyse işlevsiz hale gelmişken, parlamentodan küçük partileri dışlamak istemenin istikrara herhangi bir katkısı olmayacaktır. Muhtemelen bu fikrin mucitleri küçük partilerin başarısız olacağı algısını yaratarak esas seçim olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde de bu partileri marjinalize etmeyi hedefliyorlar.
Her ne kadar siyasal kurumların insanların davranışlarını biçimlendirdiği ve iyi bir demokrasinin temel kurumlarının insanlarda akıl karışıklığı ya da belirsizlik duygusu uyandırmaması için çok değiştirilmemesi gerektiği söylense de, ülkemizde siyaset biliminin bu kuralına riayet edildiği söylenemez. Özellikle de söz konusu seçim kanunları olduğunda gerek iktidarlar gerekse de iktidara ortak kurumlar kuralları değiştirmeye fazlasıyla eğilimli bir profil sergilerler. Türkiye’de demokrasi ve seçimler tarihi bu açıdan seçim kanunları tarihi olarak da okunabilir. Çok partili seçimlerin yapıldığı ilk günden itibaren seçim sistemimiz düzenli olarak değiştirilmiş: 1946, 1961, 1965, 1969, 1983, 1987, 1991, 1995 ve 2018 başlıca değişiklik tarihlerimiz, bir şans eseri olarak 1995’ten 2018’e kadar olan dönem aynı seçim sistemini kullandığımız en uzun dönem olarak önümüze çıkıyor.
Büyük Partileri Kayıran Seçim Mühendisliği
Bugünlerde yine seçim sistemimizde bazı değişiklikler yapılması söz konusu, her zamanki gibi iktidar partisi tarafından tetiklenen bir değişiklik önerisi bu. Bugüne kadar muhalefetin işine yaraması amaçlanan bir sistem değişikliği önerisine rastlamadığımızdan, bu önerinin de iktidar ya da iktidar bloğuna hizmet edeceğini söyleyebiliriz. Bu arada AK Parti döneminde daha önce de sistem değişikliği önerileri olduğu ancak hayata geçirilmediği göz önünde tutulursa, belki bu öneri de tarihin tozlu raflarında yerini alır.
Sandalyelerin İllere Dağılımı
Seçim sistemi değişikliği önerisinin içeriğini tartışmadan önce, seçim sistemlerinin unsurlarını ve hangi kriterlerle değerlendirilmesi gerektiğini konuşmamız gerekir. “Oyların sandalyelere dönüştüğü mekanizmalar” olan seçim sistemlerinin ana unsurlarından biri sandalyelerin bizim örneğimizde illere dağıtılmasıdır. Şu anda uyguladığımız “genişletilmiş Huntington” denilen sistem öncelikle her ile bir sandalye tahsis etmesi nedeniyle küçük illeri kayırıyor. 5 Mart 2020 tarihli Yüksek Seçim Kurulu kararıyla yapılan yeni dağılıma göre İstanbul, Ankara ve İzmir’de 155 bin kişiye bir milletvekili düşerken; Tunceli’de bu rakam 85 bin, Ardahan’da 48 bin ve Bayburt’ta 42 bin. Başka bir deyişle bir Ardahanlı üç buçuk İstanbulluya denk geliyor. İllere sandalyelerin nasıl tahsis edildiği konusu zaman zaman gündeme gelse de seçim sisteminin diğer unsurları yanında gölgede kalıyor ve bu adaletsizlik pek tartışılmıyor.
Seçim Formülü
Diğer unsurların arasında en fazla gündeme geleni seçim formülü, yani vatandaşların verdiklerin oyların partilerin milletvekili sayılarına dönüştürülme mekanizması. Teknik bir dille ifade edersek, Türkiye 1961 yılından itibaren Orantılı Sistem formülleri, en fazla oy alanın bütün sandalyeleri aldığı Çoğunlukçu formüllere tercih ettiğini söyleyebiliriz. Başlangıçta “oyları kuyumcu terazisiyle tartan” Milli Bakiye formülü benimsenmiş olsa da bu sistem sonucunda TİP gibi küçük partilerin oyları oranında sandalye kazanmalarından rahatsızlık duyulup büyük partileri kayırdığı bilinen D’Hondt formülüne geçilmiş. 2018’deki seçim ittifaklarına izin veren yeni sistemle birlikte ikili D’Hondt diyebileceğimiz bir formül uygulanıyor, oylar önce ittifaklar arasında, daha sonra da ittifak içinde D’Hondt formülü ile dağıtıldığından ilk aşamada büyük ittifak, ikinci aşamada da ittifakın büyük partisi kayrılmış oluyor. 1990’ların sonunda D’Hondt tartışılmış ve yerine daha adil sistemler önerilmiş olsa da bu konuda herhangi bir adım atılmış değil.
Seçim Çevresi Büyüklüğü
Seçim sistemlerinin bir başka unsuru da çevre büyüklüğü, yani bir çevrede seçilecek milletvekili sayısıdır. Çoğunlukçu formüllerin büyük bir kısmında tek kişilik seçim çevreleri olsa da Orantılı Sistem formüllerinde seçim çevresi büyüklüğü ikiden başlayıp İsrail örneğinde olduğu gibi ülkenin tamamına kadar büyüyebilir. Az bilinen kurallardan biri çevre büyüklüğünün de bir tür baraj işlevi gördüğüdür, ortalama çevre ne kadar küçülürse, etkin baraj o kadar yükselir ve küçük partilerin sandalye alması imkansızlaşır. Örneğin, İstanbul’da üç bölgedeki 98 milletvekili Cumhur İttifakına 51, Millet İttifakına 35 ve HDP’ye 12 şeklinde dağılmış. İttifaklar içindeki dağılımdan sonra bile her parti kendi oy yüzdesine yakın oy almış. Ama eğer İstanbul’u 5’er sandalyelik 20 bölgeye bölmüş olsak, oy dağılımı her bölgede aynı bile olsa, Cumhur İttifakı 60, Milleti İttifakı 40 milletvekili çıkaracak; HDP’lilerin yüzde 12’lik oyu berhava olacaktı. 33 tane 3’lük bölgeye böldüğümüzde de Cumhur İttifakı 66, Millet İttifakı 33 sandalyeye sahip olacaktı. D’Hondt formülüyle dar bölgeler bir araya geldiğinde işte böyle bir görülmeyen baraj işlevi görür ve büyük partileri kayırır.
Seçim Barajı
Seçim sistemlerinin daha fazla bilinen başka bir unsuru da seçim barajları. Şu anda ülkemizde uygulanan yüzde 10 barajı, partilerin dahil oldukları ittifaklarının toplam geçerli oyların yüzde 10’unu geçmesini zorunlu kılıyor. Eğer bir parti ülke çapında bu barajın altında kalırsa oyları yok sayılıyor. 2002 seçiminde sadece iki partinin -AK Parti ve CHP- barajı geçmesi ve diğerlerinin baraj altında kalması, umulmadık bir şekilde AK Parti’ye kurulduktan kısa bir süre sonra büyük bir çoğunlukla iktidarı getirmişti. HDP’nin öncülü olan bütün partiler, bir dönem CHP ve birkaç dönem de MHP bu şekilde parlamento dışı kalmış ve ancak bağımsız adaylar ya da başka parti çatısı altında seçime katılarak bu barajı aşabilmişlerdi.
Şu andaki sistemimiz küçük partilerin de ittifaklara dahil olarak barajı geçebilmesini sağladığından, daha adilmiş gibi gözükebilir ancak “çifte kavrulmuş” D’Hondt sisteminin her zaman büyük partilere avantaj sağladığını hatırlatalım. Bir de kendi siyasi çizgisi nedeniyle herhangi bir ittifak tarafından kabul görmeyen bir parti başlangıçtan itibaren oyun dışında kalmaya mahkûm olacağından, pek de adalet getirdiğini söyleyemeyiz. Bu arada ülkemizde 1983 ve 1987 seçimlerinde görüldüğü üzere seçim çevresi barajı da konulabilir, bu seçimlerde örneğin Bilecik’ten milletvekili çıkarabilmek için oyların yüzde 50’sini almak gerekiyordu.
İşte, siyaset mühendisleri seçim sisteminin bu dört unsuruyla -sandalyelerin illere dağılımı, seçim formülü, seçim çevresi büyüklüğü ve seçim barajı- oynayarak kendilerine en avantajlı sistemi kurmaya çalışırlar. Aslında 1995 yılında iyisi kötüsüne denk geldiğinden 1995 yılında yapılan bir Anayasa değişikliğiyle “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir” maddesi eklenerek iktidarların seçim sistemleriyle oynamaları kısıtlanmak istendi. 2001 yılındaki başka bir değişiklik de “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” maddesini Anayasa’ya ekleterek iktidarın kendi lehine değişiklik yapmasını engellemeyi amaçlasa da 2017 Anayasa Referandumu’ndaki Geçici 21. Madde’nin H fıkrasındaki “Anayasanın 67'nci maddesinin son fıkrası hükmü, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra birlikte yapılacak ilk milletvekili genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından uygulanmaz” eklentisiyle bu tedbir ortadan kalkmış oldu. Yine de 1995 yılından 2018 yılına kadar virgülüne dokunmadan aynı seçim sisteminin uygulanmasını belki de bu kısıtlamalara borçluyuz.
Yukarıda yer alan Türkiye Seçimlerinde Orantısızlık başlıklı grafik ülkemizde vatandaşların verdikleri oyların sandalyelere dönüştürülmesinde nasıl bir farklılık olduğunu gösteriyor. Gallagher Endeksi adı verilen bu endeks, partilerin aldıkları oy oranları ile parlamentodaki sandalye sayıları arasındaki farka odaklanıyor ve rakam 1’e yaklaştıkça tam orantısızlık anlamına, 0 ise tam orantılı olma anlamına geliyor. Görüldüğü üzere 1960 öncesinde görülen temsilde adaletsizlik 1961 reformuyla azaltılırken, Milli Bakiye’den D’Hondt’a geçilmesiyle orantısızlık artmış. En adaletsiz biçimiyle bölgesel barajın uygulandığı 1987 seçimleri ve sadece iki partinin yüzde 10’luk seçim barajını aşabildiği 2002 yılı haricinde 1995’ten bu yana yüzde 10 ile yüzde 6 arasında değişen bir endeks gözlemliyoruz, bu da aşırı adaletsizlik olmadığını gösteriyor.
AK Parti’nin Seçim Sistemi Teklifi
Pekiyi, AK Parti’nin teklif etmeyi planladığı seçim sistemi ne gibi unsurlar içeriyor? Duyumlara göre öncelikle seçim ittifakının küçük ortağının en az yüzde 5 alması gerektiği gibi bir değişiklik yapılarak, yüzde 5’in altında oy alacak ittifak ortaklarının parlamentoda temsil edilmesi engelleniyor. Bu yüzde 10’luk ülke barajının düşürülmesi gibi gözükse de aslında ittifaklar yoluyla bir ittifakta yer alabilecek makbul partilerin önüne baraj konulması gibi yorumlanabilir. 5’ten fazla milletvekili çıkaran illerin 5’lik seçim bölgelerine bölünmesi önerilmiş ki bu da yukarıda bahsettiğimiz üzere etkin barajın arttırılması ve yine küçük partilerin oylarının büyük partilere aktarılması anlamına gelmekte. Bir de buna söylenti olarak duyduğumuz bölge barajlarının gelmesi, yani bir partinin o bölgede milletvekili çıkarabilmek için belirli bir oy oranına erişmesi gerekliliğini de eklersek, planlanan seçim sistemi değişikliklerinin küçük partileri dışlamak üzere kurgulandığını açıkça görürüz, bu da yeni girişimlerin önüne bir tür “giriş engeli” olarak dikilecektir.
Seçim Mühendisliğine Karşı Psikolojik Faktör
Bununla birlikle seçim sistemleriyle oynamayı seven siyaset mühendislerinin unutmuş olduğu önemli bir unsur var: İnsan psikolojisi. Siyaset Bilimi disiplinin kurucu babalarından Maurice Duverger, siyasi parti sistemlerini tartışırken “psikolojik faktör” adında bir kavramdan bahseder. Seçim sistemlerinin oyları sandalyelere tahvil ederken kullandıkları bazı mekanik etkilere değindik, Çoğunlukçu formüller parti sayısını azaltır; Orantılı Temsil formülleri parti sayısını arttırır. Bu hesaplamaların mekanik etkisinden kaynaklanır. Öte yandan seçmenlerin seçim sistemleri konusundaki algıları da seçim sistemi üzerinde etkili olur. Mesela Çoğunlukçu bir formül, düzenli olarak küçük partileri cezalandırdığı için seçmenler oylarını stratejik olarak değiştirirler. Birinci tercihi küçük partilerden bir aday olan seçmen, seçilme olasılığının olmadığını görünce ikinci tercihine yönelir. Böylelikle birinci tercih olarak pek teveccüh görmese de ikinci tercih olarak en fazla beğenilen aday seçilebilir, bunu da iki turlu seçimlerde daha rahat görürüz. Birinci turda birinci tercihi elenen seçmen, ikinci turda kendi adayı olmadığından ikinci tercihine, o da olmazsa üçüncü tercihine yönelir.
Psikolojik faktör bizim seçim sistemimiz gibi Orantısal Temsil formüllerinde de devreye girer. Orantısal Temsil formüllerinde küçük partilerin temsil edilme olasılığı daha yüksek olduğundan, bunun farkında olan seçmen için tercihini kaydırması için bir motivasyon olmaz. Seçmen küçük partiden de olsa en iyi adayı için oy verir; bu da sistemdeki parti sayısını arttırır ve partiler arası uzlaşmaları zorlaştırır. Tabii biraz önce bahsettiğimiz etkin ve yasal seçim barajları da tam tersi bir etki yaratır, partiler istemeseler de uzlaşırlar.
Orantısal Temsil sisteminde de stratejik oy verme davranışına rastlanır, başka bir yazının konusu olmakla birlikte seçimler öncesinde açıklanan anket sonuçlarının psikolojik bir etkisi bulunur, insanlar kaybeden partiye oy vermek istemediklerinden, kazanan partinin adaylarına oy verme eğilimi taşırlar.
Seçim sistemlerinin psikolojik etkisi sadece bunlarla sınırlı kalmaz. Seçim sisteminde sürekli değişiklik yapılırsa –Türkiye’de 1983, 1987, 1991 ve 1995 seçimlerinin hiçbirinde bir önceki seçim sistemi kullanılmadı örneğin-, seçmenin seçim sisteminin mekanik etkilerini öğrenme şansı olmaz, bu da seçmen uçarılığının bir nedeni sayılabilir. Seçim sistemi ne olursa olsun, en az dört kere uygulanmasının iyi olduğu yönünde bir kanı da bundan doğar.
Öncelik ‘Temsilde Adalet’ Olmalı
Aslında temel soru, seçim sisteminden ne beklediğimize bağlı. Şu ana kadar -1995 değişikliğini bir kenara bırakırsak- bütün sistem değişiklikleri iktidardaki partinin işini kolaylaştıracak şekilde gerçekleştirilmiş, bunu yaparken de “yönetimde istikrar” şiarına sarılmışlar. Ülkedeki siyasal parçalanma arttıkça, yapay bir parlamento çoğunluğu üretecek sistemlere, dar bölgelere ya da ulusal barajlara sarılmışlar. Oysa 1995-2018 sistemimiz aynı seçim sisteminin koalisyonlar da tek parti hükümetleri de ürettiğini göstermişken; sadece seçim sistemiyle oynayarak bir siyasal sistem inşa edilemeyeceğini açıkça gösterdi. Tarihsel kırılımlar ve günlük gelişmeler seçim sistemlerine “rağmen” de etkili olabiliyorlar, örneğin 1991 değişikliği ANAP’ın iktidarı kaybetmesini engelleyebilmiş değil.
Hele şu anda yönetilmekte olduğumuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde parlamento neredeyse işlevsiz hale gelmişken, parlamentodan küçük partileri dışlamak istemenin istikrara herhangi bir katkısı olmayacağı açık. Muhtemelen bu fikrin mucitleri küçük partilerin başarısız olacağı algısını yaratarak esas seçim olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde de bu partileri marjinalize etmeyi hedefliyorlar.
Oysa bizim ülkemiz gibi sayısız kırılmadan mustarip, toplumun büyük bir kesiminin dışlandığı bir ortamda temel hedef “temsilde adalet” olmalı ve en ufak siyasi görüşü dahi temsil edecek bir parlamento oluşturmak amaçlanmalı ki, siyasal sistemimiz herkesin iktidara gelme olasılığına sahip olduğu “köydeki tek oyun” haline dönüşsün.
____
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.
PERSPEKTİF AJANAS