Çok sevdiğim bir komşum var. Hem komşum, hem arkadaşım.
Adı Enver Kılıçoğlu. Zeki bir adam. Son derece de nüktedan.
Bir gün, bayram namazındayız. Hoca Ahmet Yesevi Camii’nde.
Müezzin tekbirleri biraz seri okuyor. Hani ne derler, ‘yürük.’ Tabii ki cemaatin de ona eşlik etmesi gerekiyor.
Bunu müezzine söyleme ihtiyacı duydum.
(Bu arada, Yesevi Camii’nin imamının da müezzininin de edası, sedası güzeldir.)
Kalabalık içinde söylesem olmaz. Müezzinin yalnız kalmasını bekledim ve söyledim. Sonra da camiden çıktım.
Baktım Enver Abi hala bekliyor.
Beni görünce, harika Of şivesiyle “Yusuf neresun” dedi, “İki saattur bekleyirum seni, ayaklaruma kara sular endi?”
“Müezzini bekledim” dedim, “Tekbiri biraz hızlı okuyor. Hızlı okuyunca da Itri’nin bestesi olmaktan çıkıyor, başka bir şeye dönüşüyor. Onu hatırlattım.”
Gülümsedi Enver Abi. “Beki da Çin malidur” dedi, “Beki da muezzin dayadı bize Çin mali çakma tekbiri!”
Aslında makamı o kadar da önemli değildir Tekbir’in. Araplar başka türkü okuyorlar ve o da güzel. Belki ben Tekbir okurken müezzinin peşinden koşmak rahatsız ettiği için tashih etme ihtiyacı duydum.
İBB’nin tertip ettiği Şeb-i Arus’dan sonra yükselen Ezan, Kur’an tartışmaları o bayram sabahını hatırlattı bana.
Dün arkadaşım Hakan Albayrak da yazmış. Tartışmalar üzerine ben de seyrettim. Ezan yok Şeb-i Arus’ta. Itri’nin Tekbir’ini, bu kez bestesine uygun bir şekilde fakat Türkçe okuyorlar. Musıki tabiriyle ‘güfte’yi değiştiriyorlar. Yani yine Itri’nin Tekbir’i değil.
Bu arada, “Allah büyüktür”ün “Allahu Ekber”in tercümesi olamayacağını da belirtelim.
Türkçe okununca tabii ki bizim bildiğimiz Tekbir’in lezzetini vermiyor. Ama öyle okumak onları daha mutlu ediyorsa, Peygamberimiz’in hatırasını daha yakından hissediyorlarsa okusunlar, ne yapayım?
Ezan Türkçe okunsaydı daha derin anlamlar yüklenebilirdi.
Çünkü Türkçe Ezan’a dair acı hatıralarımız var.
Ayrıca, siyasi anlamı da var, milli şeflik döneminin CHP’siyle ilgili.
Tartışmaların Ezanla ilgili kısmı boşa mı gitti şimdi?
Gitmemiştir. Siyaset bu. Mutlaka istifade eden olmuştur.
Ayin, usule uygun yapılmadı diyor bir çok Mevlevi.
Farsça beyitlerin Türkçe okunmuş olması üzerinde epeyce duruyorlar. Benim bilmediğim başka ayrıntıları da eleştiriyorlar.
Doğru söylüyorlardır her halde.
Kadınlar sema yapmaz diyorlar. Bazıları da, kadınlar erkeklerle bir arada sema yapmaz diyor.
Bu konuda Mevleviler arasında bir ihtilaf olduğunun farkındayım. Daha önce de tartışılmıştı çünkü.
Bir tarafıyla ‘dini’ sayılan bir merasimde, kadın-erkek karışık sema yapılması bana da çelişkili geliyor.
Ya Türkçe Kur’an?
Türkçe Kur’an diye bir şey yok. Kur’an-ı Kerim’in Arapça olarak indirildiğinde hiç kimse ihtilaf etmemiş şimdiye kadar.
Kur’an tercüme edilebilir mi?
Müslümanlar, genellikle ‘tercüme’ kelimesini kullanmıyorlar Kur’an-ı Kerim söz konusu olduğunda. Nezaketen ‘meal’ diyorlar.
Bu, hiçbir tercümenin Kur’an lafzında mevcut olan anlamı tam olarak karşılayamayacağı düşüncesinden geliyor.
Evet, doğru.
Sadece Kur’an-ı Kerim için değil, başka metinler için de doğru.
Dolayısıyla, meal okuduğun zaman Kur’an okumuş olmazsın, meal okumuş olursun.
Peki okunmaz mı meal?
Kur’an-ı Kerim’in bize ne anlattığını anlayabilmek için tabii ki okunur.
Hatta Arapça bilmeyenlerin Kur’an-ı Kerim’i mealiyle birlikte okuması tavsiye edilir.
Kur’an-ı Kerim’i anlamayı daha çok önemseyenler tefsirlere de müracaat ederler.
Şeb-i Arus merasiminde bir Aşr-i Şerif’in meali okunmuş.
Okunabilir. Ama Kur’an tilaveti sayılmaz, meal okunmuş olur.
Muhtemelen bu, Mevlevi ayinlerinin geleneksel usulünden de bir sapma niteliği de taşır.
Kur’an’ı ‘Türkçe Kur’an’ diyerek okumanın da siyasi çağrışımları olduğunu bilenler bilir. Tek Parti döneminde bir ara tecrübe edilmişti, vazgeçildi.
Peki, bu Şeb-i Arus performansından Diyanet İşleri’nin de ağırlığını koyacağı böylesine şiddetli, kapsamlı bir siyasi tartışma çıkar mı?
Çıkar mı ne demek, çıktı zaten.
Mamafih, her vakada -sağdaki veya soldaki- siyasetçilere ayak uydurmak zorunda değiliz.