Şiiriyeti Fark Etmek
Şiir her şeyden önce bir bildiridir, çünkü iletişimdir. Şairin hayatına dair (dikey ya da yatay) bütün bir maceranın ifşasıdır. Bunu göze alanların şiir yazdığına dair çıkarımda bulunulabilir. Şairin iç dünyası ile dış/reel dünya arasında gerçekleşen bir birliktelikten söz edilebilir. Şair bu iki yaşantı şekli arasında gel-git yaşar çünkü. Bunları yatay yaşantıda gizlemeyi başarsa bile, dikey yaşantıda her şey açığa çıkar. Çünkü mısralarına gömülen kendilik, saklanmaya çalışılan gel-gitler, şiir üzerinden şairi ele verir. Şiirin tabiatı budur.
Şiir iç dünyanın dilidir. Şairin özünün aktarımıdır. Dış dünya ile iç dünyanın balansını yapan merkezdir. Dolayısıyla, hayatın gerilimli kısırdöngüsünün dışındadır. Bu durum, şaire kendini kendinde buldurduğu yerdir. Kendini şiir üzerinden ifade etmek cümlesi, şairin de okurun da kendini bulduğu yer anlamı katar şiire. Kendini şiirle ifade ettiğini düşünen çok kişi vardır. Çünkü şiir okudukça kendini anlamak bir tür farkındalık sağlar. Bu farkındalık "kendini daha iyi tanımak ve içsel yolculuğun duraklarını fark etmektir. Bu noktadan sonra yazının giriş cümlesindeki anlama yeniden odaklanmamız gerekiyor. Şiiri bir bildiri, iletişim olarak tanımlamıştık. İletişimin çift yönlü olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. Şairin şiiriyetini fark etmesi üzerinde durduk. Bundan uçlanan diğer mesele de şairin anlaşılmasıdır. Çünkü anlamak ne kadar önemliyse anlaşılmak da en az anlamak kadar önemlidir. Hatta burası, önemli yerine "değerli" kelimesini kullanabileceğimiz yerdir. Anlayan anlatır. Anlamayanın anlatabileceği bir şey yoktur. Bu durum alenen anlaşılmazlık-anlaşılamazlık demektir. Bu meselenin bundan sonraki kısmında da eleştiri ve eleştirmen gerçeği vardır.
Eleştiri, sanat eserinin değerini ortaya çıkarma, sanatı iyi ve güzel olmayandan kurtarmaya çalışma, eserin darasının düşürülmesine ve kalıcı bir niteliğe yaklaşmasına yol açmaktır. Dolayısıyla sanatçı daha güzelini üretmeye, eseri olgunlaştırmaya ve daha başarılı eserler vermeye de teşvik edilmiş olur. Bu anlamda eleştirmen okura ve yazara hatta yayın dünyasına gönüllü olarak kılavuzluk etmektedir. Eleştiri; eserin değerini verilerle ortaya çıkarmaktır. Özellikle de şiirleri teşrih etmek, parçalamak, doğramak anlamına gelmemektedir. Tenkit, nakitle aynı kökten gelir ve değerini vermek demektir. En fazla, tanıtım, açıklama, sınıflama, yargılama ve ayırt etme anlamındadır. Şairin şiiriyetini fark etmesi, kendisi ve okur açısından metnin durumunu anlaması konuya dâhildir. Ahmet İnam'ın konuya yaklaşımı ilginçtir. "Eleştiri, derin bir edebiyat yaşamının gereksinimi olduğunda, anlamlıdır. Böylesi bir yaşamın anlamlara, değerlere gereksinimi vardır. Şair yaşamın anlamına anlam katan biridir. İşte onun anlamına anlam vermek görevi eleştirmenindir". (İnam, 2022). Ahmet İnam'ın sözünü ettiği "derin bir edebiyat yaşamının gereksinimi" cümlesinin açılması gerekir elbette. Bu şekilde söz edilen kişi eleştirmendir. Şiirin yolculuğuna ortak olan, şiiri anlamlandırabilen kişi, o şiiri yaşayandır. Çünkü şiirin içine-özüne yaklaşıp anlamlandırabilmek, onu içsel olarak yaşamak demektir. Uzak ve yüksek bir noktadan eleştiri yapılamaz. Ahmet İnam şunları ilave etmiş: "Salt teknik malumatla şiir gemisine miço bile olamazsınız. Gemiden deniz havasını koklamayı bilmelisiniz. Şiir denen deryada, zaman zaman şairden daha yürekli olup, boğulmayı göze almak zorundasınızdır".
Sayısal Veriler
Ömer Hatunoğlu'nun 2. Şiir kitabı Sayısal Veriler. 2021 yılı Ekim ayında Çıra yayınlarından çıktı. Kitap üç bölüm ve 80 sayfa. İlk bölüm "Olmamışlıklar" başlığını taşıyor ve 12 şiir var, ikinci bölüm kitaba da ad olan "Sayısal Veriler" 4 şiirden mürekkep. Son bölüm "Merhem" ise 13 şiirden teşekkül etmiş. Kapakta beyaz-turuncu renklerden kızıllığa doğru bir seyir var. Bu manzara gün doğumu ya da batımı olarak okunabilir. Şiirlerden yola çıkarak belki karar verebiliriz. Kapağın alt kısmında bir siluet var, dua ediyor. Sanırım siluetin etrafında mezarlar bulunuyor. Mezar şeklindeki yükseltilerin üzerinde rakamlar var. 43170 ile 43171 arasında dua eden siluet. Bir an şairin yaşıyla yorumlama isteği oluştu bende ama şairin özgeçmişi buna mani oldu. Kızıllığı grup vakti, grubu da çağdaş dönem olarak okursak, bu dönemde değişik sebeplerle (savaş-hastalık vb) ölen her bireyin sadece bir istatistik unsuru oluşuyla açıklamak mümkün. Arka kapakta ise bir şiirinden şu bölüm var:
ruhunu kaybeden rakamlara merhameti kim öğretecek
kim öğretecek akan sayısal verilerin her birinin
bir hikayesinin olduğunu
kaç göçmen sahile vurdu bu yaz mesela
kaç kadına kanlı eller kalktı ah
ormanlar kaç hayata kızılca kıyamet
kimsesizler yurdunda rakamlar yatar
isimsizdir hece taşlan
cenazeleri bir imamın yıkık omuzlarında
bir imam koca bir insanlığın yükünü taşır
Sayısal Veriler kitabını iki ana odak üzerinden yorumlamaya meyilliyim. İlki şair öznenin anlaşılma ihtiyacı karşısında sonucun anlaşılmazlık olması, ikincisi de hayal-hakikat ekseninde olmama, olmamışlık…
Anlatı türü metinlerdeki okuyucuya olay ve durumları aktaran anlatıcının, şiirdeki karşılığı "şair özne, söyleyici, persona" dır. Şiirdeki anlatıcı üzerinde kavramsal bir ittifak yoktur. Farklı isimlendirmelerle şiirin söyleyeni ifade edilir. Batıda, şiir söyleyicinin tespiti, şiir incelemenin ilk adımı-başlangıcı sayılırken; bizde, edebiyat-eleştiri dünyasında üzerinde çokça durulan bir konu olmamıştır.
Söyleyici şiirin yazım aşamasında bazen hayal ve hakikat arasında kalır. Bu durumu, tasavvur edilenle yazılmış olan, zorunda kalınan arasındaki tutarsızlık olarak açıklayabiliriz. Çünkü gerçeklik karşısında ideal olanın kaderi geri çekilmektir. Olan, olması gerekeni iter. Şair nihayet gerçeğin dünyasındadır. İdealin dünyasına geçmek için şiire eğilmiştir ama "olana" yani gerçekliğe dönmek zorunda kalır.
Şairin şiirlerinde "söyleyici" olarak seçimi için, Türkçedeki bütün kişilerdir, diyebiliriz. Kitabın ilk şiiri olan "Olmamışlıklar"da, yedinci birim hariç diğer birimlerde "biz" kişisi vardır. Bu kişinin zımni olarak karşılığı olan "siz" şiirde geçmez. Ancak okurun havsalasında "siz" kişisine dair çıkarımlar oluşur. "Onlar kim bilmiyoruz, nereden bileceğiz / daha biz kimiz ondan bile haberdar değiliz" örneğinde, "biz" ile anlatılan topluluk için öz eleştiri yapılırken "onlar" şeklinde ifade edilen topluluk hakkında sadece bilinmezlik vardır. Biz kişisini şairin "ben" kişisi yerine kullandığı da söylenebilir elbette. Yukarıda iki mısraını aldığım birimin üçüncü mısraında "sen" demektedir söyleyici. Şiir, bir bildiri/ş olduğu veçhile, söyleyicinin başkası ile konuşmasıdır. Dolayısıyla şiire 'dramatik metin' adı da verilir ve şiirde bir dramatik kurgudan söz etme imkânı oluşur. Şiirin (sanatın) bir oyun olduğu gerçeğini de drama üzerinden düşünmek gerekir. Şairin yukarıda açmaya çalıştığımız mısraları, şiirin drama yanını örneklemektedir. Lirizm yanı için de benzer bir durum var aslında. Duyulan ses, gerçeklik görüntüsü sunsa da şairin değil, söyleyicinin sesi. Çünkü konuşan ses-biz, okurla kendisi konuşuyor. Şairin, şairlik vasfıyla bir örtü altına girdiği ve biz söyleyicisinin şairin suflesini kendi diliyle söylediğini belirtmek gerekir.
Aynı şiirin yedinci bendinde ise şair kendisi söyleyicidir ve "sen" kişisi de muhataptır. "Sayılar erdikçe eriyor iki parmağının arasında / kitaplara gömülmüşsün, filmlere, haberlere / bahar yüklü göçmen kuşlar kadar iştahlısın". Bu örnekte olup bitenler karşısında şaire göre bir şey yapmayanlara yönelik eleştiri-paylama vardır. Bu eleştiri ve paylamanın oluşup ortaya çıkmasına etki eden temel faktör de şairin söylediklerinin en hafif tabirle anlaşılmaması. Şair bundan şikayet etmemesi anlaşıldığına değil bilakis anlaşılmadığına işarettir. Çünkü bilinç düzeyinde "eylemsiz kalmaya" ve rutine karşı oluşan cazibeye de yönelik tepkidir.
Şairin kitaptaki ilk şiir olarak "Olmamışlıklar" metnini seçmesinin, yaşanan gerçeklikler bağlamında oluşan sebebi var. "Olmuşluk" tabiri de esasen tehlike içeriyor. Çünkü "olmak" sonu olan bir durum değildir. Olduğunu söylemek esas olmamışlık-hamlıktır. Kitapta bu gerçeklikler bireyselden toplumsala geniş bir yelpazeyi içeriyor. Bireysel olana daha şiirin ilk mısralarında başvuruyor şair. Belki de şiirin başından, peşin peşin olmamışlığı seriyor okurun önüne. Zımni olarak, kendilikte de gördüğü sıkıntı için bir özeleştiri yapıyor. Kendinden başlattığı olmamışlıktan, içinde bulunduğu, ait olduğu değerleri paylaşan herkese-topluma yönelik bir eksikliğe geçiş yapıyor. Yine en çok ilk maddede ifade edildiği şekilde durumunun anlaşılmaması söz konusudur.
"Seninle bu olmamışlık mezara dek belki sonsuza
kavuşamayan kolların yorgun düşmesi iki yana
kırılan bir gül kadar hüzünlüdür yazgımız"
Şiirin bu ilk biriminde, ilk mısrada, içinde taşıdığı umudun azlığına dikkat çekiyor. Umudunu yitirmediği de belli. Sesi yükselterek "belki sonsuza" şeklinde ters yükleme yapıyor. Yani belki de öyle değil. Değişim olabilir. Ancak olmamışlığın "olmuşluğa" ç-evrilmesi esas isteğidir. İkinci mısra, bireysel bir durumu işaret ediyor. Ancak üçüncü mısrada yapılan teşbih buluşu tamamlıyor. İkinci mısraı oluşturan mesele aslında ilk mısraın gerekçesi. Olmamışlıktan kasıt, kavuşmanın sağlanmamasıdır. Üçüncü mısra, geleneksel şiir yükünü birimin üstüne boca ederek meseleyi şiire dönüştürüyor.
onlar kim bilmiyoruz, nereden bileceğiz
daha biz kimiz ondan bile haberdar değiliz
kasımpatını sevdiğini söylemiştin geçen yaz
Bu birimde söyleyici, bizim gibi toplumlarda klişe olan biz-onlar ikilemi üzerinden, "biz" olarak adlandırdığı(mız) kesime sert göndermeler yapıyor. Kendisini bilmeyen bir kesimin "onlar"ı bilmesi ve anlamasının muhal oluşunu ifade ediyor. Sesin inişli çıkışlı oluşunu sese önem verilmemesi ve çalışılmaması dışında durumun karmaşıklığıyla –biz / onlar bağlamında- okumakta fayda var. Örneğin kasımpatını sevdiğini söylemiştin geçen yaz mısraında kasımpatı kelimesi ses olarak mısraı bozan bir yapıya sahip. Bunu anlamdaki kafa karışıklığına bağlayabiliriz. Çünkü "biz kimiz?" sorusuna cevap arayan söyleyicinin muhatabı için hatırladığı bir gerçekliktir. Mısradaki "geçen yaz" ifadesi "biz" olmak hususunun ne kadar gerisinde kaldığımıza dair de bir tespit aslında. Bu durumu söyleyicinin sosyal bir gerçeklik olarak aktardığını düşünüyorum. İleti okura bu noktadan itibaren net şekilde geçiyor. Bizi biz yapan yakınlığa dair ne varsa özellikle son iki yıldır kaybettiğimiz açıkça ortada duruyor. Biz olmaklığı maziden bir sayfa şeklinde yâd etmek zorunda kalmazsak iyi.
Şairin olmamışlık" olarak tavsif ettiği meseleler bu bölümdeki şiirlerde işlenmeye devam ediyor. İkinci şiir "sebep" olmamışlığı tanımlamaya bir giriş denemesi gibi. Olmamışlığı açımlarken "batan bir tırnak kadar huysuz ve müzmin" ifadelerini kullanıyor. Bir başka söylenmesi gereken de olmamışlığın bazı mısralarda "kavuşamama" olarak da okunabiliyor olması. "Daimi Yorgunluk" şiirinde olmamışlığın çaresine dair göndermeler var. Bu durum umudun azlığı karşısında işi Allah'a –en emin makama- havale etmek. Mesela şu mısra: "bizi bizle karıp yoğursun semavi bir el". Aynı şekilde "Gariplikler Kumkuması" şiirinden de olmamışlıklardan kurtulmaya dair örnek verelim: "zaman ateşten bir çember atlıyorum içinden../.. geçiyorum heveslerimden". Olmamışlıklar adlı bölüm bu minvalde devam ediyor. Her şiirde olmamışlığın bir çeşidi ya da olmamışlıktan kurtulmaya dair öneri sunuluyor. Kitaptaki şiirlerin tamamı bu iki açıya göre değerlendirilebilir.
Hâsılı, Ömer Hatunoğlu'nun Sayısal Veriler kitabındaki şiirlerin hareket kaynağı esasen tepkiselliktir. En başta kendisine, sonra topluma ve tüm insanlığa karşı… İlk bölümde, insanın "insan olma" vasfının yitimine; ikinci bölümde baskı-kurşun-bomba-deniz kıskacında yiten insanların istatistikte bir rakama tekabül etmesi; üçüncü bölümde ise ilk iki bölümdeki şikâyetler için öneri anlamına gelebilecek şiirler var. Bir tür kontrol, teşhis ve tedavi önerisi…
Şiir yazmak gibi, değerlendirme yapmak da, bir yönüyle maruz kalmayı göze almaktır. Mesele şiir olunca, "yanlış sayılmaz" gibi bir fikir var. Oysa hiçbir teknik ya da bilimsel bilgi, şiirin öz-usare olduğu gerçeğini değiştirmez. Şiirlerde kelime kullanımı önemli bir konu, bu konuyu şairler bazen içerik aktarımını önceleyerek göz ardı edebiliyor. Bu kapsamda bağlaç, edat ve ek kullanımı hususunda şairi dikkat etmeye, tasarruflu olmaya davet ediyorum. Bir örnek vermek gerekirse; "sayısal verilerin her birinin / bir hikâyesinin olduğunu" bağlı mısralarındaki ekler ve kelime kullanımı daralıdır. Diğer önemli husus, içeriğin zorlamasına boyun eğerek, şiirin diğer hassalarından ödün vermektir. Ömer Hatunoğlu dengede gitmeye çalışmış ancak denge diğer hassalar lehine ağır basıyor, özellikle de ses. Ama karar okurundur.