Yaptığı iyiliklerin karşılığını bu dünyada bekleyerek iyilik yapanların hesapları daima tutmaz. Bu tutarsızlık insanı onulmaz bir umutsuzluğa ve kedere sürükler. Sonbaharda savrulan yapraklar misali oradan oraya sürükleyen bu savruluş sonsuzluğa aralanan kapıları kapatır.
İnsanoğlu yaşamı boyunca huzuru, mutluluğu ve dahi sağlığı düşler durur. Bu güzelliklerin hayatından eksik olmaması için çalışır durur. Tüm imkân ve zamanını bu yolda harcar. Fakat bu gayretin içinde koştururken hayatın güzelliklerini kaçırır çoğu vakit. Ve en nihayetinde kalbini delen bir huzursuzlukla baş başa kalır. Nasıl olup nereden geldiğini bilmediği koca bir boşluğun içinde bulur kendini.
O boşlukta hesaplar tutmaz. Elle tutulur, gözle görülür kazanımlar olmaz. Hal böyle olunca insan kendini kötü hisseder. Değer görmediğini düşünür. Etrafındaki insanları vefasızlıkla suçlar. Çünkü yapıp ettiklerinin tüm karşılığını bu dünyada görmeyi bekler.
Bu bekleyiş insanı samimiyetten uzaklaştırır. Karşı taraftan gelecek övgü ve değer uğruna yapılan iyilikler samimiyet taşımaz. Kul için yapılan güzellikler ulviyetini yitirir ve devamlılık arz etmez. Biz birilerine hoş görünmek adına yürüyüşümüzü düzeltmeye çalışıyorsak eni sonu ayağımız burkulur ve düşeriz. Fakat hayat denilen yolu bize yürünür ve yaşanır kılanın hatırına yürüyüşümüzü düzeltmeye çalışıyorsak adımlarımız sağlam olur. Ve İz bırakırız geçtiğimiz/göçtüğümüz her yerden. Ya da hoş bir sada…
İki iki dört eder hesabıyla matematiksel bir düzlemin içinde sürdürmeye çalıştığımız hayatta sürekli yapıp ettiklerimizi sayıp dökmekten ziyade kendimizi aşan bir amaca hizmet ettiğimizi unutmamalıyız. Bu amaçtan epeyce uzak yetişen insanlar, huzuru ve mutluluğu başka insanların kendine verdiği değerde bulacaklarını sanırlar. Bu sanrılar insanın beklentilerini hayli yükseltir. Oysaki Dücane Cündioğlu’nun da dediği gibi “İnsanlardan beklentiyi azaltmak demek, dertleri azaltmak demektir; beklenti demek dert demektir. Çünkü “İnsan beklentisi kadar mutludur.”
Hesap pusulası tutarcasına yaptığı iyilikleri sayıp döken insanlardan mıyız yoksa “İyilik et denize at, balık bilmezse Halik bilir” düsturuyla hareket edenlerden miyiz? Bu tercihlerden ilkini tercih eden insanların kalbinde sürekli ve sert soğuk rüzgârlar eser. Bitmeyen hesaplar metrelerce kâğıdı işgal eder. Kendi amellerine uzak kalan insan, bu çıkmaz sokağın içinde sürekli aynı konuları konuşur ve aynı yerden bakar. Daralan bakış açısıyla zamanla başını göğe kaldırıp bakmayı da unutur. Sonra peşi sıra gelir ruhsal bunalımlar, yok yere kin gütmeler, insanlarla uğraşmalar... İkinci tercihle muhatap olan kişiler, yaptığı iyilikleri hesaplamak yerine doğan güneşle birlikte taze iyiliklerin peşine düşerler. İnsanlığı pekiştiren hallerin içinde bulurlar kendilerini. İçlerini saran huzuru bulundukları her yere yayarlar. Kaygıdan ziyade teslimiyetin, güvensizlikten ziyade emniyetin temsil eden bu engin kişilikler, huzuru kendini aşan bir amaca hizmet etmekte bulurlar.
Sonsuz arzularımıza kulak vermek ve onları dizginlememek bize ebediyeti unutturur. Her şeyin karşılığını bu dünyada görmek isteyen hallerimiz nedeniyle içimizde biriken kin, kibir, gurur, haset ve enaniyet gibi tortular nedeniyle gönül gözümüz tıkanıyor ve algılarımız kapanıyor. İyi düşünmek, iyi bakmak ve iyi görmek tüm bu tortuları açacak en güçlü temizleyicidir. Fakat biz elimizin altında duran ilaçları kullanmadan etrafımızı saran kötü kokulardan kurtulmayı düşlüyoruz. Nedir bu hallerimize çare söyle meczup?
“Ben hesap nedir bilmem ey yolcu, ayrıca yaptığım iyilikleri sürekli kaydedecek güçlü bir hafızam da yok. Gün doğmuşsa ben de doğarım yeniden. Ve yeniden tutarım güzelliklerin elinden. İnsana rağmen, sonbahara rağmen...” dedi ve yoluna devam etti meczub. Vesselam.