Milat Gazetesi yazarı Abbas Pirimoğlu analiz etti...
Geçenlerde bir dostumla telefonla konuşuyordum. Kendisi “Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Bir gurup dinde geniş bilgi edinmek ve kavimleri döndüğünde onları uyarmak için geri kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar” mealindeki Tevbe suresinin 122 ayetini okuduktan sonra şu açıklamayı yaptı.
“Ayet bize sıcak savaş ortamında insanların duygularını yitirdiğini, düşünme melekelerini kaybettiğini, psikolojilerinin değiştiğini, acıma ve merhamet duygularının köreldiğini, bu nedenle İslam’ın istediği halet-i ruhiye ye döndürülmeleri için bir gurubun kalarak ilim yapmak suretiyle savaştan gelenleri rehabilite etmelerini bizden istiyor”
Ağzım açık dinlemiştim. Bu yorum karşısında hayran kalmamak mümkün değildi. Kendisine en içten teşekkürlerimi sundum.
Bunun üzerine dostum, siyasi çekişmelerin tansiyonu yükselince de aynı sonucun zuhur ettiğini, insanların birbirlerini düşman gibi görmeye başlayınca, kimsenin ne bir şey dinlemeye ne de doğru dürüst bir şey anlatmaya halinin kalmayacağını da sözlerine ekledi.
Marshall Sahlıns “Batı’nın İnsan Doğası Yanılsaması” isimli eserine, Yunan tarihçi Tukidides’in aktarmaları ile başlar. Tukidides MÖ 5. Yüzyılda yaşanan Peloponez savaşlarında Korfu iç savaşını anlatır.
Tukidides Korfu’da yaşananın “dizginlerinden boşalan insan doğası” olduğunu söyler. İnsanın hiçbir ahlaki, manevi, vicdani sınırlarının olmadığı hayvanlaştığı an.
İşin daha da önemli yanı tarihçiye göre ahlaki yozlaşma kendi çıkarını gözeten riyakârlıkla birleşmiş ve iş öyle bir boyuta ulaşmıştır ki “kelimeler anlam değiştirerek kendilerine verilen yeni anlamları yüklenmek durumunda kalmıştır”
Nasıl mı? Hilekâr adil olana, adil olan hilekâra dönüşerek... Dikkatle planlanan entrika kılık değiştirerek “meşru müdafaa” olmuş; ihtiyattan kaynaklanan tereddüt “sahte korkaklık” diye yerden yere vurulmuş; çılgınlığa varan vahşet “mertliğe” dönüştürülmüş.
Yemin etmek, bozmanın getireceği faydalar karşısında güvence oluşturmaz hale gelmiş.
Korfu ile ilgili önemli son bir bilgi: Bu iç savaşta Spartalıların oligarşi yanlılarının, Atinalıların ise halkın destekçisi olarak vahşeti şiddetlendirmiş olmaları
Hiç yabancı gelmedi değil mi?
Yanı başımızda Suriye’nin içler acısı vaziyeti gözler önünde. Dahası İslam coğrafyasının bir asırdık yaşadıkları Korfu’dan çok mu farklı sanki?
Tamam, Batı aynı Batı! Ya biz? Yasadan/vahiyden/ ilimden bu kadar uzak kalan Müslümanların vaziyeti? Hiç mi kusurumuz yok başımıza gelen bunca felaketin vukuunda?
Savaşta yahut siyasetin sıcak ortamında kızışan kalplere sükûnet ve aklıselim zerk edecek ilim sahipleri nerede?
Hararetli ortamın dışında kalan ilim sahipleri.
Haksızlık kimden gelirse gelsin haklının yanında olmak Müslüman’ın vazifesi. Allah Resulü demiyor mu içinizdeki zalime de mazluma da yardım edin diye? Ashap soruyor “Ya Allah’ın Elçisi mazlumu anladıkta zalime nasıl yardım edeceğiz?”
Peygamberin irşat eden müthiş cevabı: Zulmüne engel olmak suretiyle o kardeşinize yardım ediniz”
İşte “ilim” bu!
İnsanımızın tarihi genleriyle çok oynandı, ama yinede Kürt-Türk savaşı çıkarılamadı. Üstelik Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan onca yanlış politikaya rağmen. Sebebi basit: Türkler de Kürtler de Müslüman. Müslümanlar birbirinin kanını dökmez.
Alevi- Sünni kavgası körüklendi tutmadı. Neden mi? Her iki kesiminde diğerine düşmanlık beslememesi; beslemesi için bir nedeninin olmaması. Alevilerdeki insan sevgisi, Sünnilerde ‘insan hayatının’ korunması gereken beş zaruriyyatın ilki olması.
Ama ihtimalin birisi var ki çok sinsi: Laik-anti laik çatışması... Tehlikesi laikliğin bu ülkede tarihsiz olması yani nevzuhur olması, dolayısıyla sosyolojik gerekçelerinin olmaması. Ama sosyolojik gerçekliği var ve bu husus asla göz ardı edilmemeli.
Bu nedenle başta siyasiler olmak üzere herkes kullandığı dile dikkat etmeli. Özellikle darbe iması uyandırabilecek, en ufak ihtimalle bile olsa akıllara getirebilecek ifadelerden kaçınılmalı.
Çünkü bu ülke darbelerden çok çekti.
Bazı kesimler darbeden nemalanırken toplumun kahir ekseriyeti zulüm gördü.
Her darbenin arkasında Batı vardı. Batı çıkarına uygun görmediği iktidarları “bizim oğlanlar”ını harekete geçirerek devirdi.
Dış güçler son denemesini 15 Temmuz’da yaptı. Halk İslami bir şuurla sokağa indi ve iç savaşı önledi.
Artık laik-Kemalist kesim ne orduya ve ne Batı’ya bel bağlamadan kendi göbeğini kesmesini bilmeli.
Karşı tarafta halkı birbirine düşürecek söylemlerin zuhurunda yangına körükle değil, sakinleştirici bir üslupla mukabelede bulunmalı.
“Öldürülecek komşularımızın listesi hazır” sorumsuzluğu ile değil.
Çünkü “ilim” bize bunu telkin ediyor, bu bir.
İkincisi ise tek bir Türkiye var ve bu ülke laik-dindar hepimizin ülkesi.