Tarih: 14.10.2019 15:26

SAVAŞ ACI VE ISTIRAPTAN BAŞKA SONUÇ VERMEZ

Facebook Twitter Linked-in

Çok zor ve aynı zamanda trajikomik bir süreçten geçiyoruz.

İşin özeti şudur; kapitalist bir devlet olan Amerika Birleşik Devletleri, komünist bir örgüt olan YPG'ye yaklaşık 70 km. genişliği 700 km. uzunluğu olan bir devlet veya federal devlet kurdurmak istiyor.

Buna karşı İslamcı olduğunu iddia eden bir partinin yönetimi de bu devleti kurdurmamak için savaş başlatıyor.

Bunun sonucu ne olur, nereye evrilir bilemem. Ama olan gariban Kürt çocuklarına oluyor.

Türkiye sınırları içinde yaşayan Müslüman ve muhafazakar Kürtler de ne tarafa meyledecekleri zihni netliğe sahip olmadıkları için olayları araftan seyrediyorlar.

Ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını bilmiyorlar.

Kürt toplumu, bu çocukları kumar masasına süren PKK ve YPG'ye mi karşı çıksın ya da bütün kuvvetleri ile bölgeye operasyona giden İslamcı partinin lideri, her gün öldürülen çocukların sayısını TV'den beyan eden insanın partisine mi karşı çıksınlar, bilmiyorlar.

Çünkü aklı başında olan her insan bilir ki, 50 bin kilometrekarelik dikdörtgen bir devleti Türkiye ve Suriye'ye rağmen kurmak ve yaşatmak mümkün değil.

Ya bu işi Türkiye ile birlikte veya Suriye ile dayanışma içinde yapmak lazımdı.

Ama YPG ne Suriye ile ne de Türkiye'ye dayanmadan sadece ABD ile bunu yapabileceğini sandı ve sanırım ABD'ye ve diğer Batılı devletlere de güven olmayacağını şimdi anladı.

Lakin olayın başka bir veçhesi de var ki Türkiye'de şunu bilmeli;

100 yıl önce IrakSuriye ve İran ile paylaştıkları Kürdistan’ı artık eski yöntemlerle idare edemez.

Bunlardan Suriye ve Irak kelimenin tam anlamıyla taş devrine döndüler.

Emperyalistler ve içerdeki işbirlikçileri Türkiye'yi de bu sürece sokmak istiyorlar.

Türkiye'yi bataklığa çekmelerinin sebebi de budur.

Rusya ve ABD birlikte BM'ye gelen karar tasarısını veto ettiler. Sizce Rusya ve ABD bir konuda aynı şeyi istiyorlar ise bunda Türkiye'nin menfaati olabilir mi? Bana sorarsanız, içeri çekiyorlar.

Oysa iş bu raddeye gelmeyebilirdi. Küçük işleri büyütmemek lazımdı.

Küçük işleri büyütmemek, derken Behlûl-i Dana'nın çok hoş bir hikayesi geldi aklıma.


Derler ki; Harun Reşid zamanında Bağdat'ta genç bir adam Behlül'e gelir çok fakir olduğunu, çaresizliğinden ne yapacağını bilemediğini söyler.

Behlül, ona “Git falanca Yahudi tüccarın ineğini al evine götür kes” der.

Genç adam böyle bir şeyin doğru olmadığını, başkasının ineğini kesmesinin haram olduğunu söyleyerek oradan ayrılır.

Birkaç gün sonra tekrar Behlül ile karşılaşınca, Behlül ona söylediklerini tekrar eder.

Adam dayanmaz ve Behlül'ün söylediğini yapar. Gider Yahudi komşusunun ineğini keser.

Aradan birkaç gün geçer, genç adamı hırsızlıktan tutuklayıp mahkemeye çağırırlar.

Harun Reşid'in de bulunduğu mahkeme heyeti, genç adamın elinin kesilmesi kararını verir.

Behlül de oradadır ve itiraz eder. Bütün bilgeliği ile der ki;

Gencin eli kesilmesin, buna karşın Yahudi, bu genç adama 100 altın versin, ineğini de bağışlasın. Küçük işleri büyütmeyelim.


Mahkeme heyeti itiraz eder, genç adamın haksız olduğunu, Yahudi tüccarın malını çaldığını, dolayısıyla elinin kesilmesini ister.

Behlül bu kez itiraz eder;

Ey heyet, küçük işleri büyütmeyin, Yahudi gence 200 altın versin, ineğini de bağışlasın.


Derken Behlül'ün gencin lehine altın isteği 300'e çıkınca, Harun Reşid şöyle der;

Kardeşim Behlül, bu işin sırrı nedir, neden haksızı haklı çıkarıp, habire olmayacak işler söylersin.


Behlül, “Madem küçük işleri büyüttünüz, beni dinlemediniz” diyerek söze başlar ve der ki;

Hatırlıyorsunuzdur bu gencin babası bu Yahudi'nin ortağıydı.

Ne oldu? Dediler ki sefere çıktı, bir daha dönmedi.

Oysa bu Yahudi onu öldürdü ve şuraya gömdü.


Yapılan araştırma üzerine olayın Behlül'ün söylediği gibi olduğu ortaya çıkar. 

Yahudi cezalandırılır ve malları müsadere edilerek genç adama verilir.

Bütün iş olup bittikten sonra Behlül şöyle der;

Ben size Küçük işleri büyütmeyin demiştim.


Şimdi tam buradayız. Hakikatte kafayı halklar edebiyatı, demokratik ulus, kadın, cinsiyet eşitliği ve mor çizgilerle bozmuş olan ne YPG’nin ne de HDP ve PKK'nın bir Kürt devleti kurma fikri ve çabası yok.

Buna karşı Türkiye, Kürt fobisinden dolayı olmadık bahanelerle sürekli; “Kuzey Irak'ta olanı Suriye'de tekrar etmeyeceğiz”, “Terör Koridoru kurdurmayacağız”, “Suriye'de Kürt Yönetimi istemiyoruz” diye diye orada bu işin sonunda bir yönetim oluşturacak.

Çünkü Türkiye'ye müsaade edilen sınırların ötesinde yine bunu yaptıracaklar. Üstelik bu sefer arabuluculukla.


Oysa bu hükümet bundan 3-4 yıl önce Bülent Arınç, Mehdi Eker, Sırrı Süreyya Önder ve onlar gibi birkaç kişilik bir heyet kursaydı ve YPG'ye gönderseydi, “Gelin kardeşim hele ne istiyorsunuz, size nasıl yardımcı olabiliriz, bakın yüzyıllık bir sorunumuz var ve beraberce bunu çözmek istiyoruz, sizde içimizdeki faşistleri fazla korkutmadan teenni ile hareket edin, beraberce bütün sorunlarımızı çözelim” deseydi, bugün biz içine girdiğimiz bu girdabın içine girer miydik?

Hayır girmezdik.

Suriye'de yaşayan Kürt nüfus Kamışlı'dan Kürt Dağı'na ince uzun bir hat şeklinde yaşar.

700 km. uzunluğunda 70-80 km. genişliğinde bir kemer halinde.

Böyle bir devlet veya federal devlet değil Ortadoğu’da İskandinav ülkeleri arasında bile yaşayamaz.

Esasen nüfus sınır güvenliğini sağlamaya bile yetmez.

Türkiye bunu fark edebilecek güçtedir.


Ayrıca ABD son 4 yıldır YPG'yi düzenli bir şekilde silahlandırmaktadır.

Sosyal medya ve basından öğrendiğimize göre 70 bin tır silahtan bahsedilmektedir.

Bu kadar silahı Türkiye 2-3 ayda dağıtsın diye vermediklerini de, oradaki silahlı güçleri de o kadar kolayca ezmelerine müsaade etmeyeceklerini de bilmek zorunda.


Peki, kendi ülkesinin yıkımı pahasına bu savaşı başlatmak akıl karı mı?

Türk yetkililer ısrarla Kürtlerle bir problemlerinin olmadığını, bu savaşı terörle ve emperyalistlerle yaptıklarını iddia ediyorlar. Ancak görüntü öyle değil.

Siz sabahtan akşama kadar bulabildiğiniz her platformda “Irak'ın kuzeyinde olana Suriye'nin kuzeyinde müsaade etmeyeceğiz”, “Suriye'de terör koridoru, Kürt koridoru kurdurmayacağız” vb. gibi söylemlerinizle ne demek istediğinizi anlamıyor musunuz?

Irak'ın kuzeyinde ne olmuştu?

Bir Kürt yönetimi kurulmuştu.

Peki, bu yönetim son yirmi yılda Türkiye'ye faydadan başka bir şey verdi mi?

Aynı şey Suriye'de olsa, Türkiye kendi Misak-i Millisine sulh ve salahiyet ile kavuşmuş olmayacak mı?

Zira Kamışlı'dan Kürt Dağı'na kadar olan bütün coğrafya Mardin, Urfa ve Antep ile anlamlıdır.

Herhangi bir şey yapmanıza gerek kalmadan oradaki halk buraya mülhak olurdu zaten.


1924'te Suriye sınırı çizilirken Millet Meclisindeki tartışma ve konuşmalara bakarsanız, zamanın Mardin, Urfa, Antep, Bitlis ve Erzurum vekillerini feryat ve feveranını görürsünüz.

Kürtlerle savaşın imajının sonucu bile hepimize korkunç bir gelecekten başka bir şey vaat etmez.

Siz ne söylerseniz söyleyin, ne yaparsanız yapın, başkası  duymak istediğini duyar ve görmek istediğini görür.

Trump'ın tek bir tweetinin yarattığı etkiyi siz milyar dolarlık lobilerle düzeltemezsiniz.

Türkiye kendi içindeki Kürt sorununu çözmeden ne yaparsa yapsın anti-Kürt imajından kurtulamaz.

Ayrıca kalben ve ruhen Kürt aidiyetini sağlayamamış bir Türkiye'nin ne kendisine ne de çevresine faydası olabilir.

Derler ki;

İkinci Dünya Savaşının tamtamlarının çalındığı günlerde bugünkü "Suriye Kürdistan" bölgesinde bazı Fransız komutanlar ile bazı buradan sürülmüş Kürt aydınları çok hararetli bir şekilde Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşına katılıp katılmayacağı, katılırsa kimin yanında katılacağı üzerine tartışıyorlarmış.

Fransız komutanlar, Türkiye'nin Almanya'nın yanında diğer devletlere karşı savaşa girebileceğini ısrarla savunur.

Orada bulunan diğerleri de müttefiklerin yanında katılacağını savunur.

Ama orada Aliyê Abdurrahman adında bir Kürt de vardır ve o Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşına katılmayacağını söyler.

Bunu merak edenler, niye diye ona sorarlar. Şöyle cevap verir;

Çünkü bu savaşta Kürtler Türkiye'nin yanında değil, karşısında olacaklar.

Kürtlerin yanında olmadığı bir savaşa Türkiye giremez.


Gerçekten de son bin yıllık tarihin en önemli kavşaklarında, 1071 Malazgirt Savaşı'yla Türklere Anadolu'nun kapılarını açan, 1514'te Anadolu'ya ve bütün Arabistan ile Kuzey Afrika'ya hakimiyetini sağlayan 1920’lerde de ayakta kalmasını sağlayan Kürtlere savaşa girmek, onları tarihten silmeye çalışmak bir Pirus Zaferi’nden başka bir şey olmayacaktır.

Kendi vatandaşlarının soydaşlarına karşı savaşarak nasıl birlik ve beraberliği sağlayabilirsiniz?

Kısa vadede Türkiye bir zafer kazanabilir ve 'Suriye Kürdistanı’nı alabilir.

Ama eğer oralarda adil bir yönetim oluşturmaz ve bildiği Kemalist yöntemlerle asimilasyon politikalarına devam ederse, muhtemelen 10 yıl sonra çok pişman olacaktır.

Savaş hiçbir şeyi çözemez. Ayrıca insanı ve insanları korkunç duygularla da baş başa bırakır.

Böyle bir savaşı kazanmanın da kaybetmek kadar feci sonuçları olacaktır.

Savaş öyle bir yıkıma sebep olur ki uğruna savaştığını sandığın şey gözünde değersizleşir.

Bu ülkeye, bu bölgeye ve burada yaşayan herkese yazık olur.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —