Şanghay; hayâller ve gerçekler

Süleyman Seyfi Öğün, Doğu’nun, Batı karşısında bariz yükselişinin yanında, Şanghay İşbirliği süreçlerinin iyi yönetilemediği takdirde Çin gibi kapalı-otoriter güçlerden dolayı, insanı derin endişelere sevk ettiğini belirtiyor.

Şanghay; hayâller ve gerçekler

Batı merkezli hegemonik dünyâ ilişkilerinin çok boyutlu çıktıları olduğunu düşünüyorum. Bilhassa kültürel -zihnî düzlemde, katman katman çok düşündürücü bir açılımlar setinin yattığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Batı’nın ,ister Avrupa, ister ABD merkezli olarak bakalım, kolonyalist -emperyalist ilişkiler bağlamında dünyânın geri kalan kısmına yaşattıklarını çok ağır bir mahkemenin konusu hâline getirebilecek bir dosya zenginliğine sâhibiz. Aslında târih hegemoniktir. Geçmişin hangi kesitine bakacak olursak veri jeopolitik üzerinden , eşitsiz temelde bir ilişkiler ağı çıkar karşımıza. Her eşitsizlik kan ile yoğrulmuştur. Birileri kazanmış, birileri de kaybetmiş; birileri diğerlerini kendisine bağımlılaştırmıştır. Târihte kaybedilmiş cennet yoktur. Yine bu açıdan bakıldığında târih her zaman , şöyle veyâ böyle , birileri için, ki bunlar insanlığın ekseriyetidir, cehennemîdir. Bunu soğukkanlılıkla veri almak durumundayız. Târihten abartılı kaybedilmiş cennet hikâyeleri üretenler aslında hegemonya yarışında kaybedenler arasından çıkar. Her hegemonik kayıp travmatiktir ve kayıplar dramatik, romantik hikâyeleri şekillendirir. Bu bir tercih meselesidir. Kimileri bu hikâyelere sığınarak gerçekler ile arasına bir perde çeker ve abatılarıyla kendilerini tatlı tatlı uyuşturur. Kimileri de ,sayıları diğerlerine göre daha azdır, zihnini bu hikâyelerden uzak tutar.

Kapitalizm bir bakıma, hegemonik târihin en ileri ve en keskin evresidir. Servet temelli bir birikimin yerini, sermâye temelli bir birikimin almasıdır. Servete has müesseseler , ilişkiler sönümlenmiş , sermâye temelli müesseseler ve ilişkiler hâkim olmuştur. Bu, eskilerin toptan çöpe atılması mânâsına gelmez. Elbette bâzı tasfiyeler yaşanır. Ama yaşananlar, yeninin eskiyi tasfiyesinden çok, mevcût olan, birikimlerden gelen yapıların işlevsel olarak yeniden üretimi ve örgütlendirilmesidir. Sermâye birikimi servet birikiminin içinden çıkmıştır. Modern devlet kadim devletin yeniden yapılandırılmasıdır. Bunun gibi, modern uluslar da teb’alardan türetilmiştir.

Toprak temelli, basit teknolojilerin kullanımıyla üretilen servet birikiminin kurduğu ve eşitsiz olduğu muhakkak bir dünyânın hegemonik ilişkilerinin sorunlu olduğu muhakkaktır. Değilse köleler ve köylüler neden kıyam etmiş olsunlar ? Kapitalist birikimin doğurduğu dünyânın sorunları ise bunlarla mukayese edilemeyecek kadar katmerlidir. Eski birikimin doğurduğu sorunlar bunun yanında çok hafif kalır. Eski birikim süreçlerinin egemenleri kaybettikçe, geçmişi güncel karşısında saflaştırarak yüceltirler. Yeni birikimin egemenleri boş durur mu? Onlar da geçmişi gözden düşüren, bununla da kalmayıp lânetleyen hikâyelerle sahneye çıkarlar. Bütünlüklü bir bakış, bu hikâye savaşlarına karşı mesâfe alır ve bunların aslında birbirini emziren ,büyüten taraflarını görür. Eski-yeni, Doğu-Batı ,Müslüman-Hristiyan kavgalarını bu şekilde değerlendirmekte sayısız fayda vardır.

Gâliba en esaslı meselelerden birisi de, servet birikimin hegemonik merkezi olan coğrafyalar ile sermâye birikimin merkezi olan coğrafyaların farklı oluşudur. Bir zamanlar Doğu’dan gelen ışık , kaynağını değiştirerek, aşama aşama Batı’ya geçmişti. Bâzen düşünürüm; meselâ sermâye birikimi Çin’de, Hindistan’da ve Osmanlı coğrafyasında başarılsaydı modern dünyânın manzarası ne olurdu? Evet, pek çok şey bugünden farklı olmazdı. Ama kültürel dünyâlar bu kadar ağır bir sarsıntı geçirmezdi. Modern dünyâdaki kültürel sorunların ağırlıklı bir kısmını da hegemonik târihteki bu merkez kayması doğurdu dersek abartmış sayılmayız.. Bu travmalar, dinsel-etnik vd mecrâlar üzerinden , kültürel dünyâlarımızı boğucu komplekslerin yönetmesine yol açtı..

Elyem bir dönüşümü yaşıyoruz. Sermâye birikimi hızla yeniden Batı’dan Doğu’ya kayıyor. Bir zamanlar fakirliğin ve yokluğun timsâli olan Çin , Hindistan gibi eski müstemlekeler yeni birikim ve dağılım merkezlerine dönüşüyor. Bu da ilk yer değiştirmenin doğurmuş olduğu travmalara yenilerini ekliyor. Önümüzdeki on seneleri jeokültürel kavgaların beklediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Batı kamuoylarında yükselen yeni Haçlılık hezeyanları , faşizan tırmanışlar ayan beyan takip ediliyor. Son beşyüz seneye damgasını vurmuş olan Beyaz Adamın üstünlüğünün sona ermeye yüz tutması Doğu’da ise Batı karşıtı hisleri coşturuyor. Bu hınç yüklü duygular taşıyıcılarına tuhaf bir haz veriyor. Men dakka dukka hesapları yükseliyor. Şanghay İşbirliği süreçleri tam da bunun odağını oluşturuyor. “Bir duralım, hele bir bakalım” diyen tedbirli akıllar bastırılıyor. “Evvelâ şu Batı’nın hakkından bir gelelim, gerisi kolay” diyen basitçi bir yaklaşım hâkim oluyor. Yaşanan dönüşümün kapitalist târihte sâdece bir cüz olduğu çok defâ unutuluyor.. Tekmil aktörlere bir fırsatçılık hâkim. Şanghay’ın bir rûhu yok aslında. Yeni kapitalizmin dijital bir faşizm riskini doğurduğunu kimse hesaba katmıyor. Bunun en ileri laboratuarlarının Çin gibi kapalı-otoriter, Hindistan gibi her şeyi reenkarnasyon inancında sorumsuzlaştıran ilişkilere sâhip toplumların merkezde olduğu bir coğrafyadan neşet etmiş olmasını bir tesâdüf olarak mı göreceğiz? Şanghay İşbirliği süreçleri ,iyi yönetilebilirse Türkiye için de fırsatlar doğuruyor olabilir. Ama doğrusunu isterseniz bana heyecan değil, daha çok derin endişeler veriyor..