+GERÇEK- HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, sol-sosyalist yapılarla buluşmanın detaylarından ittifak tartışmalarına, bu yapıların geçmişle hesaplaşma eğiliminden son dönemde tekrar gündeme gelen çözüm süreci beklentilerine, AYM’ye seçilen yeni üyenin kapatma davasına etkisinden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Selahattin Demirtaş’a ilişkin açıklamalarına kadar gündemdeki konuları değerlendirdi.
+GERÇEK’in sorularını yanıtlayan Sancar, Demokrasi İttifakı’nın seçim ittifakına dönüşüp dönüşmeyeceğine ilişkin de açıklamalarda bulunarak “Parlamento seçimlerine Demokrasi İttifakı ile girmeyi hedefliyoruz. Mevcut ittifaklarla herhangi bir seçim birlikteliği düşünmediğimizi belirtelim” dedi.
2 gün önce 7 parti ile bir araya geldiniz. Nasıl geçti? Neler tartışıldı? Size yönelik eleştiriler oldu mu? Sol parti toplantıya katılmayacağını açıkladı. Önder İşleyen’in “Tutum belgesi önümüzdeki dönemde yaşanacak restorasyona eklemlenmiş durumda” eleştirisine ne diyorsunuz?
Toplantının verimli ve son derece dostça geçtiğini söyleyebilirim. Bütün siyasi yapıların temsilcileri, daha önce konuşulan çerçevede görüşlerini açıkça ortaya koydular. Ortak noktalarda buluşmaya odaklanmış bir toplantı olması özellikle önemliydi. Konuştuğumuz meselelerin ana ekseniyse bundan sonraki sürecin “mücadele ortaklığı” temelinde nasıl yürütüleceğiydi. Bilindiği üzere bizim bir “Demokrasi İttifakı” hedefimiz var. Ancak “demokrasi ittifakı” kavramı hakkında farklı yorumlar yapılabiliyor. Biz bu kavramı çeşitli vesilelerle açıklığa kavuşturmaya çalışsak da kavrama farklı anlamlar yüklendiğine tanık oluyoruz.
Biz, sözünü ettiğim ittifakı konferans kararımız olarak belirledik ve bu karar kongremizde onaylandı. İttifakın sadece seçimlerle sınırlı bir hedef olmadığını da her fırsatta ve platformda dile getiriyoruz. Omurgası “ortak mücadele” olan bu birlikteliğin çerçevesini 27 Eylül tarihli tutum belgemizde daha da netleştirdik. Seçimlerin önemini yadsıyan bir yaklaşımımız yok ama sadece seçimlere odaklanmış bir ittifak tartışmasının bugünkü ağır şartlarda fayda sağlamayacağını da biliyoruz. Bu birlikteliği öncelikle en geniş mücadele ortaklığı olarak ifade ediyoruz, ancak bunun seçimlere dönük önerileri ve stratejileri içerdiğini de reddedemeyiz.
‘PARMENTO SEÇİMLERİNE DEMOKRASİ İTTİFAKI İLE GİRMEYİ HEDEFLİYORUZ’
Parlamento seçimlerine demokrasi ittifakı ile girmeyi hedefliyoruz. Mevcut ittifaklarla herhangi bir seçim birlikteliği düşünmediğimizi pek çok kez ifade ettik. Biz partimizin kuruluşundan bu yana “3. yol” politikası izliyoruz. Parlamento seçimlerine mevcut ittifakların dışında, demokrasi güçlerini kapsayacak en geniş ittifakla girmek istediğimizi ısrarla söylüyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin dinamikleri ise farklı. Bu seçim için temel ilkeler çerçevesinde bütün muhalefet partileriyle açık bir müzakereyi ve doğrudan diyaloğu tercih ettiğimizi dile getiriyoruz. Dolayısıyla ilkeler zemininde ortak aday politikasına açık olduğumuzu vurguluyoruz. Sol-sosyalist yapılarla yaptığımız toplantılarda da bu konuları açık bir şekilde konuşuyoruz.
Nitekim gerçekleştirdiğimiz son toplantıda esas hedefimiz olan mücadele ortaklığı ilkesel bir konusunda mutabakat sağlandı. Aynı zamanda bu toplantıların somut başlıklar altında sürdürülmesi için bir görüş birliği ve birlikteliğin genişletilmesi perspektifi ortaya çıktı. Kat ettiğimiz yoldan memnunuz ve sonraki aşamalar için de umutluyuz.
Çok sade ve yalın bir basın bildirisi yayınladınız. Bu ortak metne bir “uzlaşma iradesi” diyebilir miyiz? Bunun yanı sıra sizin önceki röportajlarınızda belirtiğiniz üzere HDP’nin Kürdi ittifak girişimleri de mevcut. Bu iki girişim birbirini tamamlayıcı olarak değerlendirilebilir mi? Yoksa birbirinden bağımsız olarak mı ele almalıyız?
Demokrasi ittifakının çok daha geniş bir çerçeveyi hedeflediğini belirtiyoruz. Yerel seçimlerde ittifak kurduğumuz Kürdî partilerle ilişkilerimiz sürüyor. Bu ittifakı daha da genişletmeye dönük çalışmalar da yapıyoruz. Öte yandan inanç gruplarıyla, kadın hareketleriyle, emek meslek örgütleriyle, yöre dernekleri ve toplumun çeşitli mağdur kesimleriyle de bu çerçevede görüşmeler yürütüyoruz. Bunların birbirini dışlayacağını düşünmüyoruz. Tam aksine, içinde bulunduğumuz bu ağır şartlarda asıl sonuç alacak, etkili olacak politikanın hayata geçirilebilecek en geniş demokratik mücadele birlikteliği olduğuna inanıyoruz. Süreç içerisinde bu çevrelerle yaptığımız görüşmelerde kimi hususlara dair çekinceler ortaya çıkarsa bunları da müzakere ve diyalogla aşabileceğimizi düşünüyoruz.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ve +GERÇEK muhabiri Seda Taşkın
Peki, her iki buluşma için süreç bundan sonra nasıl ilerleyecek? Heyetler mi oluşturulacak?
Sözünü ettiğiniz süreç, bundan sonraki görüşmelerle şekillenecek. Görüşmeleri somutlaştırarak yürütme konusunda bir mutabakata vardığımızı hep birlikte imza attığımız basın bildirisinde zaten kamuoyuna duyurduk. Şüphesiz her yapı kendi kurullarında değerlendirme yapacak ve bundan sonrası için tekrar görüşüp netlik kazanmayan konular üzerinde tartışmalarımızı sürdüreceğiz.
Bir yandan da millet ittifakı ile görüşmeleriniz devam ediyor. Şu ana kadar geldiğiniz nokta nedir? Bu görüşmeleri sürdürecek misiniz?
Millet ittifakıyla özel bir görüşme yürüttüğümüzü söyleyemem. Çünkü biz ittifakları değil tek tek partileri muhatap alıyoruz. Ki millet ittifakının da zaten ortak bir mekanizması, ortak sözcülük makamı yok. Bu birliktelik, CHP ve İYİ Parti’nin öne çıktığı bir zemin. İhtiyaç hasıl olduğunda CHP ile heyetler düzeyinde görüşmelerimiz elbette oluyor. Son olarak dört partiyle başkanlar düzeyinde görüştük. DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Gelecek Partisi’yle de benzer temaslarımız oldu. Biz bütün muhalif çevrelerle diyalog ve müzakere yürütmeyi temel bir politika olarak belirlemiş bulunuyoruz. Daha önce de dile getirdiğim gibi sadece muhalif parti ve yapılarla değil, toplumun bütün kesimleriyle böyle bir ilişki kurmayı çok önemsiyoruz.
Bizim açımızdan diyalog ve müzakere sadece bir masa etrafında oturarak konuşmayı ifade etmiyor. Bizim politikamız, farklı toplum kesimlerine dokunabilmeyi ve onlarla ilişki kurmayı içeriyor. Bizimle görüşmeye veya bizi dinlemeye kapalı çevrelere de politikalarımızla, üslubumuzla, duruşumuzla seslenmeye çalışıyoruz. Bunun özünde de bütün sorunların müzakere ve diyalogla aşabileceğine dair kabulümüz yatıyor.
HDP’ye yönelik kimi sol yapılardan gelen eleştiriler var. Bu eleştiriler genellikle HDP’nin sınıf meselesine sosyalist perspektiften yaklaşmadığı ve anti-emperyalist bir duruşa sahip olmadığı yönünde. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bu tür eleştiriler olabilir. Bazı tartışmaların kökleri yüzyıl öncesine kadar uzanabilir ama en yakın tarihler olarak 1980’leri işaret edebiliriz. Ancak biz mücadele ortaklığı için görüşmeler yürütürken, kamuoyu önünde bu tür tartışmalara girmeyi prensip olarak doğru bulmuyoruz. Yoksa her eleştiri ve değerlendirme için elbette söyleyecek sözümüz var.
Ortak mücadele gibi bir hedefiniz varsa esas itibariyle iki yöntem seçebilirsiniz. Birincisi; tümelden tikele doğru ilerlemektir. Yani önce makro düzeyde ilkeler belirlenir ve bu ilkeler etrafında bir birliktelik için tartışmalar yürütülür. Ancak çok ağır baskı şartlarında, tümelden tikele doğru ilerleyen bir yaklaşımı açıkçası işlevsel ve isabetli bulmuyorum. Kaldı ki mücadele ortaklığı kavramı bir yandan bu tartışmaları yürütürken diğer yandan da halkın sorunlarına somut cevaplar üretecek birliktelikleri hayata geçirmeyi mümkün kılıyor.
Bu bağlamda tikelden tümele doğru ilerlemeyi daha doğru buluyorum. Şunu kast ediyorum: Belli hedefler etrafında ortak mücadele iradesini ortaya koymak, bunun gereklerini pratikte yerine getirmek ve ortak ilkelerde uzlaşmayı hayatın içinde ve birlikte yürürken pekiştirmek…
‘İLKELERDE TARTIŞMAK YERİNE TEMASLARI DEĞERLENDİRMEK DAHA YERİNDE’
Önümüze koyduğumuz hedefi böyle belirleyince ilkeler üzerinde uzun uzadıya tartışmalar yürütmek yerine, ilkelere varacak ortak duruşu ve temasları değerlendirmeyi çok daha yerinde buluyorum. Esasen Türkiye ve dünya sol tarihinde bu tartışmaların gölgesinde yitip giden pek çok ortaklık girişimlerine rastlıyoruz. Yani teorik tartışmalarla ve çok parlak ilke iddialarıyla başlayan görüşmeler ve konferanslar sonucunda birlikte mücadeleye dönük bir kararın çıkmadığı örnekler pek çoktur. Bu konular, özellikle 1900’lü yılların başlarında, faşizmin ve Nazizmin korkunç saldırganlığının yaşandığı dönemlerde ziyadesiyle tartışıldı.
O nedenle yöntemi şartlara göre ve hedefi de bu şartlar dahilinde gerçekçi bir perspektifle belirlemek gerekiyor. Şu anda bizim mücadele ortaklığı kavramını öne çıkarmamızın mantığında sonuç alma isteği yatıyor. Ortak ve/veya benzer dertleri, kaygıları ve hedefleri olduğunu bildiğimiz yapıların yan yana gelmeleriyle bir müzakere sürecinin doğalında ortaya çıkacağına ve bu yolla daha verimli tartışmalar yürütüleceğine inanıyoruz.
Türkiye’de sol hareketler on yıllardır benzer hedeflere sahip olsa da ortak bir mücadele hattı oluşturamıyor. Siz de akademik hayatınızı geçmişle hesaplaşma meselesine adamış bir akademisyen/düşünürsünüz. Bu buluşmaları bir nevi geçmişle hesaplaşma, yüzleşme veya özeleştiri olarak ele almak mümkün mü?
Geçmişle yüzleşmenin, özeleştirinin çok çeşitli imkanları ve yöntemleri vardır. Bu konuda bir katalog çıkarmaya kalkarsanız çok uzun bir liste oluşturabilirsiniz. Geçmişle yüzleşme aynı zamanda bir özeleştiri içerir. Fakat geçmişle yüzleşmenin de içinde bulunulan şartlara ve ortama bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğini unutmamak lazım. Bu kadar büyük bir saldırganlığın, korkunç bir sömürü düzeninin insan hayatını, doğayı, toplumu böylesine tahrip ettiği bir dönemde ortak mücadelenin bizatihi içinde müzakere ve yüzleşme, ortak bir yürüyüş için çok daha sağlam bir zemindir. Birbirimize yönelik eleştirilerimizi birlikte yürürken dile getirip soru işaretlerini gidermeye çalışmak, bana göre çok daha verimli bir yoldur.
Diyalogun kendisi aynı zamanda bir yüzleşme yöntemidir. Yüzleşmeyi de hangi hedefe bağladığınız son derece önemlidir. Geleceği inşa etme konusunda ortak yürüyüş iradesini yaratmaya mı bağlıyorsunuz, yoksa geçmişte yaşananları birbirine karşı üstünlük veya avantaj aracına dönüştürme gibi bir yaklaşıma mı sahipsiniz? Geçmişle yüzleşmek, geçmişe hapsolmak demek değildir. Yüzleşmek, geçmişe bakarak ileriyi inşa etme hedefine yöneldiğinde anlam taşır. Örneğin, HDP de dahil bir araya gelen 8 yapı geçmişte çeşitli karşıtlıklar yaşadılar, hala da birçok konuda fikir ayrılığı var. Esasen bunun olmaması düşünülemez. Çünkü ayrı yapılar varsa ayrı fikirler vardır. Bu durumda bizim müşterekleri belirlemeye dönük bir çalışmayı esas almamız gerekir. Bunu da geleceği inşa için yaptığımızı tekrar vurgulama ihtiyacı duyuyorum.
Önümüzde tarihi bir seçim var. Ortak mücadele arayışımız elbette seçimlere endeksli değildir ancak seçimleri görmezden gelen bir yaklaşımımız da yok. Bu birliktelik girişimi, yeni bir başlangıcı hangi güç, dinamik, ilke ve hedefler temelinde kuracağımıza dair de ortaklık çağrısıdır aynı zamanda. Çünkü bizler, seçimleri kim kazanırsa kazansın yeni dönemin inşasında, belirlediğimiz çerçevenin ve beraber yürüdüğümüz öznelerle mutabakata vardığımız ilkelerin damgasını vurmasını istiyoruz.
İlkeler tek başına hayatı değiştirmeye yetmez, hayatı değiştirecek olan maddi güçtür. Toplumsal gücü büyütebilirseniz, bu gücün o ilkeleri hayatı geçirme dinamiklerini yaratmasını da sağlarsınız. Dolayısıyla biz demokrasi ittifakını önümüze uzun erimli bir politika olarak koyduk. Yapmak istediklerimizin tümü, geçmişin ışığında geleceği ortak bir mücadeleyle kurma iradesine bakarak değerlendirilmelidir.
Seçimlere gelecek olursak… İlkeler bazında uzlaşılırsa cumhurbaşkanı konusunda ortak adaya açık olduğunuzu ifade ediyorsunuz. Bu ilkeleri açabilir misiniz? Ek olarak Türkiye’de bir cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırları sizce ne olmalı?
27 Eylül tarihinde ilan ettiğimiz deklarasyonumuz bu çerçeveyi çiziyor. Kimseye ön şart koşmuyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri için bir müzakere istiyoruz ve üçlü bir ayrım yapıyoruz. Seçime kadar olan dönem, seçiminin bizzat kendisi ve seçim sonrası dönem. Seçime kadar olan dönemde, başta seçim güvenliği olmak üzere bütün muhalif güçlerin hak ve özgürlüklerini kullanabilmelerini sağlayacak ortak bir irade ve çaba gerekiyor.
Yapılan saha çalışmalarına bakarsanız toplumun neredeyse üçte ikisi seçim güvenliğinin olmadığına inandığını söylüyor. Yine neredeyse toplumun dörtte üçü, muhalefetin seçim güvenliğini sağlayacağına inanmadığını belirtiyor. Bunlar çok ciddi uyarılardır. Seçim güvenliğini sandık güvenliğiyle sınırlı tutmamak, ortak mücadelenin önemli bir unsuru olarak görmek gerekiyor. Burada da hem toplumsal hem de siyasal muhalefet güçlerine ciddi bir sorumluluk düşünüyor. Eğer ortak çalışma zemini ve yöntemleri oluşturulmazsa seçim güvenliğiyle ilgili çok ciddi sorunlar yaşanacağını bundan önceki süreçte çok açık gördük.
Bir diğer konu ise cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefetin kazanması halinde yapılacaklardır. Biz, seçimden sonra geçiş sürecinin nasıl oluşturulacağını bütün muhalefet partileriyle açıkça müzakere etmek istiyoruz. Önerilerimiz, fikirlerimiz ve öngörülerimiz var. Mesele sadece cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlarından ibaret değildir. Yeni dönem nasıl inşa edilecek? Güçlendirilmiş parlamenter sisteme giden yolda nasıl hareket edilecek? Güçlendirilmiş parlamenter sistem sorunları çözmek için yeterli olacak mı? Biz de güçlendirilmiş parlamenter sistemden yanayız ama biz daha fazlasını söylüyor ve istiyoruz. Güçlü bir demokrasi için halkın yerelden başlayarak yönetim süreçlerinde etkili olması gerektiğini vurguluyoruz. Bu çerçevede yerel demokrasinin çok kilit bir önemi var. Bütün bunları mutlaka konuşmamız gerekiyor. Muhalefet bunları konuşmaya yanaşmazsa, bu ihtiyacı ve talepleri ciddiye almazsa, cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefet kazansa bile yeni bir başlangıç yapma imkanının doğacağını düşünmüyoruz.
Kapatma davasına gelelim. AYM’nin yeni üyesi seçildi. Bu seçimin ve AYM’deki yeni dengenin kapatma davasına etkisi olacağını düşünüyor musunuz? Kapatma kararı çıkarsa nasıl bir yol haritası izleyeceksiniz?
Bizim beklentimiz bu davanın reddedilmesidir. Bunun için de çok güçlü gerekçeler mevcut. Bir defa hukuksal olarak başsavcılığın iddianamesi son derece çürük, delillerden yoksun bir “çöp” niteliğindedir. Evrensel hukuk ilkelerine, hatta eleştirdiğimiz “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”na bağlı kalma iradesine sahip herhangi bir Anayasa Mahkemesi üyesinin bu iddianameye dayanarak HDP hakkında kapatma kararı verememesi gerekir. Üstelik AİHM’nin içtihatları ortada. AİHM, 2016’da Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılmasıyla ilgili verdiği kararda bugün tartıştığımız soruların cevaplarını tümüyle vermiştir ve kapatma kararının AİHS’ye aykırı olduğunu karara bağlamıştır. Zira şu anki kapatma davası gerekçeleriyle DTP’nin kapatılma kararının gerekçeleri neredeyse birbirinin kopyasıdır. Dolayısıyla hukuksal olarak böyle bir davanın açılabilmesi dahi bir hukuk skandalıdır.
Ben Anayasa Mahkemesi’nde hala vicdanlı ve hukuka bağlılıkla hareket edecek üyelerin azınlıkta olmadığına inanıyorum. Bu inancımı da sonuna kadar koruyacağım. Ancak bu kararın sonucunun siyasal gelişmelere bağlı olacağını, iktidarın bu konuda izleyeceği yolların belirleyici olacağını da biliyoruz. İktidar bloğu Anayasa Mahkemesi üzerinde doğrudan ya da dolaylı baskı kurmanın her yolunu deneyecektir. İktidarın küçük ortağı ve iktidara yaslanmış birkaç kifayetsiz grup, durmadan HDP kapatılmalıdır diye propaganda yürütüyor. En son Semra Güzel arkadaşımızla ilgili fotoğrafların servis edildiği mecraya bakarsanız bu grupların kimlerden oluştuğunu görürsünüz. Anayasa Mahkemesi tüm bu baskılara direnebilecek mi? Yaşayıp göreceğiz.