Medeniyetimiz ve kültürümüz kitap eksenlidir. Peygamberlere verilen kitap ve suhuf [sahifeler] bunun başlıca örneği. Kitap merkez olunca hakikat düşüncesinin insanlığa aktarılması söz konusu. Ne olursa olsun her dönemde insanın uyarılara ve yönlendirilmelere ihtiyacı var. İnsan, doğuştan itibaren büyüyüp geliştikçe öğrenme gereksinimi duyar. Medeniyetimizde bu konuyla ilgili özlü sözler bulunur. “İlim beşikten mezara” kadar öğrenilir. Ölünce artık bu dünya da son bulur. Edindikleri ve bildikleri kendisine hayırlı rehber olur. Kur’an’ın nazil olan ilk ayeti “Oku!”dur ve bir buyruktur.
İslam medeniyeti kitap ile yoğrulu olduğundan kültür merkezleri, havzaları oluşur. Bağdat, Endülüs, Sicilya, daha sonra Osmanlı coğrafyası tam anlamıyla kitabın merkezleri olurlar.
Bağdat, Moğol istilasına uğrayınca büyük bir yıkım yaşandı. Zaman zaman geçmişimize doğru yaptığımız çalışmalarda fetihlerde sultanlar için en değerli hazineler kitaplardır. Selahaddin Eyyubi, Mısır’ın fethinde kayıtlarda gördüğümüz on binlerce kitabı ganimet olarak alır. Benzer durum Diyarbakır’ın fethinde de yaşanır. Bunların sayısız örnekleri var.
Sultan Murad Balkan seferine çıktığında at sırtında elinde Keykavus’un “Kâbusname”sı var, okuyarak sefere gidiyor. Çünkü zaman da, bilgi de kıymetlidir.
Endülüs’te Müslümanlar çıkarılınca milyonlarca kitap meydanlara dökülerek ateşe verilir. Hıristiyan toplumlarda o dönemlerde en çok on ya da on beş bin ciltten oluşan kitaplıklar vardır. Kitaplar ateşe verilirken kendileri için önemli olanları aradan çekip almışlar ya da kişiler kaçırmışlardır. Zamanla onlar bu geleneğe sahip çıktılar ve geliştiler.
Osmanlı devletinde kültür havzaları var, buralarda kitaplar hayatın merkezindedir. Özellikle cami çevreleri. Beyazıt, Eyüp, Edirne, Bursa, Sarayevo camilerin çevreleri gibi. Bunların çokça örnekleri verilebilir.
İstanbul Beyazıt’ta 1950’li yıllar öncesinde önce yangınlar yaşanmış. Dönemin valisi Fahrettin Kerim Gökay öncülüğünde; Süheyl Ünver, Osman Nuri Ergin ile Hakkı Tarık Us’un çabalarıyla bugün Beyazıt’ta bulunan Sahhaflar Çarşısı kurulur. Vali, dükkânların kirasını çok düşük tutar, bir tek koşulla, sadece eski kitaplar satılacak. Sahhaf esnafı bu kurala uyar. Burası tam anlamıyla bir kitap kültür taşıyıcısı olma özelliğini kazanır. Kazandıkları kendilerine yeter.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında İslâm alfabesiyle yazılı metinlere karşı büyük bir düşmanlık var. Kimi yakılır, kimi kitap sahipleri korkudan bunları kendileri yakar, kıyamayanlar ise evlerinde toprak altına gömerler. Bu konularla ilgili Yedi İklim dergisinde uzun yazılar yayımlamıştım. Bir dosya olarak yayınevinde bekliyor: “Yatak Odasına Giren Kitaplar Evden Kaçan Hanım” başlığıyla. Burada çokça örnek var. Gözden ırak olan yerlerde, kiminde de her şeyi göze alarak dağ evlerinde sakladıklarını biliriz. Bir örnek verelim. Hatay’dan arandım, benim telefonuma ulaşmışlar, kitap aldığımız söylenmiş. Bundan on yıl önceydi, sağlık sorunlarım vardı. İlgilenecek durumda değildim. Aziz bir dostuma telefonunu verdim. Gitti, dağ evinde çok kıymetli kitaplar olduğunu ve aldığını söyledi. Sandıklarda çok da zarar görmemiş. Bunun gibi kurtulabilenler. Dedemin kitaplarının durumu da buna benzer.
Beyazıt’taki Sahhaflar Çarşısı Bedrettin Dalan belediye başkanı olunca, onlar için kültür önemli olmadığı için, Beyazıt gibi önemli bir merkezde bu kadar düşük kira ile kalamayacaklarını, çevrenin ve dönemin rayicine göre fiyatları artırıyor. Esnaf, bu parayla sahaflık yapamayacağını söyleyince, “Bizi ilgilendirmez, ne satarsanız satın” der. Sahhaflar Çarşısı ve sahaflık bu anlayışın kurbanı olur. O özgünlüğünü yitirdi, üniversiteye yakın olduğu için, ders kitapları, test kitapları, bir de yabancı turistlere dönük nesnelerin satış yerleri oldu.
Kapitalizm ve liberalizm parayı düşünür. Kitap umurlarında olmaz.
Sahhaflar bu merkezden değişik semtlere dağıldılar ister istemez. Kadıköy Akmar Pasajı, Moda Pasajı, Beyoğlu, Ortaköy, Beşiktaş’ın ara sokakları gibi. Ayrıntıları üzerinde sonraki yazılarımda duracağım. Bir hayli tanıklıklarım ve yaşanmışlıklarım var. Çünkü bir anda kendimizi bu dünyanın içinde bulduk.