“Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.”
(2/Bakara, 134.)
Bu yazıda tarihten tevarüs ettiğimiz ve bugün de bir türlü içinden çıkamadığımız ahlaki krizimizin “sahabe faktörü”nü ele alacağız. Söz konusu faktör, büyük ölçüde “sahabe algısı”ndan kaynaklanmaktadır.
Hiç kuşkusuz Müslümanlar tarih boyunca ve bugün sahabelere derin ihtiram duymaktadırlar, bu ihtiram her mü’minin onlara borcudur. Onlar, hem Peygamber’in arkadaşları oldu hem İslam’ın tebliğinde rol oynadı hem de Kur’an gibi eşsiz bir Kitabın kendilerinden sonraki nesillere intikalini sağladılar. Allah onlardan razı olsun. (Bkz. 9/Tevbe, 100 ve 48/Fetih, 29.)
Ancak kendisine şu veya bu düzeyde “sahabe” ünvanı verilen herkes bu kapsamda mı? Bu sorunun cevabı, bizim ahlaki krizimizle yakından ilgilidir.
Sahabe anlayışının İslam dininin asli akaid ve kelamına ne kadar uygun oluştuğu konusu yeterince ele alınmış değildir. Şiilerin sahabeye yönelttiği eleştiri, siyasi görüşlerine göre ayarlı olduğundan tarafsızlıktan uzak olup, adaletli eleştiri sınırlarını aşmakta; bazen da tarihi husumet ve önyargı, sahabelerin hak ve hukukunu ihlal edici boyutlara ulaşmaktadır. Nasıl Emeviler, Ömer bin Abdulaziz’e kadar hutbede Ehl-i Beyt’e sövüp sebbetmekle ağır bir günah işliyorlar idilerse, aynı şekilde ilk iki halifeye (Şeyheyn) ve diğer sahabelere sövüp sebbeden Şiiler de ağır günah işlemektedirler. Lakin aralarındaki doktriner karşıtlığa rağmen, hakikatte Sünnilerle Şiiler arasında zımni bir anlayış birliği söz konusudur. Şöyle ki:
Tarihsel Şiilik, “Aba” hadisinde zikri geçen Ehl-i Beyt’i (Bkz. Tirmizi, Tefsir, 4; Müsned, IV, 107) ve 12 İmam’ı masum (mutahhar) kabul eder. Şiiler, hadis rivayetini bunlara dayandığında sahih sayar, çünkü onlara göre adalet vasfı sadece Ehl-i Beyt’e mahsustur. Yine Şiiler, Kur’an’î yorumu bazı durumlarda velayete hasrederlerken, Sünniler Şii masum imamlar teorisine nazire olsun diye, sahabelerin neredeyse tamamını “masum/günahsız” görür. Şiilerin “masum imamlar” inancı teorik, Sünnilerin “masum sahabe” telakkisi akaid kitaplarında yer almasa da fiilen ve pratikte kabul görür.
Bir insan zümresinin masum/hatasız kabul edilmesi, yapıp ettiklerini eleştiriye kapatır. Tanrı ve din adına konuşma yetkisi olan Papa’nın bir vasfı la-yuhti’dir. Eleştiriye kapalı olan kişi veya kişiler her ne yaparlarsa yapsınlar doğru-isabetli kabul edilir. Sünni ve Şii ekol mensupları, tezlerini destekleyecek yeterli miktarda rivayet uydurmakta zorluk çekmemişlerdir. Senet yanında iyi bir metin kritiği yapıldığında, destekleyici mahiyetteki rivayetlerin karşıt tezlerinin Hz. Peygamber (s.a.)’e atıflarda bulunarak güçlendirmek üzere uydurulduklarını anlamak güç değildir.
Sünnilerin delil olarak kullandıkları hadislerden biri Beyhaki’nin yer verdiği “Benim ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz” “hadis”idir. (El Medhal, 164; Muttaki el Hindi, Kenzü’l ummal, Hds. No: 1002.) Güvenilir kaynaklar, bu rivayetin uydurma (mevzu) değilse de “zayıf” olduğunu kaydetmektedirler. En azından gerek antropolojik açıdan, gerekse siyasi ve toplumsal yanlış din anlayışının teşekkülünü anlamaya çalışmak bakımından bu tür (zayıf veya uydurma) hadisler dikkate alınır. Biz de ahlak konusunu ele alırken, söz konusu zayıf hadisten bu yönüyle yararlanmaya çalışacağız.
Ancak bu zayıf rivayetin dışında konuyla ilgili daha güvenilir rivayetler olduğunu da hatırlayalım:
Bir gün Hz. Peygamber (s.a.) ashabına;
“-Ey insanlar! Sizler Allah’ın huzuruna yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız“ buyurdu.
Ve Enbiya, 104. ayetini “Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, biz yapıcılarız.” okuduktan sonra şöyle devam etti:
“-Kıyamet gününde ilk elbise giydirilen kişi İbrahim aleyhisselam olacaktır. Yine kıyamet gününde ashabımdan bazı kişiler yakalanıp sol tarafa alınacak. Ben, ‘Ya Rabbi! Onlar benim ashabım’ diyeceğim. Bunun üzerine bana ‘Bunlar senden sonra ne kötü işler yaptı, sen bilmiyorsun’ denilecek. Ben de salih kul İsa Aleyhisselam’ın dediği gibi diyeceğim dedi ve Maide suresi 117. ayeti okudu: “Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerindeki gözetleyici Sen’din. Sen her şeyin üzerine şahit olansın.”
Bana denilecek ki: “Sen onların arasından ayrıldıktan sonra onlar dinden dönmeye devam ettiler.“ (Buhari, Enbiya, 8, 48; Tefsir 21/2, Rikak, 45; Müslim, Cennet, 58.)
Hz. Peygamber’in bu ayet çerçevesinde böyle buyurmuş olması, yukarıdaki hadisi takviye edici mahiyette irtihaline kadar ona tabi olan sahabilerin her birinin yol gösterici birer yıldız olduklarını göstermektedir. Zira Hz. Peygamber’in eğitimi ve gözetimi altında olması gerekeni yapıyorlardı. Bir bakıma nasıl Efendimiz ilahi koruma altında ise, onlar da bu korumadan yararlanıyorlardı. Ancak onun irtihalinden sonra bir kısmının “kötü işler yaptıkları” da haber verilmektedir.