21. Yüzyılda Küresel Çalkantı, Birey, Değerler, Devlet…
Uzun süredir siyaset üzerine sohbet ettiğimiz pek çok akademisyen ve siyasetçide yukarıdaki başlık üzerinde bir yeniden düşünme isteği dikkatimi çekiyor. Hali hazırda devam eden dünya sistemine tepki verenlerin başında da Rusya geliyor. Bu nedenle G20 zirvesinde Putin’in Batı ülkelerini küresel krizlere sebebiyet vermekle, başka ülkelere çözüm sunmak için fırsat vermemekle suçlayan video konuşması dikkatimi çekmişti. Bugün artık hiçbir sorun tek bir ülkeye özgü değil, sorunlar da küresel dalgalara muhatap, çözümler de!
4 Kasım’da Fikir Turu internet sitesinde “Putin’e Göre Dünya” başlığı ile okuduğum bir yazıda dikkatimi çekenler oldu. Yazıda Valday Tartışma Kulübü’nün “21. Yüzyılda Küresel Çalkantı, Birey, Değerler, Devlet” başlığında yapılan toplantısında konuşan Putin’in Batı sistemine itiraz noktaları analiz ediliyor.
Putin bir Hıristiyanlık filozofu olan ilahiyatçı Berdyaev’in büyük bir hayranı. “Sağlıklı muhafazakârlık” dediği kavramın içeriğini doldururken onun tarih felsefesinden çok etkileniyor. Beryaev, sekülarizm ve materyalizmin şekillendirdiği bir dünyaya karşı çıkarken insanın “ruhsal gücünü” öne çıkartıyor: “Tarihi şekillendiren, ilahi olanla insan arasındaki ilişkidir…” diyor.
Putin konuşmasında ayrıca ‘kriz’ (tehlike) ve ‘fırsat’ı betimleyen iki Çince karakteri anımsatarak bunları bir Rus deyişiyle birleştiriyor: “Zorluklarla zihninizle savaşın. Tehlikelerle ise tecrübelerinizle.” Putin ABD’de ortaya çıkan “Uyanık Kal” hareketine karşı çıkıyor. Transgenderizm de karşı çıktığı akımlardan birisi. “Dünya güç dengesinin yeniden düzenlenmesi, şimdiye kadar dışlanmış hisseden yükselen ve gelişmekte olan ülkeler lehine payların yeniden dağıtılması” gerektiğini söylüyor. “Batı egemenliğinin yerini çok daha çeşitli bir sisteme bırakması gerekir” derken bu sistemin kaos, kriz ve savaşları daha da derinleştirdiği kanaatini paylaşıyor.
“Sağlıklı muhafazakârlık” kavramını daha da açmak ve tartışmakta fayda var…
MÜLTECİ KARŞITLIĞININ ÇAĞRIŞIMLARI…
Sağ siyaset sadece Rusya’da ya da bizde değil dünyanın birçok yerinde kendine yeni bir kimlik arıyor. G20 zirvesi nedeniyle gittiğimiz İtalya’da mülteci karşıtlığı kendi bağlamından çıkmış “ırkçı” fikirler ve suçlamalarla dile gelir olmuştu. Liberal -sol çevreler holokosttan 90 yıl sonra dile getirilen bu fikirlerin kabul edilemeyeceğini söylese de anketler ırkçı partilerin yükseldiğini ortaya koyuyor. Siyasi elitler de bununla mücadele etmekten çekiniyor.
Oysa son beş yılda İtalya’da mülteci girişi artmadığı gibi azalıyor. Son yıllarda gelen mültecilerin çoğunluğu Tunus ve Libya’dan. Libya’dan gelenlerin büyük bölümü de Bangladeş asıllı ekonomik mülteciler.
İtalya’da vatandaşlık yasası uzun süredir tartışılıyor. Vatandaşlık hakkı için kan bağı (ius sanguinis) esas alınıyor. Ebeveynleri İtalya vatandaşı olmayan çocuklar, ülke sınırları içinde doğmuş olsalar da 18 yaşına kadar vatandaşlık başvurusu yapamıyor. Bu konuya ilişkin sosyal medyadaki yorumlarda, “Biz bu ülkeye bedel ödedik, yabancılar ödemedi sözleri” yer alıyor. Avrupa’nın iç gündeminde “vatandaşlık” meselesi, “yabancı düşmanlığı”nı içeren bildiğimiz ırkçı argümanlarla devam ediyor.
KADIN LİDERLER İÇİNDE ON NUMARA…
Almanya 2004 yılından itibaren bir kadın lider tarafından ustalıkla ve büyük bir başarıyla yönetildi. Hep diyoruz ya siyasette kadınların yüreklendirilmesi gerekiyor. Merkel’in 16 yıl süren başbakanlığının kadın siyasetçiler için bir rol model olması gerektiği kanaatindeyim. Benim içim mülteci krizindeki akılcı ama merhametli tutumu onu çok özel bir yere koyuyor. Hakkında yazılanlara bakınca dikkatimi çekenler şunlar oldu…
İki Almanya’nın birleştiği yıl, Aralık 1990’da milletvekili oldu.
İç çatışmaların rüzgârına kapılmadan siyaset yaptı. Parti içindeki zeki hamleleriyle itibar gördü. Siyasette birçok kademede görev yaptı. Kadın ve gençlikten sorumlu bakan ve çevre bakanı oldu. Parti genel sekreteri ve sonrasında başkan… Başbakan olduğunda Avrupa’nın en genç başbakanıydı. Thatcher gibi kendisine “demir leydi” dedirtmedi ama erkeklerin egemen olduğu uluslararası siyaset sahnesinde kararlı bir lider olarak tarihe iz bıraktı.
ASİSTANLIK
Doktor arkadaşlarımdan bilirim. Uzmanlık eğitimi döneminde asistanlık dönemleri uykusuz geçerdi. Ders çalışırlar, hocanın işlerini yaparlar, hasta bakarlar, bol azar işitir, aşağılanırlardı. Asistanlar arası rekabet yüksekti, seslerini de çıkaramazlardı. Buna bir de evli olanlar için ev -bark, çoluk çocuk eklenir derken halleri gerçekten hal olmazdı. Araba kullanırken uyumamak için direndiğini söyleyen çok arkadaşımı bilirim. Asistanların bu yüküne şimdi bir de bürokrasi eklendi. İnsani değildi bu koşullar, bugün de değil. Bundan üç-dört yıl önce tanıdığım bir genç doktor çalıştığı hastanede 4. kattan aşağıya kendini atmıştı. Geçen hafta uyuyakaldığı için arabanın altına giren asistan doktor Rümeysa Berrin Şen’in acısı yüreğimize oturdu. Çok iyi hekim olabilecek gençler yükü hafif bölümleri tercih ediyorlar. Kendisi de bir doktor olan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca asistanların çalışma sisteminin düzeltileceğini söyledi. Umarım kısa sürede olur, umarım hastanelerdeki “asistana yüklenme” kültürü değişir.
…
Sağlık sistemindeki istismarlara bizzat yaşayanlardan dair çok şey duyuyoruz.
Hem vatandaş hem de hastane cephesi var bu işin.
Aynı hastalık için sürekli üst üste gereksiz de olsa tetkik yaptırmayı kendinde hak görenler olduğu gibi, hastaya gereksiz işlem yaparak kota dolduran doktorlar, bunu talep eden hastaneler var. Sağlık personeline şiddet uygulamayı kendinde hak görenler olduğu gibi, asılsız iddialarla doktoru hastaneyi dava edip haksız gelir elde etmek isteyenler de var. Sağlık sisteminin hem hasta hem de doktorlar cephesinde yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.