HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, Kürdistan Kriz, Çekişme ve Araştırma Merkezi'ne verdiği röportajda birçok konuda önemli ve çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Kemalizm'in; Türklük ve laikliği halka dayatmak için sonradan uydurulan bir ideoloji olduğunu belirten Sağlam, bütün vatandaşların huzurlu ve müreffeh bir hayat sürdürmesini sağlayacak tek gücün İslam'ın adalet sistemi olduğuna dikkat çekti.
Mektep olarak, düşünce ekolu olarak bir Müslümanın "Hizbullahî" diye vasıflandırılması karşısında vereceği cevabın, "İnşaallah" olacağının dile getiren Sağlam, HÜDA PAR'ın Hizbullah Cemaati ile hiyerarşik bir ilişkisinin olmadığını ifade etti.
Sağlam, Kürtçe'nin de Türkçe ile beraber ikinci resmi dil olarak kabul edilmesi, aynı zamanda eğitim dili olması gerektiğini vurguladı.
HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam'ın, Kürdistan Kriz, Çekişme ve Araştırma Merkezinden (Senterî Kurdistan bo tujinewe le qeyran û milmilanê) Ahmet Qadir'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
HÜDA PAR ne zaman kuruldu ve ne gibi konularda çalışıyor?
HÜDA PAR'ı 17 Aralık 2012'de kurduk. HÜDA PAR Programında hedeflerimizi şu şekilde ifade ettik:
HÜDA PAR;Adaletin yeniden tesis edilmesini birinci hedefi olarak ilan eder.
Diğer hedeflerimiz;
Devleti ve siyaseti yeniden tanımlamak,
Toplumun temel değerlerini siyasete taşımak ve hâkim kılmak,
Toplumu sistemle değil, sistemi toplumun inanç değerleriyle uyumlu hale getirmek,
Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde içi boşaltılmış olan ve aslında bizi biz yapan insanî ve İslami değerleri yeniden ihya etmek ve yaşanılır kılmak,
Can, mal, din, akıl ve nesil emniyetini sağlamak,
İnsani temel hak ve hürriyetlerin gerçek anlamda tanınmasını sağlamak,
İnanç ve ibadet hürriyetinin önündeki engelleri kaldırmak,
Kürt meselesinin adalet temelinde çözümünü sağlamak,
Maneviyatsızlık ve ahlaki yozlaşmaya dur demek,
Hakça bölüşümü ve sosyal adaleti sağlamak,
Gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırmak ve refahı tabana yaymak,
Toplumsal huzur ve barışa katkı sunmak,
Yargının adil, bağımsız ve tarafsız olmasını sağlamak,
Dış ilişkilerin mihverine adaleti yerleştirmek,
Komşu ülkelerle iyi geçinmektir.
Amacınızın 'devletin siyasetini ve hüküm süren sistemi yeniden oluşturmak' olduğunu açıklamışsınız, 'Devlet ve sistem halkın değerlerine uygun olmalı' diyorsunuz. Bu, Türkiye devletinin üzerine kurulduğu Kemalist sistemin ve bu temelin tamamen yıkılması değil mi?
Devletler toplumlarının inanç, ahlak ve toplumsal dinamikleri üzerinde inşa olurlar. Toplumları inşa etmek veya toplumları dönüştürmek, değiştirmek üzerine devlet teşkil edilmez. Tarihte bir elit kesimin bir araya gelip yeni bir toplum ve millet oluşturmak üzere devlet kurduğuna şahit olunmamıştır. Bunun tek istisnası Türkiye Cumhuriyeti'dir. Devlet kurumları ve mevzuat yeniden ihya edilirken müesses toplumsal değerler yok edilip toplumun inanç ve değerlerine yabancı yeni bir sistem ihdas edilmiştir. Bu nedenle bir asırdan beri ülkede huzur ve güven ortamı tam olarak tesis edilemedi. Oturtulmaya çalışılan yeni sistem Batı'nın materyalist dünya görüşü üzerine bina edildiği için inanç ve ahlaki değerlerin bulunmadığı, ideolojik ve yeni bir hayat tarzını dayatan bir sistem olmuştur. Bizim "Toplumu sistemle değil, sistemi toplumun inanç değerleriyle uyumlu hale getirmek" şeklinde ifade ettiğimiz husus tüm icraat ve düzenlemelerin bu inanç ve ahlak değerleri esas alınarak şekillendirilmesini ifade eder. Biz toplumun inanç ve değerlerinin değiştirilemeyeceğini, bunu değiştirmenin zulüm olduğunu dile getiriyoruz. Bugüne kadar bu anlamda yapılan tüm değişikliklerin toplumun inanç ve ahlaki değerlerine göre düzeltilmesi gerektiğini savunuyoruz.
Yüzyıllarca Türkleri, Kürtleri, Arapları ve diğer kavimleri devlet çatısı altında bir araya getiren İslam ile bağının kesilmesi ve Türklerin dışındaki kavimlerin yok sayılmasının ülkenin huzur ve güven duygusuna zarar verdiğini belirtiyoruz. Bizim sistem eleştirimiz bu minval üzerinedir. Kemalizm; Türklük ve laikliği halka dayatmak için sonradan uydurulan bir dindir. Bu nedenle görüşlerimizin Kemalizmle çatışması normaldir. Bütün vatandaşların huzurlu ve müreffeh bir hayat sürdürmesini sağlayacak tek güç İslam'ın adalet sistemidir. Bu nedenle ülkede yaşayan vatandaşların kahir bir ekseriyetinin dini olan İslami değerlerin dışlanmadığı ve herkesin Türk olduğu dayatmasının yapılmadığı bir sistemi benimsiyoruz.
İran'daki İslam devriminin etkisi altına girdiğiniz oldu mu? Özellikle İran ile ilişkilerinizin çok iyi olduğu ve İran'ın da HÜDA PAR üzerinden İran İslam devrimi düşüncesini Türkiye'ye yerleştirmeye çalıştığı söyleniyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Biz, siyonist rejim dışında bölgemizdeki tüm devletler ve topluluklar ile iyi ilişkiler içerisinde olmak istiyoruz. Bunun için gayret gösteriyoruz. İran İslam İnkılabı ilk yıllarında dünyadaki tüm Müslümanları bir şekilde etkilemiştir. Müslümanların kendilerini iki kutuplu dünyaya mahkûm hissettikleri bir dönemde mazlum halkların iki emperyalist güç arasında bir tercih yapmak zorunda olmadıkları, Müslüman halkların özgürlüklerini iç savaşlara gerek kalmadan da elde edebileceklerini göstermesi açısından bu inkılap önemlidir. İran İslam inkılabı bu anlamda sadece İslam dünyasını değil, kapitalist ve sosyalist bloğu da etkilemiştir.
Öncelikli İslam ülkeleri olmak üzere tüm ülkeler ile iyi ilişkiler kurmayı doğru buluyoruz. Bizim İran ile olan ilişkilerimiz Irak ile olan ilişkilerimizden farklı değildir. İlk yurtdışı temsilciliğimizi Irak Kürdistan Bölgesi'nde açtık.
İran'ın devrim ihracını bizim üzerimizden yaptığı iddiasını ilk kez sizden duyuyoruz. Bugüne kadar bu şekilde bir soru ile muhatap olmamıştık. Bizim ilkelerimiz, parti programımız, duruşumuz ve söylemlerimiz ortadadır. Parti teşkilatı ve üyelerimizin büyük bir çoğunluğu Ehl-i Sünnet olmakla beraber az da olsa aramızda Caferi mezhebine uyan mensuplarımız da vardır. Bu anlamda mezhepler arasında bir ayrım yapmıyoruz. Programımızda belirlediğimiz çerçevede toplumumuza ve insanlığa hizmet etmek istiyoruz. Diğer devletlerle olan ilişkilerimiz siyasi partilerin faaliyetlerinin gerektirdiği ölçüdedir. Ayrı bir ajandamız yoktur. Bu tür söylemler sadece karalama amaçlı ileri sürülen ithamlardır.
HÜDA PAR liderlerinin Hizbullah ve Mustazaflar Hareketi çerçevesinde çalıştıkları belirtiliyor. Bu durumu kabul ediyor musunuz?
Partimizin kurucuları ve geçmişteki siyasi faaliyetleri vatandaşlarca bilinmektedir. Bütün parti teşkilatları olarak, parti kurucularımızdan belde temsilcilerimize kadar topluma faydalı olmak, mazlum ve mağdur halka hizmet etmek için gayret ettik/ediyoruz. Parti kurucuları partileşme çalışmalarından önce de toplumun sorun ve sıkıntılarıyla yakından ilgileniyor, değişik mecralarda yararlı hizmetlerde bulunuyorlardı. Kuruluş bildirisinde de belirtildiği gibi dernek ve vakıflar şeklinde hizmet etme imkânı elimizden alındığı için öncelikle Mustazaflar Hareketi, daha sonra da HÜDA PAR kuruldu. Kadrolarımız, Hakk'ın ve halkın hizmetinde sorumluluklarının gereğini yerine getirmek için dün de bugün de aynı amaç için gayret ettiler, ediyorlar.
Hizbullah, İslami literatürde iki anlamda kullanılmaktadır. Birincisi, bir mücadele biçimi ve ekolu anlamındaki Hizbullahi düşünce ve Hizbullah ekolüdür. Bu anlamda Hizbullah kavramı Kur'anî bir kavram olduğundan yüzyıllar öncesinde de kullanılan bir kavramdır. Ve birçok İslam alimi ve mütefekkir kendini Hizbullahî olarak tanımlamıştır.
Bugün Hizbullah derken başta Lübnan ve Türkiye'de kurulan Hizbullah cemaatleri veya örgütleri akla gelir. Bu anlamda Endonezya'dan Mağrib'e kadar birçok ülkede kendini Hizbullah olarak tanımlayan örgütler, cemaatler vardır.
Mektep olarak, düşünce ekolu olarak bir Müslümanın "Hizbullahî" diye vasıflandırılması karşısında vereceği cevap herhalde, "inşaallah" olacaktır.
İkincisi, Hizbullah bir örgütün hiyerarşisi içerisinde olma anlamında soruluyorsa HÜDA PAR'ın Hizbullah ile bu anlamda bir ilişkisi yoktur.
Ancak 90'lı yıllarda PKK'ye karşı direnen, İslami yaşama biçimini terk etmeyen her dindar kişi için yapılan nitelendirme "Hizbullah" kavramı idi. Bu nedenle inandığı değerler nedeniyle PKK'nin dayatmalarına boyun eğmeyen herkese bu sıfat atfedildi. 90'lı yıllardaki Hizbullah nitelendirmesi bir tür İslami yaşama biçimini benimseyenlere verilen isimdi.
Siz, "ümmet" temelli bir siyaset yürütüyorsunuz. Bunun temel Kürd milliyetçiliğine zararı veya Türk milliyetçiliğine yararı yok mu?
Ümmet kavramı ne yazık ki yanlış anlamlandırılıyor. Ümmet anlayışı hiçbir kavme ve şahsa zarar vermez. Sadece kuvvet ve emniyeti sağlar. Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda İslam ve Ümmet kavramı tamamen terkedilip düşmanlaştırıldı. Yeni kurulan devlet, Ümmet olgusundan uzaklaştığı için Suriye, Irak, Filistin, Lübnan, Hicaz ve Kuzey Afrika'ya kadar olan bölgeleri kaybetti. Buralarda yaşayan halklar birbirlerinden ayrılmak yerine bir ümmet olarak hareket edebilselerdi bugün bu topraklar işgal edilemez, yer altı ve yer üstü kaynakları talan edilmezdi. Yaşadıkları ülkede azınlıkta kalan Kürtler gibi birçok kavim en temel insani ve İslami haklarından mahrum bırakılmazdı. Ümmet olgusu terkedildiği için Kürtler de Türkler de Araplar da kaybetti, zarar gördü. Bugün yaşanan sıkıntıların büyük bir kısmı, Müslüman toplulukların, ihtilaflarının çözümünde İslam adaleti yerine devlet, millet veya grup çıkarlarını öne çıkarmalarından kaynaklanmaktadır. Arapların oluşturduğu devletlerin zillet içerisinde olmalarının sebebi Ümmet bilinçlerini terk etmelerindendir. Bugün Türkler, Araplar ve Farsların içinde yaşayan Kürtlerin en temel insanî ve İslamî haklarına bile kavuşamamalarının nedeni bu kavimlerin Ümmet bilincini kaybetmelerindendir. Kürtlerin yaşadığı sıkıntıların çözümü için gayret etmemiz de inancımızın ve ümmet bilincinin bize yüklediği sorumluluk gereğidir. Hülasa ümmet bilinci hiçbir kavmi güçsüz kılmadığı gibi ümmet bilincinin kaybedilmesi de hiçbir kavmi aziz etmez. Tüm halkların izzetli bir biçimde adil bir sistemde yaşamasının yolu Ümmet bilincinin yeniden inşa edilmesinden geçer.
6- Sizce Kürd davası (meselesi) Türkiye'de nasıl çözülmeli?
Parti Programımızda bunun cevabını vermişiz:
"Normalleşmenin gerçekleşmesi ve toplumsal barışın tesisi için;
Öncelikle bugüne kadar yapılan zulümlerden dolayı devlet adına özür dilenmeli ve mağdurlara tazminat ödenmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu nitelemesinden vazgeçilerek Kürtlerin varlığı anayasal olarak tanınmalı, Türkler ve Kürtler, ülkenin asli kurucu halkları olarak kabul edilmelidir.
Kürtçe, Türkçe ile beraber ikinci resmi dil olarak kabul edilmeli, Kürtçe aynı zamanda eğitim dili olmalıdır. Yeterli talep olması halinde anadili farklı olan diğer vatandaşların da kendi dillerinde eğitim alabilmelerinin önü açılmalıdır.
İlköğretim öğrencilerine okutulan, ırkçılık kokan 'Andımız' ve benzeri metinler kaldırılmalıdır. Muhtelif yerlerde yazılan 'Ne Mutlu Türküm Diyene' gibi yazılar silinmeli, "Bir Türk dünyaya bedeldir." şeklindeki ırkçı söylemlere son verilmelidir.
Zulüm ve ayrımcılık uygulamış olan tarihi şahsiyetlerin isimlerini taşıyan okul, kışla, cadde, sokak ve benzeri yerlerin isimleri derhal değiştirilmelidir.
Başta vatandaşlık tanımı olmak üzere, anayasa ve sistemin bütün resmi literatürüne hâkim olan Türklük esaslı dışlayıcı ve ayrımcı söylem terk edilmelidir.
İsimleri değiştirilen yerleşim yerlerine eski adları geri verilmelidir.
Bölgede çok yönlü sorunlara yol açan koruculuk sistemi derhal lağvedilmeli, ancak mağduriyetlere de sebebiyet verilmemelidir.
Sayısı binleri bulan kayıpların akıbeti açıklanmalı, faili meçhul cinayetlere ilişkin soruşturmalar ciddiyetle yürütülmeli ve sorumlular bulunup cezalandırılmalıdır.
Köy yakma ve zorunlu göç olaylarının hesabı sorulmalıdır. Ergenekon, jitem ve benzeri yapılanmaların bölgede yaptığı hukuksuzluklar derinlemesine soruşturulmalıdır.
Başta Şeyh Said olmak üzere Kürtlerin büyük bir saygı ile andıkları Kürt âlimlerine zulmedildiği resmen kabul edilmeli, yakınlarından ve bütün halktan özür dilenmelidir.
Said-i Nursi, Şeyh Said ve Seyyid Rıza gibi şahsiyetlerin mezar yerleri açıklanmalı, İstiklal Mahkemeleri ile ilgili arşivler derhal açılmalıdır.
Medreseler iyileştirilmeli, asli fonksiyonlarına kavuşturulmalı ve medreselerde verilen icazetlere resmi statü tanınmalıdır.
Uzun yıllar her alanda geri bırakılan bölgenin, batıdaki ekonomik refah seviyesine ulaşması için gerekli yatırımlar yapılmalı, bu anlamda bölgeye pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.
Vatandaşlığa kabul işlemlerinde başka ülke vatandaşı olan Kürtlere de Batı Trakya ve diğer bölgelerden gelen Türk kökenli kişilere sağlanan kolaylık ve ayrıcalıklar tanınmalıdır.
Siyasi nedenlerle uğradıkları takibat veya aldıkları cezalar nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kalmış olanların ülkeye, siyasi düşüncelerinden dolayı cezaevlerinde tutulan kişilerin de toplumsal hayata dönebilmeleri için siyasi af çıkarılmalıdır.
Katı merkeziyetçi yönetime son verilerek yerel yönetimler güçlendirilmeli ve tüm yerel yöneticiler halk tarafından seçilmelidir."
Parti programına şunu ilave edebiliriz. Sorunların çözüm yolu İslam adaletinin yeniden tesis edilmesinden geçer. Onun için "Önce İnsan, Öncelik Adalet Diyoruz."
Hizbullah uzun süre PKK ile ağır kargaşa (kavga) içindeydi ve aralarında silahlı çatışma olmuş, sonrasında devlet tarafından Hizbullah'a karşı operasyon düzenlenmiş. PKK'ye karşı savaşsın diye Hizbullah'ı devletin kurduğu söyleniyor. Devlet sizin üyelerinizi neden tutuklamaya çalışıyordu?
PKK'nin Hizbullah'a yönelik saldırıları ve bu süreçte yaşananları onlara sormanız lazım.
Devletin üyelerimize yönelik baskı ve tutuklama süreci; FETÖ'nün emniyet ve yargıda hâkim olduğu sürece denk gelmektedir. Bu dosyalardaki iddialara bakılırsa bize yönelik sindirme ve yok etme saldırıları olduğu görülecektir. Bir parti veya derneğin kurulmasının temel nedenlerinden sayılabilecek faaliyetler nedeniyle kumpaslar kurularak partimize yönelik sindirme çalışmaları yapıldı. Birçok yöneticimiz ve üyemiz delil ihdas edilerek yasal dernek ve parti çalışmaları nedeniyle soruşturma ve kovuşturmalardan geçirildi; onlarca yıllık cezalar verildi. FETÖ ve Ergenekon türü yapılar, halka hizmet eden, sağlıklı bir toplum inşası için gayret sarf eden partimizin varlığına tahammül etmediler, çalışmalarımızı kendileri için engel gördüler, onun için de bize yönelik kumpaslar kurdular. Ancak hukuksuz uygulamalar FETÖ ile sınırlı değil. Ülkede Gladio tipi yapılar hep oldu. Kendilerini devletin sahibi olarak gören bu yapılar, kendileri için tehlike gördükleri her kesimi yok etmek için hukuksuz uygulamalara ve yargısız infazlara başvurdular.
Neden silahlı çalışma ve silahtan vazgeçtiniz? Sizce İslam'ın "kılıca" ihtiyacı var mı?
HÜDA PAR siyasi bir partidir. Bizim mücadelemiz, ilan ettiğimiz parti programımız çerçevesinde siyasi faaliyetler yapma şeklindedir. Türkiye'de, Irak ve Lübnan'da olduğu gibi siyasi partilerin ayrıca silahlı güçlerinin olmasına müsaade edilmez. Bu anlamda hiçbir şekilde silahlı bir mücadelemiz olmadı.
İslam'ın kılıca ihtiyacı olması meselesine gelince, şunu sıklıkla dile getiriyoruz: İslam ülkelerinin yöneticileri bir araya gelip siyasi, ekonomik ve silahlı birlikler oluşturmalı ve bu gücü İslam coğrafyasının yer altı ve yer üstü kaynaklarını talan eden emperyalistlere karşı kullanmalıdırlar. Bunu istiyor ve öneriyoruz.
9- FETÖ ile ilişkileriniz ve onlar hakkındaki düşünceniz nedir? 17 Aralık ve 15 Temmuz olayları ile devletin FETÖ'yü yok etme çabalarının size etkisi var mıydı?
İlk günden beri FETÖ'nün partimize bakışı olumlu değildi. Bizler de onların normal tebliğ çalışması yapan bir cemaat olmadığını biliyor/görüyorduk. Bu nedenle kurulduğumuz 2012 yılından beri devletin imkanlarını ve güçlerini kullanarak çeşitli baskılarla bizi sindirmeye çalıştılar. Yapılan bu hukuksuz eylemelerin hiçbir hukuka uymadığını haykırdık. 15 Temmuz'daki darbe girişiminde de 2 üyemiz katledildi.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra nispi olarak kumpaslar, mobbing uygulamaları hızını keşmiş olsa da FETÖ'nün etkin ve hâkim olduğu dönemde iken oluşturduğu devlet hafızası ve devlet aklı halen yürürlüktedir. Bu nedenle ülkede tam olarak bir huzur ve güven ortamının olduğu söylenemez.
Toplumsal ve siyasi İslami gruplar arasındaki çekişmeler Türkiye halkının dinden uzaklaşmasına ve Türkiye'nin İslam alemindeki haysiyet (değer)'ini kaybetmesine ve Türkiye'deki İslami güçlerin zayıflamalarına ve geriye gitmelerine sebep olmamış mı?
Türkiye'deki İslami grup ve cemaatler, doz ve yöntemleri değişse de bidayetinden beri genel olarak dayanışma ve birlik içinde olmadılar. Belki bütün İslam dünyası için bu geçerlidir. Her cemaat kendi doğru bildiği yol ve yöntemlerle faaliyetlerde bulunmaya çalışıyor. Bunların içerisinde hata yapan, mücadelesini verdiği inanç ve ilkelere aykırı işler yapanlar da olabilir. Hiç kimse hata ve günahlardan arınmış, masum bir topluluk olduğu iddiasında bulunmaz, bulunmamalıdır. Birilerinin veya bütün bir grup ve cemaatin yanlış işler yapması İslam'ın ve genel olarak Müslümanların kusuru değildir. Bu, hata ve günaha düşenlerin günahı ve kusurudur. Bu nedenle bir Müslümanın hatası nedeniyle bütün Müslümanların töhmet altında bırakılması doğru bir yaklaşım değil. Bu, İslam düşmanlarının oluşturmaya çalıştığı algı ve toplum mühendisliğidir. Bir mühendis veya hekim ya da bunların oluşturduğu bir birliğin yaptığı yanlış yüzünden nasıl tüm mühendis veya hekimler kınanmıyorsa, hekimlerden ve mühendislerden soğuyup bir daha işlerin onlara yaptırılmaması yoluna gidilmiyorsa, ayın şekilde bir Müslümanın yaptığı bir hata yüzünden İslam veya tüm Müslümanlar kınanamaz. Müslümanlar, insanların ellerinden ve dillerinden emin oldukları insanlardır. Bu ilkeyi çiğneyen kişi kendi eminlik vasfını kaybeder, burada İslam'ın bir kusuru yok.
Kürdistan bölgesi ve oradaki partiler ile özellikle İslami partiler ile ilişkileriniz nasıl?
Bütün parti ve gruplarla iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. Bu nedenle ilk temsilciliğimizi Kürdistan Bölgesi'nde açtık. Bizim faaliyet alanımız Türkiye'dir. Biz Kürdistan Bölgesine siyaset yapmak için değil, oradaki kardeşlerimizle tanışmak, yardımlaşmak ve gerektiğinde birlikte hizmetlerde bulunmak için gidiyoruz. Bu nedenle tüm hizip ve partilerle iyi ilişkilerimiz var. Bunu daha da ileriye götürme hedefimiz var.
Bir süre İzzeddin Yıldırım Grubu ile sıkıntılarınız oldu ve Hizbullah bu grubun liderini öldürmekle suçlanıyor. Cevabınız ne olacak?
Soruyu yanlış yere soruyorsunuz galiba. Sorunun muhatabı Hizbullah ise doğrudan onlara sorabilirsiniz. Bizim İzzettin Yıldırım Grubu ile hiçbir zaman gerginliğimiz olmadı. Partimiz 2012 yılında kuruldu.
Şu anda AK Parti ve Türkiye Hükumeti ile ilişkileriniz nasıl?
Biz ülkede müspet muhalefet anlayış ve geleneğini benimsiyoruz. Siyasi partiler, ülke için hizmet etme yarışına giren hizmet kuruluşlarıdır. Her parti, kendi parti programında dile getirdikleri görüşlerin ülkeye en faydalı görüşler olduğu kanaati üzerinden siyaset yapar. Siyasi partiler rekabet edip yarışsalar da çatışmamalıdırlar. Bu bakımdan biz tüm partiler ile iyi ilişkiler geliştirmek istiyoruz. Kuruluştan sonra tüm partilere dostluk elimizi uzattık. Buna karşılık veren tüm partilerle iyi ilişkiler geliştirmeye gayret ediyoruz. Bu anlamda AK Parti ile de ilişkilerimiz iyi.
2015'ten sonra AK Parti'nin sözleri daha çok Türk milliyetçiliğine bürünmüş. Bu duruma bakışınız nedir?
Kavmiyetçiliğin/milliyetçiliğin kimseye faydası yoktur. Sıkıntılı zamanlarda milli duyguların kabartılması ve milli bir heyecanın oluşturulması adına bazen bu dil olumlu gibi görülse de vatandaşların milli dayanışma ve heyecanının milliyet ve kavmiyet üzerine inşa edilmesi toplumda ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve diğer halkları tahkir ve tahrik etmeye yönlendireceği için doğru değildir. Bu yöntem ülkede kaos ve fitne kapısını açtırır. Bu nedenle her fırsatta bu dilin zararlı olduğunu ve terkedilmesi gerektiğini vurguluyoruz. Bu dil terkedilmelidir. Toplumun kahir ekseriyetinin inancından ve tarihsel geleneğinden güç alınmalı. Üst kimlik olarak İslam'ın birleştirici yönünden ve kardeşlik hukukundan sapma olmamalı.
Yeri geldikçe farklı münasebetlerle siyaset kurumunun tercih ettiği milliyetçi söylemin, ülkedeki siyasal ve sosyal sınıflar arasında ciddi kırılmaların yaşanmasına ve tehlikeli kutuplaşmaların baş göstermesine sebebiyet verdiğini/vereceğini dile getirerek adalet ve hakkaniyet üzere bir siyasi anlayışa sahip olunması gerektiği çağrısında bulunduk/bulunuyoruz.
AK Parti Hükumetini nasıl görüyorsunuz? İslami bir hükumete dönüşebilir mi?
Kişi ve kurumlar, kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa, tanımlamalarına açıkça aykırı söz ve fiilleri olmadığı sürece o şekilde anılmaları gerekir. AK Parti yöneticileri partilerini "muhafazakâr demokrat" şeklinde tanımlamaktadırlar. Kaldı ki AK Parti'nin programı ve icraatları onun "İslami bir parti" olmadığını göstermektedir. Genellikle kurumların üzerine inşa edildikleri ilkeler ile kurum yöneticilerin inanç ve düşünceleri karıştırılmaktadır. Siyasi parti olarak AK Parti kendisini İslami bir parti olarak tanımlamasa da AK Parti'nin kurucuları ve yöneticilerinin önemli bir kısmı kendilerini dindar ve İslami değerlere saygı gösterenler olarak ifade etmektedirler.