Eski arkadaşlarımdan bir grupla bir yerde karşılaştık, sohbet ediyoruz.
MHP İstanbul davasından yatan bir arkadaş, bir zamanlar Manukyan’dan haraç aldıklarını anlattı, biraz da övünerek.”
Yazı devam edecek.
Şimdi bu cümleyi okuduğunuzda aklınızdan geçeni hatırlayınız.
Türkiye genelevler patroniçesinden haraç aldıklarını iddia ediyor.
Nasıl?
Siz, bu yazıyı okuyanlar, siz ne düşünüyorsunuz?
1985’ten bu yana tanıdığım Burhan Kavuncu Beyefendi devam ediyor ve ona iyi kulak verin.
Burhan Kavuncu Beyefendi ona cevap veriyor, “Hiç doğru bir şey yapmamışsınız” dedim.
“Niye, pislik bir iş yapıyordu, biz de ceza kestik, neresi yanlış?” dedi.
Burhan Kavuncu Beyefendi, “Onun yaptığı işe ortak olmuş oldunuz” dedim. Sözüm biraz ağır kaçtı. Arkadaş haliyle sinirlendi. İtiraz etti. “Ne alakası var” falan gibi bir şeyler söyledi. Dedim ki: “Kadın size niye para veriyordu? Yaptığı işe devam edebilmek için.
Siz bu parayı aldıktan sonra ona dokunuyor muydunuz, bu işi yapamazsın diyor muydunuz?
Basbayağı ortak olmuşsunuz.”
Şunları söylemedim artık: “Bu işin sonu Manukyan’ın korumasını yapmaya kadar gider. Çoğu mafyatik ilişkide olan budur.”
Burhan Kavuncu Beyefendi’nin yazısını burada kesiyorum.
Mücahit iken müteahhit olanların mantığı da buna benzer.
“Evet, haram ama hep onlar mı yiyecek?” mantığı, İslami değil.
Hayır, sen onların yediği makama gelmişsen, sen yemeyeceksin, yedirmeyeceksin ve seksen dört milyon insanın hakkını koruyacaksın.
“Haraç aldık” demiş.
“Haraç” İslami bir ıstılah/kavramdır.
Fethedilen topraklar üzerinde yaşayan gayrimüslimlerin, mal, can ve namusları, Müslümanların güvenliğine girdiğinden bu güvenliği sağlama karşılığında toprak sahibi olan gayrimüslimlerin tarla, bağ, bahçesinden elde edilen ürünlerin vergisidir.
Vergi oranı, arazinin verimlilik gücüyle orantılıdır. Kimseye gücünün üstünde yük yüklenmez kuralı geçerlidir.
Kişilerin para karşılığı gayrimeşru ilişkilerine göz yummak, o işe ortak olmak anlamına gelir.
Aynı Müslüman ülkede, Müslüman insanlar da toprak mahsulleri için “Öşür” adı altında devlete vergisini verir.
Bu öşür ibadetini yerine getiren Müslümanlarımız yok değil ama epeyce azalmıştır.
Ramazan ayında zekât konusu hocalara sorulur da öşür konusu çok az sorulur.
Dikkat ediniz, bu öşür ibadetimiz de zekât ibadetimiz gibi farzdır.
Öşür mana olarak onda bir demektir.
Günümüzde ziraat, masraflı olduğundan, gübresi, sulaması, ilaçlama masrafları gibi masraflı olduğundan yirmide bir öşür verilmesi gerekir.
“Devlet almıyor” mazereti arkasına sığınmamak gerekir.
Devlet, zekâtı da almıyor ama zekâtı veren Müslümanlarımızdan nedense öşrünü vermeyenler var.
İstanbul’da 150 metrekarelik evinin üzerinde sebze yetiştiren ve bir tane de elma ağacı yetiştiren Konyalı bir vatandaşımız, telefonla bu mahsulün öşrünü sordu.
Dedim ki, “Burası evin avlusu hükmündedir ama senin soruş şeklinden anladığım kadarıyla vermeye meyilli değil veren bir adamsın. Sen komşulara ikram olarak vermeye devam et” dedim.
İmam Ebu Hanife, “Topraktan çıkan mahsulün azlığı veya çokluğuna bakılmadan öşrü verilir” der.
İmameyn ve diğer imamlara göre bir ölçü var ama ben atalarımızın bu ibadeti İmam Ebu Hanife’ye göre verdiklerini, evlerinin avlusunda bile biten mahsulü, komşularla paylaştıklarını bildiğimden vermeye devam etmesini söyledim.
“Manukyan’dan haraç aldık” diyen adamın bu söylediği sözün, “Manukyan’ın koruması olduk” anlamına geldiğini anlamayacak kadar da akılsızlıklarının, “Haram ama biraz da biz yiyelim” diyecek kadar çığırından çıktıklarının ifadesidir.
Genelde olumsuz tablolardan kaçınırdım ama hastalık az da olsa başkalarına bulaşmaması için karantinaya alınması gibi düşünün bu yazımı ve bu sene toprağınızdan çıkan mahsulün yirmide birini harman yerinde veya depoya koyduğunuz hafta içinde mahalle veya köyünüzde ihtiyaç sahibi fakirlere dağıtmayı ihmal etmeyiniz.