Biz, bu yazımızda her ne kadar kendi başlarına birer Batılı ideoloji olsalar da, bizi etkilemeye devam eden sağ ve sol kavramları ile çoğu kez ve kendi ontolojileri gereği “olumlu” anlamda bir sabiteye dayandığı pek varit olmayan kültür ve medeniyet kavramına dair değerlendirmelerde bulunacağız…
Sağ ve sağcılık
Lügate baktığımızda, sağcılıkta aynen diğer ideolojik kavramlarda olduğu üzere çağdaş batı mantalitesinden sadır olan bir temele sahip olmakla birlikte, kendine özgü bir felsefesi, din ve dünya görüşü bulunan geniş kitlelerin ideolojik formu olup muhafazakârlıkla özdeştir. Aynı zamanda ekonomik işleyiş bazında serbest hareketi savunan liberal görüşlü insanları da kapsar mahiyettedir. Bir de bunun yanında kendisini 'ilerici' safta görenler tarafından bakıldığında; Sağcılık,”toplumsal hiyerarşiyi veya toplumsal eşitsizliği kabul eden veya destekleyen siyasal duruş veya etkinlik” olarak tanımlanır.
Bir kavram olarak sağcılık, temelde gelenekselci muhafazakârları ve 'gericileri' tanımlamak için kullanılır. İlerici tayfanın bu bütünleyici bakış açısına rağmen içerisinde liberal muhafazakârları, klasik liberalleri, liberteryan muhafazakârları, Hıristiyan demokratları ve çeşitli milliyetçi çevreleri tanımlamada kullanarak biraz daha çeşitlilik kazanmıştır.
Muhafazakârlık lügatlerde karşımıza sözlük anlamı itibarıyla muhafazakâr olma hali ve muhafazakâr olanın hali ifadesiyle karşımıza çıkar. Muhafazakârlığın siyasal, düşünsel ve kültürel alanı kapsaması açısından İslam dünyası ve Müslümanların geçmişten tevarüs ettirdikleri İslam algısı ve o algıyı besleyen dinin kendisiyle bir ilişkisi varit olmamıştır.
Bu kavram sadece seküler algı içerisinde değerlendirilebilir ve modern dönemlerin yıkıcılığına karşı yine Batı’nın kendi anlam dünyası içerisinde bir karşılığı olabilir.
Sağcılığın, yukarıda da belirtildiği üzere, sağcılık kavram olarak muhafazakârları ve ‘gericileri’ yani din ile belli bir ilişki içerisinde olan kişi ve grupları tanımlamak için kullanıldığı vurgulanmaktadır.
Bu tanımlama her şeyden önce seküler ideolojilerin arz-ı endam ettiği Batı’dan hareketle, seküler afet olarak tanımlanmayı hak eden aydınlanma felsefesine ve dolayısıyla Fransız ihtilaline bakılarak kendilerini o afet karşısında “sağlama almak için” kiliseyi merkez alarak muhafazakârlık yolunu seçen insanları tanımlaması doğru olsa da, refleks açısından birbirine benzemiş olduğu halde, bizde bu yolu seçenlerin büyük oranda anakronik bir hal olarak belirmektedir.
Sağ, kavram olarak karşıtları açsısından muhafazakârlığı ve “gericiliği” temsil ettiği vurgulandığından dolayı, onun sol karşısında bir kompleks içerisinde bulunduğu söz konusudur. Ki, Cemil Meriç "Sağ'ın, Sol karşısında bir kompleks içerisinde olduğunu ifade eder…. Cemil Meriç, -sağın- aynı zamanda da yaslandığı değerlerden habersiz, bir gelenek oluşturma bilincinden de yoksun olduğunu belirtir."(1)
Hatta Cemil Meriç, Sağ adı verilen bu bedbaht topluluğun, solun kusuntuları ile yaşadığını belirtir…. Cemil Meriç, “Misafirler gittikten sonra sofra döküntülerini yalamağa gelen bedbaht bir sokak kedisi. Kendine mahsus hiçbir fikri, daha doğrusu hiçbir fikri yoktur. Batı dili bilmez, Osmanlıca bilmez. Ebediyet vesayet altındadır. Huysuzluğu intibaksızlığından gelmektedir. İntibaksızlığın tembelliğinden, Sağ'ın cilasını kazıyın altından kıskançlık çıkar."(2) tespitinde bulunmaktadır.
Sol ve solculuk…
Sol, sözlük anlamı itibarıyla, iktisadi bakımdan sosyalizme meyilli kişiler üzerinden oluşan grupları, partileri, çalışmaları ve politikaları tanımlayan dünya görüşünü ve görüşleri tanımlayan bir anlamdadır. Olaya siyasal köken ve kavram olarak baktığımızda ise, "Sol siyaset kavramının kökeni Fransız ihtilâli dönemine dayanır. İhtilal sonrası kurulan parlamentoda özgürlüklerin destekçisi olan halkçılar genellikle başkan koltuğunun solunda oturmaktaydılar. Değişimlere karşı çıkmakta olan zenginler, burjuva kişiler ise sağda otururlardı. Bugün Fransız parlamentosunda bu gelenek hâlâ devam etmektedir. Bir de, istisnaları olmakla birlikte, bize dönük silik yüzü açısından, Batıcı paradigmanın bir ürünü sayılan sol'a ve sosyalizme baktığımızda, kendileri sözde Müslüman olan, lakin her konuda bizlerden bir miktar gizledikleri oranda, Batılı 'dönme' paşazadelerin, beylerin, yalı sakinlerinin, ülke ver halkını dönüştürmek uğruna piyasaya sunmaya çalıştıkları sol/sosyalist anlayışın, ya baştan beri laik/gayri Müslim, ya da süreç içerisine laikleşen 'yerli' aristokrat kesimlerin kendi paradigmal ve ideolojik gelecekleri açısından sol anlayışı toplumsal katmana yaymaya çalıştığı erbabı tarafından bilinen bir hadisedir.
“Sülalelerinin kökenleri Avrupa aristokrasisine dayanan köklü Türk aristokratlarının “solcu” dayanışmasına karşı elbette emekli kökenli entelegensianın esamesi bile okunamazdı.”(3)
Sol düşünce, kendini kapitalizm karşısında ideolojik formasyon açısından Marksizm’e dayandırır. Bu, onun kapitalizme karşı, onu ayakta tuttuğu görünen, o olmadan üretimin mümkün olmayacağı, ama buna rağmen sistemin çarkları arasında ezilen işçi sınıfının ideolojisi sayılan sosyalizme nispet edilir.
Bu durum, soğuk savaş dönemi şartlarına sosyalizmin bizzat uygulandığı ülkelerde, Barı’daki sınıf mücadelelerinde ve onu, bizde, arkaik durumlara kurban etmeden olduğu gibi değerlendiren birçok sol çevreye rağmen, onun bizde “tipik bir aydın hareketi” olduğu altmışlara, yani 27 Mayıs darbe dönemşne kadar süregelmişti.
“Türkiye yakın tarihi incelendiğinde, sol sosyalist anlayışın 60 darbesine kadar, dar bir çerçevede tipik bir aydın hareketi olarak geliştiğini ve öyle kaldığını görmekteyiz. Ki, kendisi de Batıcı bir projenin ete kemiğe büründürülmüş şekli olan Kemalizm’e baktığımızda, Müslüman toplumun anlam dünyasını her açıdan iğneden ipliğe, tersine çeviricesine tepe taklak eden devrimler sonucu oluşan yapı, haliyle sol/sosyalist anlayışa da kapı aralıyordu “(4)
Her ideolojik katmanda, bilgilenme ve beslenme kaynakları temelde ayrı olduğu halde, o ideolojik katmanın başında bulunan ve bir açıdan “o ideoloji onlardan sorulan” kurucuların yokluğunda, ya da daha hayatta iken kişiye özgü bazı anlayışlar, kavrayışlar ile birtakım dahili ve harici” şartların yönlendirmesiyle devasa farklılıklar oluşabilmektedir.
Bu durum, dünden bugüne birçok din ve mezhep için varit olduğu gibi, seküler temelli ideolojiler içinde söz konusu olagelmiştir.
'Kültür' nedir?
Birçok konuda olduğu üzere bu konuda da batının neredeyse hayatın hemen her alanında galebe çalmasından ötürü bu konuda da ister istemez şöyle bir tanım oluşmaktadır; "Kültür, "bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden, her türlü duygu, düşünce, dil, sanat, yaşayış unsurlarının tümü, belli bir konuda edinilmiş, geniş ve sistemli bilgi" şeklinde tarif edilmektedir. Antropoloji bilimlerinin kültür sorunlarıyla uğraşan dalına, bugün, "etnoloji" veya "sosyal-kültürel antropoloji" adı verilmekte olup, bu alandaki kültür sözcüğü, günlük dilimizdeki "kültür sözcüğünden çok daha geniş kapsamlı bir kavram olarak, hars ya da uygarlık anlamında kullanılmaktadır." (5)
Kültür sözcüğü, günlük dilimizdeki "kültür sözcüğünden çok daha geniş kapsamlı bir kavram olarak, hars ya da uygarlık anlamında kullanılmaktadır.
Cemil Meriç, Batın bize galebe çaldığının altını çizerek, ancak ve ancak bir "kültürlenme" yoluyla, eski medeniyetimizin yeniden diriltilebileceğini yüksek sesle dişle getirir. Ona göre kültür, kısaca 'bir milleti millet yapan her şeydir.' Buna bağlı olarak makul tanım ne olmalıydı. O da bizce Cemil Meriç'in 'her şey' diye belirtmeye çalıştığı olgunun bizzat kendisiydi.”
İslam ya da Müslümanların kültürü hakikaten, insanların tümünü çepeçevre kuşatan bir vasatta en başta maddi doneleri ağır basıcı özelliği ön planda olan evrensel bir kültür müydü, yoksa yukarıda belirtmeye çalıştığımız üzere yekpare bir toplumun kendini var kılma tarzımıydı?
İslam kültürünü şimdilik bundan vareste ederek Cemil Meriç'e kulak verirsek, onun bu konudaki görüşü şu şekilde açıklanabilirdi "Batı kültürü evrensel değildir. Çünkü Batı, bireyi, insan olanaklarına göre değil, bireyi bireyle çatıştıran sınıf çıkarlarına göre algılar. Batı, bireyi bireyin insan özüne göre değil, bireyin rekabet olanaklarına göre anlar ve açıklar."(6)
Medeniyet
Bu olgu Arapça kökenli "Medeni-lik" yani 'şehirli-lik' kelimelerinin karşılığı olup son iki yüzyıldır batı'ya karşı verilen mücadele pratiği içerisinde oluşan bir kavram ve olguya tekabül eder. İçeriği açısından bakıldığında, bir ülke ve toplumun veya diğer zeki canlı türlerinin, maddi ve manevi varlıklarının düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerini tamamını ifade eden bir özelliğe sahiptir. Kelime olarak sonradan üretilmişliğinin ve fonksiyonel açılardan baktığımızda bile, 'ilgilisince' iddia edildiği halde, uygarlık kavramının içeriğinden daha zengin bir muhtevaya sahiptir.
Medeniyet= maddi gelişim (mi?)
Anlatıla geldiği üzere insanlık tarihinin ilk dönem kendi şartları içerisinde, yönetim durumu, toplumsal ve ekonomik özellikleri ya da nüfus yoğunluğu yönünden kentten ayırt edilen, genellikle tarımsal uğraşıda bulunmak gibi işlevlerle belirlenen, konutları ve öteki yapıları bu yaşamı yansıtan yerleşim birimi köy statüsünde karşımıza çıkıyor ise, elbette buradan hareketle 'insani' açılardan bir gelişim söz konusu olmuştur olmasına, ama bu 'maddi gelişim' medeniyet kalıpları içerisinde şehir kadar bir etkiye dünde olduğu gibi bugünde olmamıştır.
İsmet Özel “Üç Zor Mesele” kitabında yer verdiği Hasan El Nedvi’nin görüşlerine yer verir;“Dört Halife sonrasında cehalet, ihtiras, İran ruhçuluğu (…) diğer maddeci sistemler İslam politik teşkilatlarına sık sık bulaştırılmıştır. Genellikle İslam medeniyeti olarak bilinen ve bazı Müslüman tarihçilere de gurur veren işte bu karmaşık ilavedir. Genel olarak “İslam Kültürü” dendiğinde anlaşılan şey Şam, Bağdat, Kurtuba, Semerkant, İsfihan, Gırnata, Delhi ve Luckown’un debdebeli günlerinde cari olan sanat, mimari, musiki ve edebiyatla, Müslüman İmparatorluklarının yaptırdıkları saray ve kalelerdir. Müslüman ortaçağ’da bu merkezlerde yaşanan bozulmuş hayat, İslam Kültürünün başarıları olarak kaydedilir … 1-Medeniyet sınıflaşmayı ve insanın insanı sömürmesini öngörür, elbette sınıflaşma ve sömürü medeniyeti doğurur. Demek ki servet ve siyasi iktidar birbirleriyle kaynaşarak, birbirlerine güvence vererek toplum üzerinde baskı kurabilecek imkânı ellerinde bulundururlar (…) Devlet ricalinin ve memurların halleri ve yaşayışları genişler. Bu suretle paralar tebaadan alınarak devlet ricalinin ve memurların geçimleri için sarfedilmiş olur… (…) bunun bir sonucu olarak da şehir ahalisinin serveti artar (…) Kültür ve medeniyet bundan ibarettir (Mukaddime, İ.Haldun,Devlet kitapları, 1970, s.228)... 2-Medeniyet, insanların madde karşısın da zaaflarının ve maddi gelişmeye mahkûm olmalarının somutlaşmış halidir. Bilindiği üzere medeni hayat insanlara her şeyin süslüsünü sunmayı vaat eder. Ancak insanlar göçebe yaşayışı benimsedikleri evrelerde böyle durumlara mecbur değillerdi. Bu süslü yaşamın dine uygun olmamasının sebebi de “(…) Muhkem bir suretle bir kere kalplerde yerleştikten sonra, kalplerden çekip çıkarmanın zor olmasındandır…” (İ.Özel, ÜZM, 2016, s.254)…. 3-Medeniyet, toplum yapısını ve insan kişiliğini karşılıklı olarak bozar. (7)
Sağ ve sol kavramlarının ortaya çıkışı takip edildiğinde, her ikisinin de çıkış yerinin Batı olduğu ve aydınlanma felsefesi içre seküler temellere irca edilebileceği gerçeğinden hareketle, düşünsel devinim ve birçok etkileşimden dolayı, bu iki olgunun, şartları birbirinden farklı olsa da, bizi de kapsadığı söylenebilir.
Keza, ya tamamen gerçekliğe binaen, ya da indirgemeci ve yakıştırmacı bir mantıkla, bizim kendi tarihimizde kendine özgülüğü var olan olay ve olgular üzerinden konumuz gereği sağcılık, muhafazakârlık, solculuk; ilericilik ve gericilik gibi tanımlamalara yer verildiğini söyleyebiliriz.
Kültür ve medeniyet olgularına gelince; "bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden, her türlü duygu, düşünce, dil, sanat, yaşayış unsurlarının tümü, belli bir konuda edinilmiş, geniş ve sistemli bilgi" şeklinde tarif edilene” kültür; medeniyeti ise, her ne kadar kelime itibarıyla Arapça “M-D-N “ kökünden ve “medeni-lik, medeniyetli olma hali “şeklinde tarif etsek de, kültür konusunda her neyse de medeniyet konusunda yapılan tanımların büyük bölümünün mes’leyi anlamamız için yeterli olmadığını söyleyebiliriz.
Dipnotlar:
1-Göksal Çetin, Sağ ve Sol karşısında Cemil Meriç, Ocak 2007, 1.Baskı, Artus Yayınları, İstanbul
2-Cemil Meriç, Jurnal II, s. 198 İletişim Yayınları, İstanbul, 1998(Aktaran Göksal Çetin, a.g.e, )
3- Diogenes “Komünist” Ararken/ Halid Özkol http:/www.127.parsimonyutet. Aktaran Mahmut Çetin, Boğazdaki Aşiret, Biyografinet, İst-2008 8.Baskı
4-Türk Sosyalizmi”nin Serencamına Dair Bir İki Mülahaza, Sait Alioğlu, 17.02.2013,haksöz Haber
5- "Kültür" maddesi. türkçebilgi.com
6- Doğan Ergun, Türk Bireyi Kuramına Giriş, s. 40 Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1991
7- İ. Özel, ÜZM, 2016,s.251-252;( http://www.anadolugenclik.com.tr.//ismet-ozel-vemedeniyet-119
Kaynak: hertaraf.com