Ahmet Varol yazdı;
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 27 Mayıs 2021 tarihinde Orta Afrika ülkelerinden Ruanda’ya ziyarette bulunarak, ülkesinin 1994’te yaşanan soykırımdaki sorumluluğunu kabul ettiğini açıkladı.
Macron, Ruanda’nın başkenti Kigali’de 250 binden fazla Tutsinin kabrinin bulunduğu kabristandaki Soykırım Anıtı’nı ziyaret ederek; “Bugün buraya sorumluluğumuzu teslim etmeye geldim.” dedi.
Ruanda’da o korkunç katliamın yaşandığı günleri unutmuş değiliz. Kayıtlara göre bu katliamda 100 gün içinde 800 bin insan öldürüldü. Sebebi ise ülke nüfusunun ana etnik unsurlarını oluşturan Tutsilerle Hutuların birbirine düşürülmesi amacıyla çıkarılan fitneydi. Öldürülenlerin çoğunluğu da Tutsilerdendi.
Söz konusu etnik fitnenin çıkarılmasında ise bu ülkeyi siyasi yönden güdümüne almış olan Fransa’nın büyük bir payı vardı. 1994 katliamını alevlendirenler de Fransız sömürgeciler oldu. Ancak olaylar öyle birdenbire patlak vermedi. Sömürgeciler yıllarca fitneyi ısıttı ve insanları sırf etnik farklılıklarına binaen birbirine düşman ettiler. Bunu sadece Ruanda’da değil, sömürgeleştirdikleri ülkelerin hemen hepsinde yaptılar.
Macron’un söz konusu katliamdaki sorumluluğunu itiraf etmesinden bir gün sonra da Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, yazılı açıklama yaparak Namibya’da 1904-8 arasında Korgeneral Lothar von Trotha’nın emriyle işlenen vahşetin soykırım olarak tanımlanması konusunda, altı yıldan beri süren müzakerelerin neticesinde anlaşma sağlandığını duyurdu.
Almanya böylece ülkesinin işlediği tarihi bir suçu kabul ettiğini ve Namibya halkından özür, söz konusu soykırımda öldürülenlerin torunlarından af dilediğini dile getirdi.
Bu arada Almanya, Namibya halkına bir “jest (!)” olarak öldürülenlerin torunlarını desteklemek için 30 yıl içinde 1 milyar 100 milyon Euroluk bir fon oluşturacağını bildirdi.
Tabii söz konusu itirafların ve bu itiraflara dayalı olarak yapılan anlaşmaların birtakım siyasi boyutları ve çıkar hesapları bulunmakla birlikte biz yine de suçunu itiraf etmeyi, özür ve af dilemeyi, yaptığı haksızlığın ve zulmün bedeli değil sembolik anlamda da olsa bir tazminat ödeme sözü vermeyi bir erdem olarak kabul ediyoruz.
Ama şu bir gerçek ki genelde küresel emperyalizmin ve özelde Avrupa emperyalizminin soykırım sicili ve insanlık suçları sadece Ruanda ve Namibya katliamlarından ibaret değildir. Bunlar belki dananın kulağı sayılır. Dolayısıyla sadece kulağını gösterip de danayı gizlemeye kalkışırsanız bu bir erdemlilik olmaz, asıl büyük suçlarının üstünü örtmek ve kendinin tezkiye edilmesini sağlamak için sadece bazı suçlarını itiraf etme kurnazlığına başvurmak olur. Bu kurnazlığa, suç örgütlerinin de zaman zaman başvurduklarına şahit olmak mümkündür.
O yüzden Batı emperyalizminin sadece bazı suçlarını itiraf etmekle asıl kara sicilinin üstünün örtülmesini sağlama oyunu oynamayıp bu kara siciliyle yüzleşmesi, geçmişinin gerçekten çok korkunç katliamlarla dolu olduğunu itiraf etmesi gerekir.
Bunun yanı sıra asıl erdem, sadece suçunu itiraf etmek değil kesin pişman olmak ve bir daha aynı suçu işlememeye azmetmektir. Nitekim İslam’daki tevbenin anlamı da budur.
Ama ne yazık ki Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin çoğu hâlâ Müslüman düşmanlığı olarak tanımlayabileceğimiz “İslamofobi” fitnesini tahrik eden politikada ısrarlı. Siyonist katillerin Filistin’de sergiledikleri vahşete açıktan destek vermeye devam ediyorlar. BM İnsan Hakları Konseyi’ne verilen, siyonist katillerin insan hakları suçlarının sorgulanması için uluslararası komite oluşturulması teklifine Avusturya, Almanya, İngiltere ve onların güdümündeki bazı ülkeler red oyu verdi. ABD ise komite oluşturulması kararına tepki göstererek BM İnsan Hakları Konseyi’ni İsrail’e karşı ön yargılı olmakla suçladı. İsrail’in Haaretz gazetesi bile siyonistlerin hunharca katlettiği 67 Filistinli çocuğun listesini yayınlarken, ABD, BM İnsan Hakları Konseyi’ni İsrail’e karşı ön yargılı olmakla suçluyor.