Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi Türkiye’nin iç ve dış siyasetini, dolayısı ile iktidarın içerde ve dışarda müttefiklerini değiştirecek gibi duruyor.
Türkiye’nin insan hakları ihlalleri ve kamu ihalelerinde Avrupa Birliği ile uyumsuz politikaları Avrupa Birliği’ne girişine engel olmaya başlamış, hatta Avrupa Komisyonunun hazırladığı Türkiye (ilerleme) raporları bile artık mevcut durumu saptayan ve nelerin yapılabileceğini belirten bir belge değil, tek taraflı belgeler gibi görülmeye de başlamıştı. En son Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarını uygulamamakta direnmesi, kurucusu olduğu Avrupa Konseyindeki üyeliğinin önce inceleme altına alınmasına sonra da ihlal sürecinin başlatılmasına sebep olmuştu.
Bu çerçevede AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın, 22 Mart’ta Hande Fırat’a verdiği mülakatta, AİHM’in Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki kararlarıyla ilgili olarak “Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargılamasını kabul etmiştir. Bunun gereklerini karşılayacak bir formülasyon bulunmalıdır” şeklindeki ifadeleri politika değişikliğine işaret ediyor.
Yine Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra, Merkel’den farklı olarak Türkiye’ye daha eleştirel tutum alması ile bilinen Alman yeni hükümetinin Başbakanı Olaf Scholz’un 14 Mart’ta Türkiye’ye sürpriz ziyareti, sonrasında 2017 yılından beri Türkiye ile gergin ilişkiler olmasına rağmen 21 Mart’ta Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin Ankara ziyareti de bu konuda her iki tarafın da farklı tavırlar göstereceğinin işareti olarak okunabilir.
Diğer taraftan Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısında, Türkiye’nin denge siyaseti izlediği vasatta Rusya ile ilişkiler de bıçak sırtında. Suriye ve Libya’da çatışan taraflarda olmasına rağmen NATO üyesi Türkiye ile Rusya arasında S-400’lerde olduğu gibi silah anlaşması yapılmasına ilave olarak son Ukrayna saldırısı sonrası ilişkiler nasıl devam edecek soruları gündeme geliyor. Avrupa ve ABD, Rusya’ya karşı genel bir yaptırım kararı almış ve hava sahasını tümüyle Rusya’ya kapatırken bu önlemleri almamış olan Türkiye, bu durumunu devam ettirebilecek midir? Rusya’ya karşı savunmada çok etkili olduğu vurgulanan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar’ın ürettiği ve Ukrayna’ya ihraç ettiği SİHA’lar ihraç edilmeye devam edilebilecek mi? AK Parti MKYK’sında görev yapmış olan ve AK Parti hükümeti ile çok yakın ekonomik ilişkileri bilinen Ethem Sancak’ın Rusya ziyareti ve Rusya televizyonu RBK’ya verdiği röportajda söyledikleri de Türkiye’nin farklı unsurlar tarafından zıt yönlere çekilen politikasının artık tahammül edilemeyecek noktaya taşınması anlamına gelmeyecek mi? Bilindiği gibi Sancak, ”Rusya-Ukrayna meselesinde ana suçlu NATO’dur. NATO geçmişten gelen kanserdir, urdur” diyerek açıkça Rusya’nın tarafını tutmuş ve Türkiye’nin Rusya ile birlikte tavır takınması gerektiğini söylemişti.
Ethem Sancak daha sonra 31 Mart’ta Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin düzenlediği “Türkiye’nin Güvenliği ve NATO” başlıklı panelde benzer iddialarda bulunmuştu. Türkiye’nin NATO ile ilişkisini eleştirmiş, “NATO bizim içimizde geçmişte kalan bir kanserdir. Türkiye kanserini yenmelidir” diyerek ciddi bir dış politika değişikliğine gitmesi gerektiğini ifade etmişti. Burada söylediği ama şimdi inkar ettiği “Tayyip Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıydı. Aslında Amerika’nın desteğiyle geldik iktidara” sözleri daha çok şimşekleri çekti ve AK Parti İstanbul İl Yönetim Kurulunca tedbirli olarak kesin ihraç istemiyle İl Disiplin Kuruluna sevk edildi.
Türkiye hem içerde hem dışarda bir süredir birbiriyle bütünleşmeyecek çok zıt politikalarda ve müttefiklik ilişkisi içinde bulunuyor. Bu durum nedeniyle de tabii olarak çok kırılgan bir zemin üzerinde yer alıyor.
Benzer bir kırılganlık iktidar için de söz konusu. Aslında “beş benzemez”i bir araya getirmesi nedeniyle kırılgan görülen Millet İttifakı değil Cumhur İttifakı kırılgandır. Bu itibarla 28 Şubat sürecinde bu sürecin aktif destekçisi MHP ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve yine bu sürecin şampiyonu Vatan Partisi ve parti başkanı Doğu Perinçek ile 28 Şubat sürecine mağduru Refah Partisi siyasetçisi Tayyip Erdoğan’ın çelişkilerinin sadece 28 Şubat ile sınırlı olmadığı görülmektedir.