Dün yazımıza konuk ettiğimiz İktidar yanlısı yazarın yerinde olmak istemezdim. S400 için güzellemeler yapıp, sonrasında ‘moskoftan dost olmaz’ seviyesine geçiş bir şekilde mümkün oldu.
Peki İdlib için ateşkes çağrısını temin eden toplantının ardından ne yazılacak?
Dünyanın her halde en zor işi bu olmalı, ‘Moskoftan S400 aldık ama dost olmama konusunda da aklımız başımızda’ kıvamında bir yazı kotarmak.
Tabii ki kriteriniz sadece iktidarı doğrulamak olunca, başka bir metod olası görünmüyor.
İktidar neyler, neylerse güzel eyler dediğinizde yazılarınızın tek bir çizgisi olabilir. Ancak bu, çizgiden ziyade eğri halinde tezahür eder.
Tutarlılıktan yoksun dış politikanın savunusunu yapmak, iktidarın iç politika kaygılarına kurban giden bir planın parçası olabilir ancak.
Türkiye’de dönemsel olarak dış politika durakları düşman üretmenin muhtelif versiyonlarını işaret etmektedir.
Bu duraklara kısaca “Eyyyyyyyyy” durakları diyoruz.
Sabit bir “Ey” ünleminin peşinden gelen dünya ülkeleri arasına hemen hemen tüm Hristiyan ülkeler sırayla doluştu.
Muhatap ülke Müslüman ise ünlem “Ey”den, “Sen Kimsin?” e dönüşmekte.
Biraz iç politika versiyonu bir kavram olan “Sen Kimsin?”, “rekabet etmeyiz sadece tependen bakarız” diplomasisine işaret ediyor. İçeride gayet işlevsel olan “sen kimsin” dışarıda da bu kabil bir kullanımı haiz.
Bugünden itibaren “Ey” denilen ülkelerden bir kısmına vekaleten, daha az kısmına ise rekabeten Suriye’de oluşacak yeni statü iktidarı ve onun çevresini en azından “Ey Rusya” demekten kurtaracak.
Ülkemize nükleer santral inşa eden, boru hattı döşeyen bir devletle sahada kapışmanın imkansızlığını savunma bakanımız defaetle ifade etmişti. Kremlin’de verilen resmin doğallığı da, bu imkansızlığı bir miktar çaresizlik olarak resmetti.
Oturan iki liderin solunda ‘bizden bir emriniz olur mu?’ diyerek sıralanan bir danışman ordusu konumundaki zevatın, vücut dili ister istemez bunu çağrıştırdı.
Rusyayı arkaik “Moskof” söylemi ile geniş kitleler nezdinde aşağılayan yazardan, bundan sonra okuyacağımız yazıların tamamında iktidarın stratejik zekasına övgüler duyacağız.
Dış politikanın araçsallaştığı bir ortamda bu yapılanı en iyi şekilde tahlil eden Rus diplomatlarının iktidar havuzunun amiral gemisi Hürriyet’i uyaracağını sanmıyorum.
Rusların esnek dış politikasını Baltacı-Katerina hikayelerinden beri en azından bilen biliyor. Balkan savaşları döneminde bir Arnavut Osmanlı askeri, tarihte ilk defa bir Rus elçisini öldürmüştü. Bu askeri Osmanlı padişahı Abdülhamit idama mahkum ederken, canını bağışlayan olası tepkileri azaltmak isteyen Rusya olmuştu.
Bugün de aparatçiklerin yazdıklarını ciddiye almama konusunda, Rus tarafının yeterince şerbetli olacağına eminim. Zaten bu tür yazıları yazanlar da, gerçekte zaten uluslararası ilişkilerde dostluk ya da düşmanlık değil çıkarların geçerli olduğunu gayet iyi bilmektedir.
Ülkelerin ulusların toplumların dostları ya da düşmanları değil çıkarları ebedidir. Bu basit gerçeği defalarca söylemek ya da dinlemek ne kadar sıkıcı olsa da, yerçekimi yasası gibi bir realiteyi ifade etmektir.
Türkiye’de yarından itibaren dış politikada yeni rakip arayışı hızla devam edecek. Bakalım piyango kime çıkacak? Suriye’yi abisini kızdırmadan dövemeyiz demiştik. Tam da dediğimiz gibi bir süreç yaşadık.
Bu arada olan askerlerimize oldu. Her ne sebeple olursa olsun, Türkiye tarihinin en ağır askeri kayıplarından birini verdi. Buna karşılık karşı tarafa verilen zayiata dair ise, Türkçe kaynaklarda geçen rakamları hiçbir İngilizce kaynakta teyit edemiyoruz.
Hoş bir canın karşılığında 100 can alsanız da o 1 canı geri getiremezsiniz.
Türkiye zor ve karmaşık olan gündemini, dünyayı sarsan Korona günlerinde zaten sürdüremezdi. Turizmden tarıma haritanın sağ üst köşesindeki komşu ile iyi geçinmeye mecburuz.
Japon Denizinden Baltıklara kadar dünyaya ayar çeken bir ülke ile zaten başkası da düşünülmezdi.
Bakmayın Rusya ile zamanında şu kadar kez savaştık diyen Cumhurbaşkanı danışmanına. Bu sözlerin sadece saf sıklaştırmaya yarayan dolgu malzemesi olduğunu herkes biliyordu.
Sırtında onca yükle ilerleyen Türkiye’de; yıpranmış bir iktidarın bırakın çatışmayı ya da rövanşı, en kısa sürede konuyu kapatmayı isteyeceği aşikardı.
“Korona Günleri” bize Gabriel Garciel Marquez’in “Kolera Günlerinde Aşk” romanında ifade ettiği şu cümleyi bir kez daha anımsattı :
“İnsanlık da sahadaki ordular gibi en yavaş olanın hızında ilerler”