Rusya-Türkiye ilişkilerinin zor ve uzun bir tarihi var. İlk diplomatik ilişkinin 1493 yılında kurulduğu biliniyor. Kırım Hanı Mengli Giray aracılığıyla III. İvan II. Beyazıt’a bir heyet göndermiş. Bab-ı Ali heyeti teşrifat usullerine uymadığı için pek sevmemiş ama yine de istedikleri ticari ayrıcalıkları vermiş. İlk Osmanlı temsilcisi Kemal Bey ise bu ziyaretten 21 yıl sonra Moskova’ya gitmiş.
İlk büyük çatışma Ukrayna’daki Çehrin kalesi yüzünden 1678’de ilan edilen savaşla yaşanmış. İlk barış antlaşmasıysa 1681’de de iki ülke arasında Bahçesaray’da imzalanmış. Ardından diğer savaşlar ve barış antlaşmaları gelmiş. 1774’de imzalanan Küçük Kaynarca bizim için önemli dönüm noktalarından biri olmuş. Ve Rusya 1917’ye dek Türkiye aleyhine sürekli genişlemiş.
Arada ittifaklar da yapılmış. 1798’de Napolyon’un Mısır seferi sırasında, yine Mısır’daki Mehmet Ali Paşa isyanının kontrol edilemez boyutlara ulaşması neticesinde 1833’de Ruslar imparatorluk merkezini korumak taahhüdünde bulunurken biz de Boğazları Rus savaş gemilerine açmışız. I. Dünya Savaşı sonrasında, 1921’de ve özellikle de 1929’da iki ülke birbirine çok yakınlaşmış.
1936’ya kadar da Türkiye Sovyetler Birliği’ne ipotekli diyebileceğimiz bir dış politika izlemiş. Fakat Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936) imzalanırken başlayan soğuma, Alman-Sovyet İttifakı, Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’na girmemesine Moskova’nın gösterdiği tepki gibi nedenlerle 1945 başında krize dönüşmüş.
Sonra da malum toprak ve üs talepleri gelmiş. Ardından da Türkiye Batı’ya, Amerika’ya dayanmış.
***
Dönüşüm, yeniden yakınlaşma derseniz 1960’lı yıllarda ikili ilişkilerde kıpırdanmaya, 1970’lı yılların Detant’ına rağmen çok yıllar sonra yaşandı. Rusya ve Türkiye Soğuk Savaş bittikten sonra bile yakınlaşamadı. 1980’lı yılların sonunda ilişkileri yönetmek amacıyla KEİ kurulsa da, Hazar Havzası kaynakları ve Orta Asya için verilen mücadele, Çeçen sorunu ve PKK desteği ile birleşince iki ülkenin yakınlaşması, barışması için bir süre daha beklemek gerekti.
Bu arada ekonomik ilişkiler gelişti, bavul ve çuval ticareti Rus coğrafyasına yayılmış perakende zincirlerini tetikledi. Boru hatları ve gaz sevkiyatları arttı. Karşılıklı yatırımlar çoğaldı. Türk müteahhitler Rusya’yı inşa etmeye başladı. Antalya Rus turizminin gözdesi oldu. Türkiye de Rusya ile siyasi açıdan istikrarlı ilişki kurmanın, jeopolitik rekabetini abartmadan Rusya’yı kendisinden coğrafi anlamda uzakta tutmanın yöntemlerini aradı.
Ankara, NATO’nun genişlemesine sevindi. Kafkaslardaki sorunların çözülüp Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın günün birinde üyesi olduğu ittifaka katılabileceğini düşündü. Rusya’yı kırmamaya da özen gösterdi. 2008 Gürcistan krizi sırasında yapıcı rol oynadı, öneriler, planlar, platformlar geliştirdi. Suriye savaşı kontrolden çıkana, daha doğrusu Rusya 2015 Eylül’ünde savaşa fiilen katılana kadar da ikili ilişkiler sağlıklı sayılabilecek bir şekilde yönetildi.
Rusya’nın Türkiye’yi rejim muhaliflerine destek vermekten caydırmak için geliştirdiği hava harekatları 24 Kasım 2015’de bir SU-24 uçağının düşürülmesine yol açınca iki ilişkilerde son 70 yılın en ciddi ve büyük kopuşu yaşandı. Neyse ki bu kopuş uzun sürmedi. Arabuluculuk, özür ve diplomasiyle yeni bir evreye geçildi. İki ülke ilişkilerinde aşamalı bir iyileşme yaşandı. Ticari kayıplar zamanla telafi edildi. Rus şirketlerine de büyük ihaleler verildi.
Hatta Türkiye hava savunmasının bir kısmını Rusya’ya teslim edecek kadar ileri bir adım attı. Bu yüzden de müttefiki ABD ile olan gerilimli ilişkilerini daha da gerilimli hale getirdi. Rusya ile ilişkiler hala mükemmel değil ama yönetilebilir düzeyde. Büyükelçi Karlov’a düzenlenen suikast dahi ilişkileri sarsmadı. Putin ve Erdoğan birbiriyle konuşabiliyor. Astana, Soçi gibi süreçler içinde kendimize yer bulabiliyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Doha’da olduğu gibi Ruslarla Suriye’nin yeniden inşasını tartışabiliyoruz. Rusya bizim Kafkaslarda rol oynamamıza, Azerbaycan ile Ermenistan arasında kurdurduğu yeni dengenin korunmasına katkıda bulunmamıza karşı çıkmıyor. Hatta savaş sırasında Azerbaycan’a doğrudan destek vermemizi bile görmezden geliyor.
Türkiye de zaman zaman sahada yaşanan gerilimleri, çatışmaları görmemeyi, dikkate almamayı, büyütmemeyi tercih ediyor. Rusya ile Suriye’de bir yandan çatışıyoruz diğer yanda da işbirliği yapıyoruz. Konuşlu kuvvetlerimize saldırı olduğu anlarda askeri tepki verip sorunu diplomasiyle çözmeye çalışıyoruz. Rusların PYD ile olan ilişkisinden memnun değiliz ama Suriye’nin toprak bütünlüğüne Amerika’dan daha çok önem atfetmeleri belli ki bizi rahatlatıyor.
***
Rusya’yı yeniden kaybetmek, tekrar karşımıza almak istemiyoruz. Görülebildiği kadarıyla Rusya da istemiyor. Türkiye’yi hem gücü-kuvveti yerinde bölgesel bir aktör olarak telaki ediyor, hem de Türkiye aracılığıyla NATO ittifakını zayıflatabileceğini düşünüyor. Amerika-Türkiye ilişkilerindeki gerilimlerden yararlanıyor. Ankara’ya dayanabileceği siyasi, jeopolitik fırsatlar sağlıyor. Suriye’deki varlığına dahi çok itiraz etmiyor.
Fakat bu zor ilişkinin sürdürülmesi her iki taraf için de kolay değil. Biden’la birlikte Türkiye’nin Amerika’ya yakınlaşmaya başlaması, Amerika’dan Avrupa’ya müeyyide istemiyoruz uyarıları gitmesi, Türkiye’nin İsrail ve Mısır da dahil sorunlu komşularıyla ilişkilerini düzeltmek için inisiyatifler geliştirmesi ikili ilişkilerin mantığı belirleyen çerçeveyi şimdiden zorluyor. ABD bir de Suriye’den çıkmaya ya da PYD’ye olan desteğini sınırlamaya kalkarsa ilişkilerin “matematiği” tümden değişebilir.
Unutmayalım ki, Suriye’de de iki ülke arasında uzlaşma kadar çatışma da var. Hatırlamak isteyenlere Ömer Özkılıcık’ın TRTWorld’ün web sayfasındaki makalesini önerebilirim. Özkılıcık orada Türkiye’nin ilk kez 14 Mart’ta sivillere yönelik bir Rus saldırısına karşılık verdiğini, bundan önce sadece kendi güçlerine saldırı olduğunda mütekabiliyet, cezalandırma ve caydırıcılık hakkını kullandığını kendi üslubuyla anlatıyor.
Benim beklentim ikili ilişkilerdeki kırılgan dengenin korunması için her iki tarafın ama özellikle de Rusya’nın çaba harcayacağı yönünde. Bunca sarsıntıdan, savaştan ve barıştan sonra çıkartılacak dersler olmalı. Ruslar, Amerika’nın kendilerine karşı oluşacak bir koalisyonu teşvik edeceklerini stratejik akıllarında tutmalı. Biz de bulunduğumuz coğrafyanın koşullarına uygun, çıkarlarımızı dengeli şekilde koruyan politikalar benimsemeliyiz. Tüm bunlardan bağımsız olarak da daha demokratik, insan ve kadın haklarına daha saygılı bir ülke olmalıyız...