Tarih: 19.03.2018 11:05

Ruhbanlar ve peygamberler

Facebook Twitter Linked-in

Hakikati bulmak için en başa gitmek gerekir der filozoflar. Belki günümüz diyanet ve cemaatler ilişkisinden doğan tartışmalar için de bunu yapmalıyız. En güncel konuda en başa giderek ve en otantik temele bakarak yeniden doğru bir bakış elde edebiliriz. Türkiye´de süren güncel tartışmaları ve sorunları da bu yöntemle aydınlatabiliriz.

 

Ruhbanları dini bürokratlar olarak da tanımlayabiliriz. Dini doktrinel, sistematik ve şemaya dayalı olarak düzenleyen, yorumlayan ve uygulayan kesimlerdir. Tarih içinde büyük merkezi imparatorlukların kurulmasıyla ortaya çıkar. Mezopotamya´da ve Mısır´da bu yapılara rastlıyoruz. Onlar hem dini dogmaları düzenliyorlar, hem de yorumların çokluğu karşısında son karar merciiler. Hem ayinleri ve hem de dini pratikleri düzenliyorlar. Devletin ?moral dünyasını ve kurumlarını? tekellerinde tutuyorlar. Bundan dolayı da politik düzenin en önemli aktörleri. Ruhbanlar, dini alanı tekelinde tutan kesimlerdir. Din eğitimi, dini ritüeller ve dinin yorumlanması onlara bağlıdır. Bu çerçevede büyük imkanlara da sahipler. Devletin sağladığı zenginliği, statüyü ve gücü de paylaşırlar.

Ruhbanların din ile kurduğu ilişki ?resmi dindarlık? bağlamına oturur. Ortaçağ Avrupa´sında kilise bağlamıyla en yetkin düzeye ulaşır. Heteredoksi, çeşitlilik, çoğul unsurlar ve devlet dışı dini alanlar tehlikeli ve tehdit edici görülür. Bunun nedeni bu alanlardan gelen taleplerin ruhbanların din üzerindeki tekelinden pay almak istemeleridir. Çünkü ruhbanlar bir devletin din sınıfını oluşturuyorlar ve kendi sınıf çıkarlarını devletin çıkarlarıyla özdeşleştirmişler.

Hz. Musa, Mısır´daki ruhbanlara karşı meydan okuduğu için büyük bir tepkiyle karşılaştı. Bu din adamları sınıfının tekelini ve statükolarını tehdit ediyordu. Onları yeni dine çağırırken aynı zamanda onların egemen din düzenine de meydan okumuş oluyordu. Bundan dolayı büyük bir çatışma ortaya çıktı.

Peygamberlerin hiç birisi ruhban sınıfından doğmaz. Din adamları grubundan gelen tek bir peygamber yoktur. Tüccar olan var, marangoz olan var, çoban olan var, demirci olan var. Hatta Hz. Süleyman gibi kral olan da var. Ancak din adamı mensubiyeti içinden doğan tek bir peygamber göremeyiz. Bunun hikmeti sebebi ne olsa gerekir? Beni çok düşündürmüştür.

Peygamberler, statüko ile biçimlenen dini sistematiklere karşı yeni bir kitap, sahife ve vahiy getiriyorlardı. Toplumların egemen din sistemine ve onlarla bütünleşen din adamları statülerine karşı konumlanıyorlardı. Bundan dolayı dini her zaman egemen dini düzenin dışında yer alarak tebliğ ettiler. Özellikle son peygamber Hz. Muhammed´in merkezi imparatorluk ve buna bağlı olarak sistematik bir din sınıfının olmadığı bir toplumda dini vaaz etmesi oldukça düşündürücüdür. Mekke basit bir site topluluğu. Kabile konfederasyonlarından oluşuyor. Ne merkezi devlet ne de merkezi bir dini sistemi var. Güçlü bir siyasal yapı olmadığı gibi güçlü bir din adamaları sınıfından da bahsedilemez.

Peygamberler, ?sivil? alandan yükselen insanlardır. ?Sivil dindarlığın? önderliğini yaparlar. Bundan dolayı Kur´an-ı Kerim´de sık sık ?onlar bir ücret istemezler? denir. Burada ücret tam da sistematik, bürokratik, statü ve prestijle bütünleşen dini yapıya karşı bir kuşkuyu ileri sürer. Din, otantik bağlamda ücretsiz anlatılan ve vaaz edilen bir şeydir. Peygamberler de bunu yapar. Karşılığında güç, makam, statü ve prestij istemezler. Oysa ruhbanlar öyle değildir. Onlar tam da ?ücretle çalışan? ve yine ?ücretle hayatiyet kazanan? insanlar topluluğu.

Peygamberlerin yolu ?sivil dindarlık? üzerinden devam eder. Gönüllülük, ücretsizlik, adanmışlık, hizmet ve fedakarlık ilkelerine dayanan bir din perspektifidir. Tasavvufun ve ona eşlik eden aktörlerin tarih boyunca (bütün yasaklamalara karşın ve yine kimi sapmalara rağmen) milletin nazarında ilgi uyandırmasının sosyolojisinde de bu vardır. Sufiler, Osmanlı son yüzyılındaki meşayıhı istisna kabul edersek her zaman ?sivil? kaldılar. Riyaset yanlış yaptığı zaman onları eleştirmekten de çekinmediler. Ümmetin acılarına, ekonomik sorunlarına, ruhsal parçalanmalarına ortak oldular. Onun sözcülüğünü yaptılar. Gün geldi tekkede kendi dünyalarına daldılar, gün geldi kılıç kuşanıp ümmet için cihada koştular. En bozulduklarını varsaydığımız cumhuriyet dönemlerinde bile alt sınıfın fakir çocuklarına yurtlar yaptılar, burslar verdiler, onlara kimlik kazandırdılar. Ayrıca sivil din salt sufi gelenekten de oluşmaz. Milli Görüş, Nurculuk ve İslamcılık da Türkiye´nin sivil din ruhundan gelişen ve dini sorunlar için mücadele eden yapılardır.

Resmi din bürokrasinin yeniden üretilmek istenen tekelliği, uzun vadede topluma da devlete de maliyeti büyük olur. Bundan dolayı sivil dindarlıktan gelen (Mardin´in deyişi ile) ´Halk İslamı´nın önü açık bırakılmalı. Çünkü ümmetin sivil varlığından gelen dinamizmler, bu halk İslam´ı ile kendisini anlatmakta. Bu da toplumun din üzerinden giderek kendisini temsil etmesi demek. Türkiye, çoğul ve sivil dindarlığıyla barışık bir politik düzene geçmek zorunda.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —