İlk basılı gazeteleri almak, Ramazan’da ilk sıcak pideyi almak gibi büyük keyif verirdi.
Gazete, yazı işlerinde hazırlanırdı ama baskı makinelerinin bulunduğu alt kat gazetenin mabedi sayılırdı.
Gazetecilerin “rotatif” dediği büyük bir hızla dönerek binlerce gazete basan baskı makineleri henüz baskı saati değilse devâsâ gövdeleriyle ince sessiz sedasız dururlardı.
Baskı başlayınca bir mucizeye tanık olurdunuz.
Baskının başlamasıyla mavi tulumları içinde o mucizenin mimarı emektar ustaların da yüzü farklı gülerdi.
8-9 yaşlarında Babıâli’de Milliyet gazetesinde babam Çetin Altan’ın yanında bodrum kattaki matbaaya inip o rüzgârın oğlu gibi dönen rotatiflerin ağzından mürekkep kokulu ilk gazete nüshalarından aldığımızı anımsarım.
İlk basılı gazeteleri almak, Ramazan’da ilk sıcak pideyi almak gibi büyük keyif verirdi.
***
Geçen hafta 24 Temmuz günü Basın Bayramı’ydı.
Bence siyasal İslam’a Abdülhamid döneminde sansür uygulamasının başlangıcı sayılan 10 Mayıs 1876’nın yıldönümünü kutlamak daha çok yaraşır.
Bir ülkede özgürlük yoksa gazetecilik de gazeteler de ölür… Hattâ besleme varakpâreler bile su sineği gibi yok oluyor.
Sadece hapisteki gazeteciler, ağzını açınca tutuklananlar, binlerce siteye gelen sansür, muhalif gazete ve kanalları batırma gayretleri değil, artık konuşmadığımız konular da gazeteciliğin nasıl taammüden katledildiğini ispatlıyor.
***
Eskiden gazete sahipleri de gazeteciydi ve gazeteciler arasında en çok konuşulan konulardan biri de baskı teknolojilerindeki gelişmelerdi:
Tipo baskı… Ofset baskı… Dijital baskı.
Sadece baskı tekniği ve gazete patronları değil, basılan yazılar ve yazanların özgürlüğü de büyük bir kavga nedeniydi.
O zaman yazarlar vardı.
O tarihsel çelişki, patenti bizim eve ait bir sloganla formüle edildi:
“Rotatif mi, kalem mi?”
***
Artık medya dünyasının kendi meslekî sorunlarını ve ilgi alanlarını konu edinen yazı ve programlar yok.
Çünkü medya öldü.
Üstelik çağın değişiminden yararlanan özgür nefes alınan alternatiflerin de boğazını sıkma hazırlıkları var.
***
Genç okurlara eskiden baskı teknolojilerinin gazeteciliğin ne kadar esaslı konularından olduğunu vurgulamak için bir örnek vermek isterim.
Hasan Cemal büyük bir cesaretle gayet şeffaf olarak yaşadıklarını kaleme aldığı Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim adlı kitapta, en eskilerde kalmış olan “tipo baskı” tekniğini de anlatır:
1970'lerde taşra baskısı için İstanbul'da haberler öğle vakti saat en çok birde kesilirdi.
Matrisler ilk uçaklara mutlaka yetiştirilirdi.
Sonra da Ankara içi baskısı için akşam uçağına yeniden gazete yapılırdı.
Bu arada gelişmesi muhtemel haberler, devam sayfasında kenarlara doğru oturtulur, duruma göre boşluk da bırakılırdı.
Geceki gelişmelere göre matbaa makasıyla kesilerek yama yapılacak yer önceden matriste böyle ayarlanırdı.
Ya uçak kaçarsa! Ya sisten, kötü hava koşullarından ya da grevden dolayı uçaklar kalkmazsa!
Tam bir kâbus yaşanırdı o zaman.
Ya Ankara'ya karadan araba çıkarılır ya da bazen kadere boyun eğilir, hatlar kaçar, gazete ertesi güne kalırdı.
Bir yazı işleri müdürü böyle bir felaketi yaşamak istemez, yazı işleri sekreteri böyle bir felaketin müsebbibi olmayı rüyasında bile görmek istemezdi.
Ankara'nın siyasal haberleri Cumhuriyet'ın omurgasını oluştururdu.
Ankara'da haberler daktiloyla yazılır, teleksle İstanbul'a geçilirdi.
Teleksçiler bunları koparır, yazı işleri masasına getirirdi. Bunlar okunur, düzeltilir, gerektiğinde yeniden yazılır ve dizilmek üzere mürettiphaneye gönderilirdi.
Potalarında eritilen kurşunla entertiplerde operatörler tarafından şıkır şıkır dizilen haberlerin önce provaları çekilirdi.
Bunlar, düzeltmenlere gönderilir, sonra tekrar mürettiphaneye gider ve tashihleri yapılırdı kurşundan kalıp sayfalar üstünde.
Bu arada yazı işlerinde sayfaların mizanpajı çizilir, bunlara göre mürettiphanede kalıplar hazırlanır, en son olarak yazı işleri müdürleri -önemli günlerde genel yayın müdürleri- mürettiphaneye çıkar, sayfalara son bir göz attıktan sonra matrislerin çekilmesi için onay verirlerdi.
Tipo böyle bir baskıydı, 1973'te ben Cumhuriyet'e girdiğimde...
1981'de genel yayın müdürü olduğum zaman da teknolojideki geriliğimiz aynen devam ediyordu.
***
Hasan Cemal tipo baskıyı ince ince anlattıktan sonra yaşadıklarını 21. yüzyılın geldiği nokta ile kıyaslar:
Bugün bilgisayar üzerinden tek bir tıkla Ankara'ya, İzmir'e, Antalya'ya, Trabzon'a, Adana'ya gidiyor sayfalar. O tarihlerde tek bir sayfayı değiştirmek ya da tek bir haberi gece vakti Ankara içine yama yapmak deveye hendek atlatmaktan güçtü. Bugünkü jet hızıysa, otuz yıl, hattâ yirmi yıl öncesi kağnı, kaplumbağa hızıydı.
***
Özgürlük olmayınca medya da yaşamıyor.
Yaşamayınca medyanın varlığını ilgilendiren temel konuları da sırra kadem basıyor.
Çağ değişti, teknoloji değişti, yaşam değişti ama bu topraklarda Allah’ın belası siyasal baskı değişmedi.
O baskı, rotatifleri de manâsız kılarak yok etti.
P24 Blog