Bu aralar sosyal medyada muhafazakar çevrelerde içerikleri çok dönen bir hesap var: Islamist Hafıza.
Hesap; arşivlerden çıkardığı 70’ler, 80’ler, 90’lar ve 2000’lerin videolarını paylaşıyor.
Videoların bir kısmı İslami hareketin eski nostaljik görüntüleri. Marşlar, eylemler, sohbetler...
Ama esas ilgi çeken videolar o kadar da hoş olmayan hatıralara ait olanlar.
Laik kesimin, medyanın, devletin, askerlerin dindarlara yönelik baskılarının, nobranlıklarının unutulmuş arşiv görüntüleri bunlar.
Başından başörtüsü çekilen okul birincisi hemşire, başörtüsüyle okumak isteyen Suudi Arabistan’a gitsin diyen Demirel, Meclis’ten “dışarı dışarı” sloganlarıyla kovalanan Merve Kavakçı, GATA’ya alınmayan Emine Erdoğan, Hayrunnisa Gül ile tokalaşmayan askerler, Cumhuriyet mitinglerinde, başka laiklik temalı eylemlerde yine dindarları hedef alan konuşmalar, Menderes’in akıbetini hatırlatan Türkan Saylan, hizmetçisinin AK Parti’ye oy vermesiyle “İstikrar senin neyine Vesayet” diye dalga geçen kabarık fönlü laik teyzeler ve şimdi haklarında konuşurken beş kere düşündükleri dindarları o günlerde tahkir eden, bütün bu baskı ve yasakları hararetle savunan gazeteciler...
Binlerce kişinin paylaşıp yorum yaptığı videolar, daha sonra önce diğer sosyal medya platformlarında dönüyor, sonra esas WhatsApp gruplarına düşüyor.
Açılan bu arşivle temel olarak şu mesaj veriliyor: Sana yapılanları hatırla ve onlara asla güvenme...
Zaten video paylaşımlarının üzerine sık sık AK Partili siyasetçiler, gazeteciler, kanaat önderleri yorum yazarak CHP’nin ve laik zihniyetin asla değişmediğini vurguluyorlar, videolar CHP’deki değişime kredi açan liberal, muhafazakar yazarlara, DEVA, Gelecek partililere “ibret” için gönderiliyor.
Bu aralar arşivlerin daha sık karıştırılmasının; ekonomik sorunlar ve kötü yönetimin herkesin hissettiği derecelere ulaşıp AK Parti’nin oylarının erimeye başlamasıyla tabii ki bir ilgisi var.
Ayrıca ortada daha önce olmayan bir tehlike de var, son 20 yıldır ilk kez AK Parti bir seçimi kaybedebilir ve yine ilk kez artık içinden de alternatif partiler ortaya çıktı.
Bu videolar dağılma emareleri gösteren kitlenin direncini, inancını, kemiyetini artırmak için kullanılıyor. “Bölünürsek varoluşumuza karşı olanlara karşı gücümüzü kaybederiz, CHP ve benzerlerine iktidar yolunu açmak da bakın böyle tehlikelidir” denmiş oluyor.
Bu mesajın iktidar için şu anda “enflasyonu düşüreceğiz, ekonomiyi toparlayacağız”dan daha güçlü bir propaganda malzemesi olduğu açık.
Bu arşiv videoları, 90’larda Refah Partisi yükselirken laik anaakım medyada Şevki Yılmaz, Erdoğan, Hasan Hüseyin Ceylan, Hasan Mezarcı’nın 80’lerde daha sert İslamcılar iken yaptıkları konuşmaların videolarının döndürülmesine benziyor.
O zamanlar o videolar laik direnci artırmak, değiştim diyen Refah Partililerin takiyye yaptığını ortada duran kitleye göstermek için kullanılıyordu.
Bugün de bu videolar dindarların direncini artırmak, öfkelerini diri tutmak, “değiştim, artık eski CHP değilim” diyen CHP ve Kılıçdaroğlu’nun aslında taktik yaptığını, değişmediğini ispatlamak için kullanılıyor.
Evet, bugün muhalefet bloğunun içinde Davutoğlu, Babacan, Karamollaoğlu, Akşener hatta Gül gibi isimlerin yer alması muhalefetin eski muhalefet olduğu tezinin ikna ediciliğini azaltıyor.
Ama Türkiye bir demokrasi ve hukuk cenneti değil.
Kimse kimseye gül bahçesi vaat edecek halde de değil. İktidarla sınandığında bu sınavı geçebilen pek olmadı. Onlarca örneğiyle sabit ki muhalefette verilen sözler ele biraz güç geçtiğinde kibirle unutuldu.
Tecrübeli vatandaşlar o yüzden birbirine karşı güvensiz, tepelerdeki değişimin taktiksel olduğunu düşünüyor, o yüzden demokrasi nosyonu daha güçlü entelektüellerin açtığı krediler artık o kadar itibarlı değil.
Çünkü herkesin komşusu, işyerindeki arkadaşı Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu değil. Siyasetteki uzlaşma, dikkatli üslup, değişim çabası medyanın ve insanların davranışlarını, dillerini kolayca değiştirmiyor.
O yüzden de Türkiye’de düşman olarak görünen kesimlere güvensizlik; risksiz, garantili bir pozisyonken, değişime kredi açmak büyük risk almak demek.
Bugün hala liberal ve solcu laikler, 2010’da “yetmez ama evet” diyerek dindarların yolunu açmakla suçlanıyor. Bunun tam tersi de 10 yıl sonra bugün CHP’ye kredi açanlara yapılabilir.
Üstelik bu riski görmek için arşivleri bile açmaya gerek yok
Halk TV, Tele 1 ekranlarında edilmiş rövanşist bir cümle, Özgür Özel’in Ortaçağ zihniyeti açıklaması, Fikri Sağlar’ın bir konuşması bir anda “İşte size bunlara güven olmaz demedik mi” nin deliline dönüşebiliyor.
Özellikle son bir yılda anketlerde muhalefetin yükselmesi ve iktidarın düşüşe geçmesiyle muhalif çevrelerde 2018 cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2019 yerel seçimlerindeki dikkatli, uzlaşmacı üslup kendisini erken bir iktidar özgüvenine bıraktı.
Bu erken iktidar özgüveninin en somut örneği bu hafta Elazığ’da yaşanan intihar sonrası başlayan tarikat ve cemaat yurtları tartışması oldu.
Belki muhalefet liderleri Kılıçdaroğlu ve Akşener tabanlarından yükselen dalgaya kapılmadılar ve hatta bu yüzden eleştiri de alıyorlar ama muhalif televizyonlar, gazeteler ve sosyal medyadan günlerdir “tarikat ve cemaat yurtları kapatılsın” ve peşi sıra “tarikat ve cemaatler kapatılsın” sesleri yükseliyor.
O kadar ki en liberal pozisyon “Kapatmak çözüm değil” kaldı.
Bazı liberaller bile özgülenme özgürlüğü, din özgürlüğü diye tartışmaya kapalı bir özgürlük ve hakkı unutup cemaatlerin ve tarikatların içindeki köleleri özgürleştirme, “korkunç ve yobaz” ailelerinin baskısından çocukları kurtarma misyonerliğine soyundu.
Üstelik bütün bu aşırı duyarlı ve öforik hassasiyet gösterilerinin bir meseleyi anlamak ve çözmeye çalışmaktan uzak iktidar kavgasının bir parçası olan siyasi sloganlardan ibaret olduğunu anlamak çok da zor değildi.
Televizyon, telefon ve bilgisayar ekranlarından muhafazakarlar için çok tanıdık bir düşmanlık, küçümseme, aşağılama duygusu aktı.
Çözemediği her meselede eli önce sopaya giden bir iktidara karşı muhalefet edenlerin çoğunun da muhalefetinin sopaya değil, o sopayı tutan ele olduğu bir kere daha ortaya çıkmış oldu.
İktidarın mevcut halinden memnun olmayan ama alternatifinde de hala varoluşuna yönelik bir tehdit hisseden, varoluşu tehdit altındayken hukuk, demokrasi kaygısı da gütmeyen muhafazakar çevrelerde son bir haftada özellikle WhatsApp gruplarda sık sık şu cümleler kuruldu: “Bunların hakkından Reis geliyor”, “Reis bunlara az bile yapıyor.”
Aslında bu cümlelerde ‘Reis’in yaptıklarının pek de doğru olmadığının da bir kabulü var. Ama sonra “ülke şartları daha iyisine, daha demokratına, daha hukuka uygun olanına hazır değil, ne yapalım” diyor cümle.
Karşı tarafta da eline güç geçse benzerini yapmaya talipler varken, insanlardan demokratik sabır, hoşgörü beklemek herhalde pek mantıklı değil.
Bildikleri, tanıdıkları, en azından kendilerine daha az dokunacak bir otoritarizmin mağduru olmayı, tanımadıkları bir otoritarizmin mağduru olmaya tercih etmeleri de ayıplanamaz.
Aslında uzun süredir gidişattan memnun olmayan muhafazakarlar “Reis bunlara az bile yapıyor”cular ile “endişeli muhafazakarlar” arasında gidip geliyor.
Endişeli muhafazakarlar ve bu kaygıları medyada dillendirenler aslında muhalefetle iletişim kurmaya çalışan ve ikna edilmeye açık muhafazakarlar demek.
Ama onlar bile uzun süredir nobranlık, küçümseme, “ne mağduriyeti ulan” gibi tepkilerle, Türkiye’deki mağduriyetler tarihini AK Parti ile başlatan bir laik Kadir Mısırlıoğlu revizyonist tarihçiliğiyle karşılaşıyorlar.
Halbuki sadece Google’a “Nurcular yakalandı” diye yazıp 1930’lardan 1980’lere kadar çıkan gazete küpürlerini okuyunca bile o Elazığ’daki evin orada olma motivasyonu anlaşılabilir, 1980’lerde çocuğuna Enes adını vermenin bile nüfus memurlarıyla mahkemelik olmayı gerektirdiği bir ülkede bir babanın kendi çocuğunu kendisi gibi yetiştirmekteki ısrarının aşağılanma ve ayıplanmadan başka bir anlama çabasını hak ettiği görülebilirdi.
Ama bu aydınlanmacı nobranlık ile dini taassup ikiliğinde herhangi bir anlama çabasının yeri yok.
Türk işi sekülerizme bulaşmış liberaller bile devleti evlerin, yurtların kapısına dayayıp köleleri özgürleştirmeyi hayal ediyor.
Daha küçük bir azınlık her iki tarafa dönüp bu meselelerin karşılıklı rövanşizmle, gücü ele geçirenin diğerini bastırmasıyla kapatmayla, yasakla çözülmeyeceğini anlatmaya çalışıyor ama günün sonunda onların orta yolculuğunu yalanlamaya karşı cepheden nefretine hakim olamayan bir radikalin “ Davutoğlu ve Babacan’ın bile yargılanmaktan kurtulmayacağı” gibi bir siyasi dayılanması yetebiliyor.
Muhalefetle açık ve aleni iletişim içinde olanları izleyen daha büyük kalabalıklar onlara bile reva görülenleri görünce adım atmaktan vazgeçiyor.
Siyasallaşmış yargının mağduru olmuş olanların bundan çıkardığı ders, bir gün yargıyı ele geçirip başkalarını mağdur etmek, örgütlenme özgürlüğüne karşı baskıları eleştirenlerin hayali hoşlarına gitmeyen vakıf ve derneklerin kapısına kilit vurmak olunca, kimse de elindeki yargı, devlet sopasını kaybetmek, buyur biraz da sen bizi döv demek istemiyor.
Dolar 20 lira olsa da bu ayrıcalığı kaybetmek istememekte de haklılar.
O zaman da diyalog kurmaya çalışan endişeli muhafazakarlar yaptıkları küçük kaçamaktan hayal kırıklığına uğrayarak evlerine dönerken, meydan ise “Bunların hakkından Reis geliyor”, “Reis bunlara az bile yapıyor”culara kalıyor.
Geçen haftaki muharebede olduğu gibi...