Millet İttifakı’nın Kürt meselesinde Erdoğan’ın bugünkü pozisyonuna bile uzak duran ürkekliği, Erdoğan gibi manevra alanı geniş ve proaktif bir siyasetçi için bütün formüllerin üzerine çalışmayı anlamlı kılıyor. Özellikle muhalefetin omurgası olan Millet İttifakı bütün bu olan biten karşısında görüntüdeki önemsiz detayları eleştirerek gündelik siyasette patinaj yapmayı sürdürdükçe, çözüm sürecini kriminalize eden dilden kurtulmadıkça ve Kürt meselesinde aktif bir aktör gibi davranmadıkça Kürtlere güven veren bir seçenek olması zorlaşacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta Diyarbakır’a yaptığı ziyareti televizyonda değerlendiren bir akademisyen mealen “Cumhurbaşkanı’nın Diyarbakır’a gitmiş olmasında neden ayrı bir anlam arıyoruz? Rize ve Kayseri’ye gitmesi bu kadar gündem oluyor mu? Diyarbakır bu ülkenin 81 ilinden biri değil mi?” gibi sorular soruyordu. Ancak aynı akademisyenin program boyunca Diyarbakır ziyareti vesilesiyle Kürt meselesini konuşması da gösteriyor ki Diyarbakır’a yapılan bu ve benzeri ziyaretlerin Kayseri ve Rize’ye yapılanlardan epey farkı var. Bu fark sebebiyledir ki Türkiye medyasında bir haftadır bu ziyaretin anlamı ve muhtemel sonuçları konuşuluyor.
Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti uzun bir zamandan sonra Kürt meselesiyle kurduğu ilk müspet temas olmasının yanında tarihini kestiremediğimiz bir seçimin başlama vuruşunu işaret etmesiyle de önem arz ediyor. Zira Erdoğan’ın uzun zamandan sonra bir seçim mitingi düzenler gibi coşkulu göründüğü, konuşmasında ilçelerden mahallelere kadar selam göndermesiyle, güçlü olmasa bile bir seçim havası estirdiği söylenebilir.
Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasından üç temel noktayı öne çıkarmak mümkün: İlki, 2005’te nerede duruyorsa bugün de orada durduğunu söylemesi. İkincisi, Çözüm Süreci’ni, riskleri göze alarak kendisinin başlattığını, bitireninse “karşı taraf” olduğunu ifade etmesi. Üçüncüsü de işkenceleriyle meşhur Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin bir Kültür Merkezine dönüşeceği “müjdesi” idi.
Bu noktaları daha iyi anlamak adına Erdoğan’ın Diyarbakır’a bundan önceki tarihi iki gelişini daha hatırlamak gerekiyor.
2005 ve 2013 Ziyaretleri
Erdoğan’ın bugüne kadar Diyarbakır’a yaptığı ziyaretler ve konuşmalar ele alınınca, Kürt meselesindeki dalgalı yaklaşımla paralel oldukları görülecektir. Ancak tarihi önemi haiz iki ziyaretten biri 2005’teki ziyarettir. Erdoğan’ın 12 Ağustos 2005 tarihli Diyarbakır ziyareti, “Kürt Sorunu” ifadesinin ilk kez dile getirildiği ve güçlü bir irade beyanının ilk emarelerinin görüldüğü ziyaret oldu. Bu gelişinde Erdoğan özetle “geçmişte yapılan hataları yok saymanın büyük devletlere yakışmayacağını, kendisiyle yüzleşip hatalarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahip devletlerin büyük devlet olduğunu” söylemiş ve “Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. … Bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur. … Sorunu daha çok demokrasi daha çok vatandaşlık hukuku daha çok refahla çözeceğiz, bu anlayışla çözüyoruz ve çözeceğiz de…” ifadelerini kullanmıştı. Yine o ziyaretten akılda kalan önemli vurgulardan biri “Türkiye’nin geldiği noktadan geriye adım atılmayacağını, demokrasinin bütün vatandaşlarımız tarafından hissedilerek derinleşeceğini herkesin bilmesi gerekir. Demokratik sürecin geriye doğru işlemesine izin vermeyeceğiz.” ifadeleriydi.
Birçoklarına göre Erdoğan’ın Diyarbakır’a yaptığı en önemli ziyaretin tarihi Kasım 2013’tü. Barış Sürecinin en canlı döneminde gerçekleşen bu ziyarette Erdoğan 16 Kasım günü Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini ziyaret etmiş, o dönem Belediye Başkanı olan Osman Baydemir ve Ahmet Türk, Leyla Zana, Altan Tan, Esat Canan, Sırrı Sakık gibi Kürt siyasetinin önemli isimleri tarafından karşılanmıştı. Erdoğan’a bu ziyarette Beşir Atalay, Efkan Âlâ, Yalçın Akdoğan gibi çözüm sürecinin önemli aktörlerinin yanında Bülent Arınç ve bölgeden Galip Ensarioğlu, Mehdi Eker gibi isimler de eşlik etmişti. Gayet samimi ve hoş geçen bu ziyaretin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin youtube sayfasında duran videosu, izleyenler için tarih öncesi kadar eski görünüyor olabilir.
Bu ziyareti esas önemli kılan, Erdoğan’ın Diyarbakır’da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzanî ile buluşması idi. İbrahim Tatlıses ve Şivan Perwer’in de eşlik ettiği bu buluşmada Barzanî çözüm sürecine desteğini açıklıyor, Erdoğan da misafirin memleketinden Kuzey Irak yahut IKBY değil “Kürdistan” diye söz ediyordu. Barzanî de ertesi gün Büyükşehir Belediyesini ziyaret etmiş ve Baydemir tarafından kendisinin onuruna bir yemek verilmişti. Bugüne kadarki en önemli ziyaret sayılabilecek bu iki günün etkisi ve izi hafızalarda yerini koruyor.
Aynı Yerde Durmak Mümkün mü?
Bugüne dönecek olursak, bu ziyaretin bir seçim startı olduğunu yinelemek gerekiyor. Seçim sath-ı mailinde Kürt meselesiyle müspet bir ilişki kurmak, yaklaşımın bütüncül ve kapsayıcı olma ihtimalinin düşük olduğu ve bu şartlar altındaki çözümün palyatif olacağı anlamına geliyor. Yine de Erdoğan’ın, bugünkü ittifak ortaklarının hoşlanmayacağını bildiğimiz Çözüm Süreci’ni sahiplenmesi önemli bir vurgudur. Kendisinin bu süreci “samimiyetle” ve riskler alarak başlattığını ancak “karşı tarafın” bu süreci “yıktığını” söyleyen Erdoğan’ın HDP seçmenini ikna etmesi zor. Ancak AK Partili ve/ya AK Parti’den ayrılma eğilimi gösteren Kürtlere hitaben “çözerse Erdoğan çözer” mesajının altını çizdiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla mesajın da seçime ve seçimdeki ilk muhatap olan AK Partili Kürtlere yönelik olduğu söylenebilir.
Kürt seçmenin politik bilincinin yüksek olduğunu düşünürsek bu mesajın söz konusu seçmen ve elitlerde “Erdoğan’ın bugün MHP’ye mecbur olduğu ancak ilk fırsatta Kürt meselesini çözme yoluna girebileceği” şeklinde tefsir edilmesi mümkündür ve bugünlerde edilmektedir. Bu mesaja ve tefsirine karşı en temel soru ve sorun, Erdoğan ile Kürtler arasında yaşanan bu kadar yıkıcı tecrübeye rağmen muhalefetin neden “çözüm aktörü” olarak algılanamadığıdır.
Erdoğan her ne kadar “biz Diyarbakır’da 2005 yılında size ne demişsek dün de oradaydık, bugün de aynı yerdeyiz, yarın da aynı yerde olacağız.” dese de hakikatin bundan çok farklı olduğunu tarih söylüyor. Aradan geçen bu zamanda Erdoğan’ın söz konusu belediye ziyaretindeki fotoğraf darmadağın görünüyor. Baydemir sürgünde ve Erdoğan’a gösterdiği Sur haritasında 6 mahalle çatışmalar sebebiyle tamamen yıkıldı. Ahmet Türk’ün belediye başkanı olduğu Mardin ile birlikte HDP’nin neredeyse bütün belediyelerine kayyım atanmış durumda. Partinin eşbaşkanı Demirtaş hapiste ve Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP’nin ısrarıyla HDP’ye kapatma davası açılmış durumda. Diyarbakır’da coşkulu bir törende misafir edilen Barzanî, Erdoğan’ın o günkü tabiriyle “Kürdistan” bölgesinde bağımsızlık referandumu gerçekleştirdiği için Erdoğan tarafından yaptırımlar sebebiyle “yiyecek giyecek bulamayacak” olmakla tehdit edildi.
Bunun gibi birçok can sıkıcı gelişme eklenebilir. Örneğin yaklaşık 5 yıldır devam eden OHAL yetkileri ve bu düzenle ilişkili olarak yaşanan geriye gidiş “demokratik sürecin geriye doğru işlemesine izin vermeyeceğiz” iddiasını da test etmiş oluyor. Dolayısıyla ne Türkiye’nin ne bir olgu olarak Kürt meselesinin ne Kürtlerin ne de Erdoğan’ın 2005’te durduğu yerde durduğunu söylemek gerçekçi değil. Tam da bu sebepledir ki 2013’te çantasında Kürt meselesini çözmek gibi küllî bir gündemle gelen Erdoğan, bugün yalnızca o sürecin teferruatı sayılabilecek bir şeyi, Diyarbakır Cezaevini kültür merkezine dönüştürme vaadiyle gelebiliyor.
Erdoğan Ne Umuyor?
Erdoğan’ın hem kendisinin hem zamanın ve şartların hem de Kürtlerin değiştiğini bilmiyor olması pek gerçekçi değil. O halde bu ziyaretten ne umduğunu anlamaya çalışmak daha anlamlı olacaktır. Erdoğan’ın, Kürt sahasını kendisi ve çözüm süreci gibi gündemlerle meşgul etmesinin kendisi açısından olumlu çıktılar taşıması muhtemeldir. Bir yandan bu ziyaret Erdoğan’ın Biden ile görüşmesinden çıkan “Türkiye’nin demokratikleşme sürecine girmesi şartıyla” ilişkilerin güçlenme ihtimalini perçinleme niyeti taşıyor olabilir.