Asıl sorun hangisi: Kürt sorunu mu, Türk sorunu mu?
Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın(**) sorunun adını "Kürt Sorunu" olarak koymasından sonra ülkede, herkes kendi öğretisine, mezhebine, meşrebine göre bir yorum getirerek konuyu değerlendirmeye çalıştı. Bu yorumlar arasında, bana en yakın geleni, 16-22 Eylül 2005 tarihli Gerçek Hayat'ta yayınlanan Murat Zelan'ın yazısı oldu. O yazıda, bizim, en az 30 yıldır telaffuz ettiğimiz bazı fikirlerin nerdeyse bir özetini bulduğumuzu bile söyleyebiliriz. İşte o yazıda Murat Zelan:
"Kürt sorunu"nun ortaya çıkmasıyla hepimiz kucağımızda bir "Türk sorunu" taşımaya başladık. Hadisenin "Kürt sorunu" ya da "Kürt meselesi" şeklinde ortaya konması, gerek Osmanlı'nın son demlerinde gerek Cumhuriyet tarihi boyunca ileri sürülen "Türklük" anlayışlarının iflası anlamına geliyor. De facto durum, İsmail Gaspıralı'nın, Ziya Gökalp'in, Yusuf Akçura'nın ve kimse kusura bakmasın Kemalist Türkçülük anlayışının iflasıdır. Mesele Türk-Kürt ikiliği, ayrışmasına taşındıysa, bunun başka bir izahı olamaz." Dedikten sonra şu görüşü dile getiriyor:
"(Modern Türkiye'nin kurucuları) bir yandan bugün artık hiçbir geçerliliği kalmayan, bütün dillerin Türkçe'den geldiğini savunan Güneş Dil Teorisi gibi nazariyelere bağlılık duydu, bir yandan sıklıkla kökenlerimizin Orta Asya'ya dayandığı tezi işlendi. Türklük bir 'etnik' kimlik olarak benimsendi. Irk, oluşturulmak istenen 'millet' anlayışı içinde o kadar derin kabul gördü ki, iş 'boy'a kadar vardırıldı. Hepimizin Oğuzların 'Kayı' boyundan geldiğimiz tezi müfredata yerleştirildi. Yani, bir taraftan millet olmanın ölçüsünün ortak bir dil, din ve kültür birliği ile ortak tarih bilinci olduğu söyleniyor; bir taraftan 30'un üzerindeki ayrı etnik kökenin yaşadığı 'topluluğa' Orta Asya masalı anlatılıyordu. Evet, bu etnik yapı içinde Orta Asya'dan ve hatta Oğuzların 'Kayı boyu'ndan gelenler olabilir. Peki, müfredatımıza bile yerleştirilen bu tarih bilinci midir, bu kadar ayrı etnisiteyi bir arada tutacak, ortak duyuşu verecek olan bilinç? Oğuzların 'Kayı' boyundan hatta Orta Asya'dan gelmeyen diğer etnik unsurlara ne diyeceğiz öyleyse? Araplara, Boşnaklara, Kürtlere, Arnavutlara ve diğerlerine de bu masalı mı anlatacağız?/Bu tarih anlayışı değil midir Türklüğün etnik bir unsur olduğunu sezdiren, kabul ettiren? Dolayısıyla bu tarih bilinci değil midir Türklüğün ve Kürtlüğün aynı düzlemde ele alınmasını sağlayan?/Ya dil birliğini nasıl anlayacağız? Anadilde eğitim isteyen bütün etnik unsurlara 'Türkçe zaten bütün dillerin anasıdır, anadilde eğitim istiyorsan Türkçe eğitim göreceksin' mi diyeceğiz? Türkçe'nin yüksek kültürün ayrışmaz bir parçası olduğunu doğru düzgün anlatamayacak mıyız?/'Kürt sorunu' diye tanımlanan hadiseden almamız gereken bir ders var. Ortada bir gerçek var. Bize dayatılan, öğretilen 'Türklük' fikri, ideolojisi sosyal ve siyasal olarak bu kadar çeşitli etnik yapıyı bir arada tutmaya yetmiyor. Ortak bir vatanperverlik duygusunu aşılamaya yetmiyor. 'Etnik Türklük' nedeniyle ötelediğimiz, kenara ittiğimiz, kurban ettiğimiz değerleri yeniden eşelememiz gerekiyor."
Benim bu satırlara ekleyeceğim bir söz yok. Sadece "ötelediğimiz, kenara ittiğimiz, kurban ettiğimiz değer"in ne olduğu üstünde düşünülmesini öneriyorum.
______________
(*)Rasim Özdenören’in, 22.9.2005 tarihli olup Kürt sorunu ile ilgili Murat Zelan’ın dönemin Gerçek Hayat Dergisi’nde yayınlanan yazısına atıf yaptığı yazısını, konu bağlamında yeniden yayınlıyoruz…
(**)2010 döneminde...
Kaynak: Yeni Şafak Gazetesi