Hayat, insanın, ontolojisine, yani varlık sebebine binaen yaşaması ve hakkını vererek üstesinden gelmesi gereken kendi imtihanı açısından çeşitli sıkıntılara, katlanılması gereken durumlara ve bunlara bağlı olarak nice acı ve tatlı yönleriyle sürgit devam etmektedir.
O, Batılı düşüncenin iddia ettiği üzere doğrusal(linear) değil, bilakis, var olan imtihana binaen inişli, çıkışlı bir yol izlemektedir.
Hal böyle olunca, insan, birçok farklı durumla yüzleşir, karşı karşıya kalır.
Bir gün bakmışsınız acılar üst, üste gelmiş, hayat çekilmez olmuş, diğer gün ise bayram, seyran olmuştur insan için…
İşte, Türkiye toplumu olarak birkaç yıldır birçok sarsıcı ve acı verici durumlarla karşı karşıya kaldık. 2020’de başlayan bir pandemi süreci bitti, gitti derken, bu kez Kahramanmaraş merkezli olarak artçılarıyla birlikte yaşadığımız ve on bir il ile on milyon küsûr insanı etkileyen -acıları sarılmaya çalışılıyor- deprem bizi toplum ve ülke olarak bir hayli sarstı.
Bunlara rağmen, hayli uzun bir zamanı kapsayacak olsa da, Ramazan ayının kendine has güzelliği, içerdiği anlamı, kılınan teravihi, namazı, okunan Kur’an’ı, büyük bir huşu içerisinde girilen itikafı, iftarı, sahuru, çeşitli nimetleri, pidesi, çayı, çorbası, güllacı, tatlısı, misafirliği vs. derken arefesi sonrasında bayram geldi, çattı.
Bu idrak ettiğimiz ramazan ayı öncesinde komşumuz Suriye’de, on küsur yıldır devam eden iç savaş bir şekilde nihayete erdi ve orada rejim değişikliğine gidildi.
Bundan dolayı, orada, etkili ve yetkili kesimler dışında, halk bu işe çok sevindi, ama onun bu sevinci gerçek bir bayrama dönüşecek mi; orası şimdilik muamma.
Buna rağmen yine de orada yaşayan ve var olan değişim sonrası, kendi ülkelerinden ayrılıp çeşitli ülkelere mülteci olarak gidenlerin önemli bir kısmı, tekrardan kendi topraklarına dönüp eskiden olduğu üzere orada hayatlarını kaldığı yerden devam ettirmek isteyeceklerdir.
Önemli bir kısmı bizimde misafirimiz olan o acılı ve vakur insanlar, herkesten ziyade bayramı hak ediyor. Bunu da belirtmek gerekir.
Yine, Ekim 2024’te Devlet Bahçeli’nin, meclisin açıldığı gün, orada gidip DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’a bir vefattan dolayı taziye ziyaretinde bulunması vesilesiyle sorun olmaktan çıkacak gibi görünen Kürt sorununun çözümüne yönelik çabalardan da bu vesileyle bahsetmek gerekir.
İnşaallah, bu sorunun çözümü de, ramazan, kurban ve nevroz bayramı kadar bizlere sürur, sevinç, huzur ve mutluluk verir.
Bizleri sevindirecek olan bu durum, tek başına var olan sorunlarımızı çözmek için yeterli değil…
Zira kırk küsur yıllık bu sorunun ekonomi ayağında olan biten hemen her şey, katlana katlama bugünlerde hayat-memat konusunda en belirleyen bir noktaya ulaştı.
Üretim ve istihdam eksikliği ve giderek yanlış olarak uygulanan ekonomi, artık pansuman tedbirlerle” önlenemez bir noktaya ulaştı.
Hemen her gün neredeyse her kalem mala, hizmete yapılan zamlar milletin belini büktü. O, eskide var olan orta direk olgu ve bulgu olarak ortadan kalktı; bunun yerine, ya tam yoksul ve açlıkla uğraşan, kendi evinin gelir, giderinin hesabın yapmakta zorlanan ulaşması gereken nimetlere yeterince ulaşamayan, ya da alabildiğine milyonlara hükmeden elit; iki farklı toplumsal sınıf ve kutup oluştu.
Tarımın durumu da ortada; köyler mahalle oldu, mahalleli ise, şehirleşmenin büyüsüne kapıldı ve bir de artan maliyetlere güç yetiremeyince tarımı ve hayvancılığı bıraktı; elma yurt dışından ithal edildi, domates ise tüm ülkeye neredeyse sadece Antalya’dan gönderilir oldu. Eğitim ise cabası. Gerisini siz düşünün!
Yine, bu arada, siyaset sahnesinde haklı-haksız” birçok sebepten dolayı iktidar ile muhalefet arasında meydana gelen ve haliyle toplumu kutuplaştıran ve ortamı geren hukuksuzluklar ve talihsizlikler de, öteden beri cereyan ettiği gibi bu mübarek ramazan ayında ivme kazandı, bu mübarek aya yönelik sevincimizi kursağımızda bıraktı!
Burada, gayet haklı olarak kazananı, kazanacak olanı bir an sarf-ı nazar ettiğimizde, “bu işte kaybeden kim?” diye sormak gerekir.
Bunlar iç siyasette olanlardı.
Yine burada belirtmek gerekir ki, görünürde toplum, iktidar ve devlet olarak hemen hepimiz Gazze’nin yanında ve İsrail’in karşısındayız, ama bazı işlerin doğru gitmediğini de belirtmiş olalım; Gazze’yi vurmak için İsrail’in Azerbaycan’dan(SOCAR) almış olduğu petrolün ülkemiz üzerinden İsrail’e gitmesini protesto eden gençlerin, o masum ve yerinde eylemini mahkemelik eden duruma ne diyecektik?
Burada bir yanlışlık var.
Bunun dışında, bizzat terör eylemlerini destekler mahiyette olan olaylar hariç tutulursa, salt ifade özgürlüğünün mantığı gereği o özgürlüğün ifa edilmesi durumuna şiddetle karşı çıkıp, o eylemi gerçekleştiren insanları derdest edip tutuklamakta ayrı bir yanlışlık örneği olsa gerek.
Bir de hem dışarıyı ve hem de bizi ilgilendiren bir konu olarak Trumpizm’in ayak izleri başta Gazze olmak üzere İslam dünyasında ve dünyanın genelinde kendini giderek hissettirmektedir.
Bu işe sevinecek olanlar ise, öteden beri birbirinden farklı ideolojik formasyonlarla kendi ülkesini yönetip duran otoriter iktidarlar, otokrat ve dikta rejimleri oldu; Macaristan, Rusya, Çin, Kuzey Kore vb.
Trumpizm’in, gelir ayak verdiği en büyük acı, aralarında var olan ateşkes durumuna rağmen Siyonist İsrail’in, o akımdan aldığı koşulsuz destekle Gazzelilerin bu mübarek ramazan ayında katliamlar sonucunda “yeniden” çekmiş oldukları acı olarak hafızalara kazındı.
Gerçi, işin doğrusu bu acılar on yıllardır, her dönem olduğu üzere, özellikle de her ramazan ayında ve her bayram döneminde katlanarak yaşanmaktadır.
Aslında, bayramlar sevinç, mutluluk dostluk ve dayanışmanın arttığı, çoğaldığı; bunların paylaşıldığı günlerdi; ama eksikler, gedikler sayılmadan, dökülmeden, onlara temas edilmeden de bayramı, salt kuru, kuruya zikretmenin reel bir anlamı da olmayacak, olan-biten öylesine geçiştirilmiş olacaktı.
Keşke, bu yakıcı reel durumlar olmasaydı da, bayramlar bihakkın bayram olsaydı!
… Ve bunca acıya rağmen bugün bayram…
Hangi durumda olursak olalım, Allah©´ın bizlere armağan ettiği bayramları salt kutlamaktan ziyade, dostluğa ve kardeşliğe "yeniden" adım atmak adına vesile kılalım, sevelim, sevilelim, sevinelim ve sevindirelim.
Evet, sıkıntılarımız, krizlerimiz ve içerisinde debelendiğimizi düşündüğümüz kaoslarımız olabilir. Acı ve ızdırab içerisinde olabilir, nice eziyetlerle uğraşıyor olabiliriz.
Hatta kendi vatanımızdan uzaklarda mülteci konumunda olabilir, bir nevi sürgün yaşayabilir, özgürlüğümüz´ zalimler ve zulüm sistemlerince elimizden alınmış da olabilir. Vatansız, yani haymatlos olabilirdik, ama asla umutsuz olmamalıydık. Zira umutsuz olmak insanı boşluğa düşürür, bunalıma sürükler ve bizleri hemen her konuda çaresiz bırakır, yoksunlaştırırdı
Buna benzer bir şekilde, sılayı rahim imkânından yoksun da olabilirdik. Birkaç saatlik mesafede bulunan köyümüze, kasabamıza, şehrimize, "vatanımıza" gidemeyebilir, oraların havasından, suyundan mahrum kalabilirdik, ama umudumuzu diri tutacak ve her bayram olduğu üzere bu bayramımızı da ailemiz, "varsa" yakın akrabalarımız, dostlarımız ve en önemlisi de yüzü bizimle birlikte aynı kıbleye dönük bulunan Müslüman kardeşlerimizle bayramlaşmalı, musafaha etmeli ve birbirimizde kardeşçe, dostça sarılmalıyız.
Bu günleri vesile kılarak, aramızda zamanla oluşmuş bulunan kırgınlıklarımızı bir kenara itmeli ve bu bayramı "yeniden" kardeşliğin tesisi için vesile kılmalıyız.
Bu vesile ile bayramınız mübarek olsun deriz. Yine bu vesileyle Çıra Yayın Grubu(Çıra Yayınları, haberduruş.com, farklibakis.Net) adına kurban bayramınızı kutlar, hayırlara vesile olmasını yine O´ndan dileriz...
ÎD MUBAREK!
CEJNA WE PÎROZ BE!
ROŞONé ŞIMA BIMBAREK BO!
BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN!