Ben rahmet ve savaş peygamberiyim.” diyor Allah’ın son elçisi.[1]
O, âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberdi.[2] “Raufu’r- rahimdi (Çok acıyan, merhametli ve şefkatliydi.)”[3] Bunun için, mazlumlara kol kanat gerdi, zalimlerle savaştı.
Rahmet ve savaş… İslam penceresinden bakarsanız birini sebep, diğerini sonuç olarak görürsünüz. Birbirinin devamıdır. Müslümanın savaşı, merhametinden dolayıdır. Mazlumlar için savaşır. Hakkı, adaleti, barışı, merhameti, sevgiyi egemen kılmak için… Haksızlığa ve zulme razı olsaydı, hiç savaşmazdı. Çıkarırdı savaşı gündeminden. Zulme rıza göstermenin, zulüm olduğunu bilir Müslüman. Haksızlık karşısında susanı, dilsiz şeytan olarak kabul eder.
O kutlu Nebi’nin ifadesiyle; zalimi, zulmünden vazgeçirmek; sadece mazluma değil; zalime de iyiliktir.
Kimle savaşır Müslüman?
Hakkın, adaletin ve barışın egemenliği için bu kutlu yolda yürürken; kendisine engel olmak isteyenle, kendisiyle savaşanla savaşır.
Bu nedenle Müslüman savaşta; çocuklara, kadınlara, yaşlılara, hastalara, hasta bakıcılarına, işçilere, bir köşeye çekilmiş kendi dinine göre ibadet edenlere zarar vermez. Sadece aydınlanmaya karşı olan, zulmetin devam etmesini isteyen; tebliğin yapılmasını engelleyenle savaşır. Savaşmayanla savaşmaz. Hayvanlara ve bitkilere de zarar vermez. Gereksiz yere hiçbir şeye zarar vermez.
Farkımız budur kâfirlerden.
Onlar, öldürmek, yok etmek, zarar vermek, yakmak, yıkmak, insanları köleleştirmek, toprakları işgal etmek, yeraltı zenginliklerine sahip olmak; sömürmek için savaşırlar. Onlar Müslümanları, Müslüman oldukları için; kendileri gibi inanmadıkları, düşünmedikleri, kendileri gibi yaşamadıkları için, kendi çıkarlarına hizmet etmedikleri için cezalandırmak niyetiyle savaşırlar. İnsanlığın huzuru için değil; kendi menfaatleri için savaşırlar sadece. Kendilerine ait olmayanın, başkasına da ait olmaması için savaşırlar. Tahakküm altına almak, ezmek, esir etmek, gasp etmek içindir onların savaşları.
Rahman’a inananlar, insanları zorla, baskıyla, tehditle, cezayla Müslüman etmek için savaşmazlar. Din konusunda zorlamayı Allah’ın yasakladığını, görevlerinin sadece duyurmak olduğunu bilirler. Allah Teâlâ bile kendisine inanmayanları, dünyada cezalandırmıyor. Kâfirler de, Allah’ın nimetinden (Rahman sıfatından) faydalanıyorlar. Öyleyse geçmiş kavimleri neden helak etti Allah? Kendilerine ve insanlara zulmettikleri için helak etti. Zulümlerinden dolayı helak oldular onlar, inanmadıkları için değil:
“Zalim halktan başkası yok edilir mi?”[4]
“Biz, halkı zalim olmayan hiçbir ülkeyi helak edici değiliz.” buyuruyor Yaratan.[5]
Müslümanlar, diriltmek, hayat vermek; güzellikleri paylaşmak, hakkı ve haklıyı korumak, güveni, huzuru ve esenliği egemen kılmak için savaşırlar.
İnsanlara merhamet etmeyene, Allah’ın da merhamet etmeyeceğini bilirler.[6]
Yaratan’a karşı haksızlık yapanlar, yarattıklarına yapmazlar mı? Onlar, zalim ve zorbadır. Acımasızdır, vicdansızdır, merhametsizdir. İnananlar, Allah, haksızlığa razı olmadığı için, O’nu memnun etmek için savaşırlar.
Müslümana yakışan budur. Onlara da o yaptıkları yakışıyor. Onların dünyası öyle, bizim dünyamız böyle.
İşte vahye kulak veren, Yaratan’a teslim olanla; nefsine ve şeytana kulluk eden arasındaki fark!
Onlar, fıtratlarını bozmuş olanlardır. Tıpkı kendilerine gönderilen vahyi (kitabı) bozdukları gibi. Allah’ın sözüne ve emanetine ihanet eden, neye ihanet etmez ki! Kendine de ihanet eder, başkalarına da.
Müslüman, fıtratına da emanetlerine de, ahdine de ihanet etmez.
“Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını ıslah edin. Allah’a karşı takvalı olun ki; Allah size rahmet etsin.” buyruğuna kulak verir Müslüman.[7]
Yüzlerce isim ve sıfatları içerisinde merhametin ön plana çıktığı bir Allah’a inanır, ona kulluk eder;[8] Raufu’r rahim olan,[9] âlemlere rahmet olarak gönderilen[10] bir Peygamberi örnek alır; bizim için rahmet olan bir Kitab’ı (Kur’an’ı), rehber edinir[11] ve (ruhema u beynehum) kendi aralarındaki iletişimde merhameti esas alır.[12]
O bilir daha dünyayı tanımadan, hiçbir şey öğrenmeden; dokuz ay “rahim” adlı ananın kucağında acımayı, korumayı, sevgiyi, şefkati, merhameti öğrendiğini. Mayasının merhametle yoğrulduğunu, fıtratının bu olduğunu bilir. Sonra dünyayı tanır. Ana rahmine, Allah’ın, neden başka bir ad değil de; “rahim” dediğinin şuurundadır.
Mayasının merhametle yoğrulduğunun bilincinde olan insan neden savaşır öyleyse?
Şairin diliyle; “Çiğnerim, çiğnenirim; hakkı tutar, kaldırırım.” demek için… Hakkı, ayağa kaldırıp ikame etmek için… Meydanı zalimlere bırakmamak için… Hakkın gölgesinde barışı, birliği, beraberliği, kardeşliği sağlamak için… Merhametin, bütün dünyayı atmosfer gibi şefkatle kucaklaması için…
Müslüman bu!
Gerçekten biz öyle miyiz? Var mı bu özellikler bugün Müslümanlarda?
İslam coğrafyasında yaşananlar, Müslümanlara yakışıyor mu? Böyle mi olmalıydı Allah’a, O’nun kitabına inananlar, O’nun elçisine gönül verenler? Böyle birbirinin kanlarını mı dökmeliydiler?
Kim ne derse desin; Haçlı seferleri devam ediyor. Ancak taktik değiştiler. Artık eskisi gibi ordular toplayıp göndermiyorlar Müslümanların üzerine. Silah gönderiyorlar. Birbirine kırdırıyorlar Müslümanları. Bunu daha kazançlı gördüler.
Merhamet duygusunu çaldılar Müslümanların. Kardeşlik sevgisini aldılar ellerinden. Kardeşi, kardeşe düşman ettiler. Birbiriyle savaşmaları için planlar hazırladılar. Hazırladıkları senaryoyu Afganistan’da sergilediler önce. Barış erlerine yenilen Rusya, Amerika’ya sattı Afganistan’ı. Müslümanları birbirine düşman edip savaştırmaya başladılar. Başarılı olduklarını görünce, turneye çıktılar. Aynı oyunu Irak’ta oynadılar. Sonra Suriye’de. Sonra Yemen’de… Sırada Türkiye, İran, Malezya, Endonezya gibi diğer İslam ülkeleri var. Oralarda da oyunlarını sahnelemek için bahane arıyor, hainler buluyor, paralar harcıyor, silah gönderiyorlar, planlar kuruyorlar. Kudurmuşlar. İslam düşmanlığı ve dünyalık hırsı çıldırtmış onları. Ne yapacaklarını şaşırmışlar. Çünkü haksızlıklarını, zulümlerini, sömürülerini ancak Müslümanlar engeller. Bunu biliyorlar.
Oyuna geldi çoğu Müslümanlar. Hazırlanan senaryoda figüran olarak rol aldılar. Yavrusunu fareye benzeterek yiyen huysuz kedi gibi; Müslümanlar da, Müslüman kardeşlerini düşman ilan edip öldürmeye başladılar. Yaşadıkları topraklara yağmur gibi bombalar yağıyor. Yıkılan, yakılan evler… Ölenler, yaralananlar, sakat kalanlar… Cehenneme döndü vatanları. Hayatta kalıp kaçanların çoğu yollarda telef oluyor. Ölme ihtimalinin çok yüksek olduğunu bildikleri halde, yine de yaşama ümidiyle köleleşmek için yollara düşüyorlar.
Endülüs’ün son dönemlerinde Müslümanların yaşadığı Mülükü’t Tevaif günlerini yeniden yaşıyor çağımız Müslümanları. Çok kötü günler… Aklımızı başımıza almazsak gelecek günler belki daha da kötü olacak.
Müslümanlar önce birbirlerine karşı merhametli olacaklar. Dil, ırk, mezhep farklılıklarını bir yana bırakacaklar. Kardeş olduklarının şuuruna varacaklar. Vahyin gölgesinde bir araya gelecekler. Kucaklaşacaklar. Birlik olacaklar. Sonra zalimlere karşı daha güçlenerek, gerekiyorsa daha modern silahlara sahip olarak onları da barışa zorlayacaklar. Deli, deliyi görünce değneğini saklarmış. Bu delirmiş, kudurmuş zalimler, iyilikten, insanlıktan anlamazlar. Acımanın, sevginin, vicdanın, merhametin, şefkatin ne olduğunu bilmezler. Delilikten menfaat sağlıyorlar. Ancak değnekli birilerini görünce, değneklerini saklar ve uslanırlar. Bu işi Çin’e veya başka bir ülkeye bırakmamak lazım. Onlar da, onlardan iyisi değil.
Hak hukuk tanımayan zalimleri susturmanın tek yolu; onlardan daha güçlü olmaktır. Gelin, bunun yollarını araştıralım. Bunu konuşalım gelin. Başarıncaya kadar artık gündemimizin ilk ve tek maddesi bu olsun.
Kaynak: Özgün İrade Dergisi 2020 Mart 190. Sayı