TRT World etkinliğinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "yavrum, Siyonistlerin burada ağzı, dili olma" dediği protestocu dahil, 9 kişi tutuklandı.
Örgütlü yasa dışı eylemle suçlanıyorlar. Siyonistler limanlarımızda faaliyetlerini sürdürüyor, neden Azerbaycan petrolü gidiyor, nehirden denize özgür Filistin, gemiler Gazze'ye bomba taşıyor ve benzeri sloganlar atıp dövizler açtıkları için.
İsrail karşıtı, Filistin yanlısı, örgütlü ve yasak tanımayan eylemin; ancak başka ülkelerde, özellikle de Batı'da yapılanı makbul. O çoktan anlaşılmıştı.
Kendi yönetimlerine tepki ve baskı için slogan atıp pankart açmak, bizde Batılılara hak görülüyor sadece.
Türkiye'ye gelince yalnız kahveciyle hamburgerci protestoları serbest. Teşvik bile ediliyor. E bu kadar özgürlük, kimin nesine yetmez!
Bunla yetinmeyen protestocular, Cumhurbaşkanı'na hakaretle gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefetten 4 gün gözaltında kalmışlardı.
Başsavcılıkta terör suçları soruşturma bürosu mu ne bakmış, okuduğunuza inanamazsınız.
Hâkimliğe sevk edildiler ve tutuklandılar.
Cumhurbaşkanı; konuşması sırasındaki protestocuya, ortamı provoke ederek sonuç alamayacağını söylemişti.
Diyelim provokasyona geldiler...
Diyelim sloganları külliyen yanlış, iktidara haksızlık ediyorlar...
Şiddet içermeyen bir eylemden, hele hakaret hiç içermeyen sloganlardan bashediyoruz. Birkaç sloganla birkaç döviz, hepsi bu.
Tutuklamayı gerektirir, haklı mı çıkarır?
X'te tepki yağdı. Ben de şöyle yazmıştım:
"Sorsanız bilmem kaçıncı insan hakları eylem planı, kaçıncı yargı reformu paketi çıkarılıyor. Uygulamadıktan sonra yeni Anayasa yapsanız ne yazar. Alın işte, uygulama bu. Protestoya tutuklama hangi kanunda yazıyor?"
Eksik yazmışım, hukuken değil siyaseten de izahı yok.
Tutuklatmak, o gençleri kazanmak yerine korkutarak sindirmeyi seçmektir. Kendini sevdirmek varken kendinden soğutmayı, yanına çekmek yerine daha da uzaklaştırmayı yani.
Daha âdil bir dünya mümkünse daha âdil bir Türkiye mümkün değil mi? Dünyaya nizamat vermeye niye kendimizden başlamadığımızı geçiyorum...
Hadi içeride hak, hukuk, adâlet artık pek ırgalamıyor; yargıda çifte standart eleştirisi geçer akçe olmaktan çıktı, boş lâkırdı gibi geliyor, diyelim...
Gelin, keyfi uygulamalara bir de siyasi getirisi, götürüsü açısından bakalım. Çıkara, amaca hizmet etmediğini anlatmanın belki bir etkisi olur.
İktidardakiler, şunu sorup üzerine iki dakika düşünsün lütfen: Protestocular tutuklanıp hukuk kaybedince iktidar ne kazanıyor, bir şey kazandırır mı ki?
HTŞ'NİN SORUMLULUĞUNU İKTİDARA YIKAN PROPAGANDA
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse Dışişleri Bakanı Fidan çok dikkatli bir dil kullanıyor. HTŞ'nin sorumluluğunu üstlenmek istemiyorlar. Haklılar da.
Fidan, Suriye'deki son gelişmelerin dış güç mudahalesine bağlanmasını reddetti.
Erdoğan'sa "aniden patlak veren gelişmeler" diyerek dışımızda geliştiği mesajı verdi. Ve sadece Türkiye'nin milli güvenlik önceliklerinin gerektirdiği kısmıyla ilgilendiğimizi, yakından izleyip tedbir almakla yetindiğimizi vurguladı.
Öyle Halep'i fetheden fatih havalarında filan değiller.
Ortada eş zamanlı iki operasyon var. Biri, Suriye Milli Ordusunun Tel Rıfat'ta YPG'ye operasyonu. Diğeri de HTŞ'nin, Halep'i Esad güçlerinden alması.
Şurası açık ki iktidar, bu ikisini ayrı tutuyor. Ve ikincisine, yani kontrolü dışındaki HTŞ'ye ve Halep operasyonuna mesafeli.
Ama iktidar ne söylüyor, tamburası ne çalıyor...
Propaganda bandosu; Halep'in fethini, üstelik kendi muhalefet partilerimize karşı zafer kazanmış gibi kutluyor.
Tepe tepe kullanırken de HTŞ'nin sorumluluğunu, iktidarın ve Türkiye'nin boynuna astıklarını idrâkten yoksunlar.
Böyle propagandisti olanın, karalanmaya ihtiyacı yok.