İzmir’in Agora ve Basmane bölgesi Suriye iç savaşı ile birlikte, Suriyeli mültecileri barındıran en önemli merkez haline geldi. Bölgeye ilk yerleşenler, Konyalılar ve İzmir çevresindeki il, ilçelerden gelen göçmenler olurken, daha sonra yoğun olarak Mardin bölgesinden göç alıyor. Suriyeli mültecilerden önce de Afrikalı mülteciler bölgeyi yerleşiyor. Eski göçmenler büyük ölçüde bölgeyi terk ederken onların evlerine Suriyeliler yerleşiyor.
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Neslihan Demirtaş Milz, bölgede yürütülen projelerde yer aldı ve saha araştırmalarında bulundu. Milz, İzmir’in bu önemli göçmen ve mülteci mahallesindeki çalışmalarını ve gözlemlerini anlattı.
'SORUNLAR 'İHMAL EDİLMİŞLİK' HİSSİYATI YARATIYOR'
Agora ve Basmane Bölgesi’ndeki çalışmalarınıza ne zaman başladınız?
Bölge ile ilk tanışıklığım, 2009-2011 yılları arasında Cenk Saraçoğlu ile birlikte yürüttüğümüz Kadifekale Kentsel Dönüşüm Projesi’ni incelediğimiz saha araştırmasına dayanıyor. Sonrasında, 2016 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İzmir Tarih Projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz Agora Patlıcanlı Yokuşu Sosyo-Mekânsal Analizi isimli proje ve bu yıl, içinde yer aldığım İzmir Büyükşehir Belediyesi Cittaslow Sakin Mahalleler projesi kapsamında, Pazaryeri, Basmane mahallesinde yaptığımız saha araştırmaları ile bu tanışıklık derinleşti. Bu projeler, bana aynı zamanda bölgedeki dönüşümleri beş senelik aralıklarla inceleme fırsatı da verdi.
Prof. Dr. Neslihan Demirtaş Milz
İlk bakıştaki gözlemlerinizi anlatabilir misiniz, neler görülüyor?
Bölge, çok-etnili bir enformel düşük gelir konut alanı. Aynı zamanda kent-içi tarihi mekânsal dokunun çok zengin bir şekilde gözlemlendiği bir alan… Kemeraltı’na ve Konak’a yakınlığı sebebiyle, eski esnaf ve zanaatkâr gruplara da ev sahipliği yapmış bir yerleşim alanı. Bölgeye ilk yerleşenler, Konyalılar ve İzmir çevresindeki il, ilçelerden gelen göçmenler. Daha sonra 1960 ve 70’lerden itibaren bölge yoğun olarak Mardin bölgesinden göç alıyor. 1990’lardan sonra ise yine yoğun olarak Mardin’den zorunlu göç ile gelen göçmenleri ağırlıyor.
Suriye iç savaşı ile birlikte, İzmir içinde Suriyeli göçmenleri barındıran en önemli merkez haline geliyor. Bölgede Afrika kökenli mültecilerin Suriyeli göçmenlerden daha eskiye dayanan bir tarihi var. En eski göçmenlerin büyük ölçüde bölgeyi terk ettiği ve başka mahallelere taşındığı söylenebilir. Bölgedeki evlerini kiraya verip ayrılıyorlar çoğunlukla… Bu sebeple, benzer mahallelerde de gözlemlediğimiz gibi şu anda bölgede yaşayanların çoğu eski göçmenlerin kiracısı. Bu sebeple, kiracı oranı da çok yüksek… Eski göçmenlerin bölge ile duygusal ve aidiyet bağlarını yitirmesi sonucu, kirada olan evlerin durumu gittikçe kötüleşiyor ve bölge birçok başka yapısal sebebin de etkisiyle her geçen gün çöküntü alanı haline dönüşüyor denebilir.
Mahallede göçmenlerin en çok şikâyet ettiği konular nelerdir?
Mahallede göçmenlerin en çok şikâyet ettiği konular: göçün zamansalllığı ile ilgili olarak kendilerinden sonra bölgeye gelen göçmen grupların, onların deyimiyle “yabancılar”ın çoğalması, bu anlamda tanıdıklığın azalması; bilinmezliğin yarattığı güvensizlik hissiyatı; yine buna bağlı olarak sosyal ilişkilerin ve güven ilişkisinin zayıflaması; uyuşturucu kullanımı ve satışı; evlerin kötü ve bakımsız durumu (altyapısal sorunlar, haşere sorunları vb.); çöp sorunu ve altyapısal başka sorunlar olarak sıralanabilir. Bütün bu sorunların yansıması da göçmenlerin algısında bir “ihmal edilmişlik” hissiyatı yaratıyor.
'NEOLİBERAL POLİTİKALAR SORUNLARI ARTIRIYOR'
Yoksulluk, kentsel servislere erişim zorluğu, konut ve barınma sorunları, uyuşturucu kullanımı ve satışı, suç bölgesi algısı göçmen mahallerinde ilk göze çarpan sorunlar. Neler söyleyebilirsiniz?
Benim en önemli çabam, özellikle sosyal ilişkiler bağlamındaki sorunların, bölgedeki gündelik ilişkilerin dinamiklerinden ziyade, makro neoliberal kentsel politikaların dinamikleri ile belirlendiğini vurgulayabilmek... Özellikle Suriyeli göçmenler ve “yerleşik” göçmenler arasındaki çatışma ve gerginlikleri, kültürlerarası farklılık ya da maddi bir suç olgusundan ziyade, kötüleşen maddi koşullar ve artan sosyal güvensizlik içinde ortaya çıkan yeni bir değişken olarak ortaya koyabilmek… Yani, son gelen göçmenler Suriye’den değil de, yoğun olarak Türkiye’nin başka bölgesinden gelselerdi de, benzer çatışmalar ortaya çıkacaktı demek istiyorum. Artan maddi sorunlar, kötüleşen koşullar ve kentsel hizmetlere ulaşımda yaşanan zorluklar içinde sorun daha çok bir paylaşım sorunu haline geliyor. Bu bağlamda da en son gelen ve en “yabancı” olan gruplara hep şüphe ve istememezlik duygusu ile yaklaşılıyor.
Bu sorunların artmasında en belirleyici rolü neoliberal politikaların oynadığını düşünüyorum. Devlet politikalarındaki enformalite ve standart olmayan uygulamalar, sosyal ilişkileri zayıflatan ve kişileri birbirleri hakkında şüphe duymaya iten ve yerelde bir araya gelip, organize davranmayı engelleyen en önemli faktör gibi gözüküyor.
'MOLOZLARI TEMİZLEMEMEK 'KOLAYLAŞTIRICI TAKTİK''
Örnek verebilir misiniz?
Örneğin, Kadifekale Kentsel Dönüşüm projesi kapsamında proje uygulayıcılarının bu tarz enformel pratiklere sıkça başvurduğunu gözlemledik. Projenin ilk aşamasında, kamulaştırma sürecinin bir parçası olan ve yasada da yer alan “pazarlık” görüşmelerinde, hak sahiplerinin yasal hakları konusunda yanlış yönlendirildiği ve korkutulduğuna dair pek çok benzer anlatı dinledik. Bu süreçte evlerine biçilen ilk değeri bu enformel stratejiler sonucu kabul edenlerin, etmeyenlere ve mahkemeye gidenlere göre inanılmaz hak kayıpları yaşadıklarına şahit olduk. Yanı sıra, kamulaştırma süreci tamamlanan evlerin yıkılması sonucu, mahkeme süreci devam eden ve mahallede yaşayan ailelerin, altı aydan bir seneye uzanan bir zaman dilimi boyunca savaş bölgesini andıran yıkıntılar içinde yaşadıklarına gözlemledik. Özellikle çocuklar için risk yaratan bu molozlar belediye tarafından çok uzun süre temizlenmedi. Belediye görevlilerine bunun sebebini sorduğumuzda, bölgede kalanların bir an önce gitmelerini sağlamak için bir “kolaylaştırıcı taktik” olduğu dile getirildi.
Ya da standart olmayan kamulaştırma değerlemeleriyle, komşular arasındaki dayanışmanın aşındığını gördük. Bütün bu enformel süreçler, aslında heyelan sebebiyle motivasyonu çok meşru olan projenin, uygulanış şekline birçok eleştirinin yöneltilmesine neden oldu. Projenin uygulanış sürecinde sosyal hassasiyete dayalı uygulamaların eksikliğini gözlemledik. Kadifekale’deki dönüşüm projesi, Agora Basmane bölgesi genelinde yaşamaya devam eden halkın zihnine bir örnek kentsel dönüşüm uygulaması olarak yerleşti. Ama maalesef çok iyi olmayan bir örnek… Bu yüzden kentsel dönüşüm uygulamalarına, ya da sağlıklaştırma çalışmalarına karşı bir önyargı ve korku gelişti.
Başka ne tür örnekler verilebilir?
2016 yılında Patlıcanlı Yokuşu’nda yaptığımız araştırmada, komşular arası ilişkilerin çok zayıflandığını gözlemledik. “Ben kimsenin evine girmek istemem!”; “Evime kimse gelsin istemem!”; “Gelip gitme yapmıyoruz, yazın sokakta çay içiyoruz sadece!” ve benzeri cümleleri sıkça duyduk. Bunun nedenini sorguladığımızda, en önemli etkenlerden biri, neoliberal sosyal yardım politikalarının yarattığı haksızlık algısı olarak karşımıza çıktı… Özellikle sosyal yardım politikalarının barındırdığı enformel karar alma mekanizmalarının, örneğin, muhtaçlık durumunun muhtarlar tarafından belirlenmesi, ya da muhtaçlık durumunun anlaşılmasında komşuların beyanına başvurulmasının, enformel alanlarda sosyal normların uygulamasında her zaman etkin olan “dedikodu” mekanizmasını başka bir boyuta taşıdığını gördük. Dedikodu artık sadece sosyal normların uygulanmasına yardımcı olan bir mekanizma olmaktan ziyade, bireylerin bürokrasi ile kurdukları ilişkinin niteliğini belirleyebilen bir mekanizmaya dönüşmüş gibi gözükmekte… Bu yüzden, normalde eski gecekondu mahallelerinde yarı kamu-mekanı olarak kullanıldığına şahit olduğumuz ev içi alanın, günümüzdeki enformel konut alanlarında tamamen özel ve kapalı alan haline evrildiği açıkça gözlemlenebilmektedir.
'BELEDİYELER GÜNDELİK HAYATA DAİR HİZMETLERİNİ ARTIRMALI'
Merkezi hükümet ve yerel yönetimlerin neoliberal kent politikaları ile kente dair sosyal politikaları da göçmenlerin hayatını kolaylaştıran veya zorlaştıran özellikler barındırıyor. Bu açıdan bakıldığında neler söylenebilir?
Yerel yönetimsel sorunların başında bölgede etkin ve hızlı müdahalelerin sağlanamaması geliyor kanımca. Büyükşehir Belediyesi bölgede çok önemli projeleri fonluyor, bölgede belediyenin Tasarım Ofisi, Kentsel Adalet ve Eşitlik Şube Müdürlüğü ve Semt Evleri mevcut ve bu birimlerde gerçekten bölgenin sorunlarını çok iyi bilen ekipler var. Fakat mesele biraz bürokratik etkinliği arttırmak ile ilgili gibi gözüküyor. Yanı sıra, kurum içi şube müdürlükleri arasındaki etkileşim ve bilgi paylaşımın arttırılması yine daha etkin politikaların uygulanmasında önem taşıyabilir.
Kanımca, bölgede belediyenin yapması gereken en önemli şey belediyenin etkinliğini ve görünürlüğünü, yani gündelik hayata dair hizmetlerini arttırmasıdır. Belediyenin etkinliğinin merkezi hükümet politikalarından etkilendiğinin ve yerel yönetimlerin kısıtlarının farkında olarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Agora Basmane’deki sosyal sorunları gidermek konusunda geliştirebileceği pek çok yeni proje olabileceğini düşünüyorum. Belediyenin bölgede görünürlüğünü etkin gündelik pratiklerle ve halka kulak vererek arttırması, göçmenlerin “ihmal edilmişlik” algısını ve çöküntü alanında yaşama duygusunu azaltacaktır. Çok basit pratikler, örneğin: evlerin haşereye karşı ilaçlanması, sabit çöp konteynırlarının yerleştirilmesi, çöp toplama işlemlerinin arttırılması, aydınlatmanın arttırılması vb. müdahaleler göçmenlerin belediye algısının olumlu yönde değişmesine sebep olabilir.
Yanı sıra, kararlara katılım noktasında bölge sakinlerinin samimi şekilde kapsanması çok önemli gözükmekte… Neoliberal kentsel dönüşüm politikalarının bir yansıması olarak yerel yönetimlerin tamamı söylemsel olarak yerel katılımın önemine dikkat çekiyor. Fakat katılım pratiklerinin eleştirel değerlendirmesi çok büyük önem taşıyor. Örneğin bir kentsel dönüşüm uygulamasını tartışmak üzere belediyenin düzenlediği atölyeye bu projeden dolaysız olarak etkilenecek gruplar, çoğunluğu oluşturacak şekilde katılabiliyorlar mı? Katılıyorlarsa, fikirlerini özgürce dile getirebiliyorlar mı? Kimlerle beraber katılıyorlar, kendilerini ifade edecekleri özgür bir ortam var mı? Ya da yerel yönetimsel katılım ağları kentin elitleri üzerinden mi, yoksa samimi bir katılım anlayışı ile mi planlanıyor? Bu sorular çok büyük önem taşıyor.
'BELEDİYENİN AB FONLARI İLE GELİŞTİREBİLECEĞİ PROJELER VAR'
Yine belediyenin AB fonları ile geliştirebileceği projeler var. Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesi “kiracı hakkı” ile ilgili bir proje geliştirse, bu dünyada da örnek teşkil edebilecek bir proje olur. Neoliberal kentsel dönüşüm uygulamaları en çok kiracı haklarını hiçe sayıyor. Kiracılar ile ilgili mikro kredi uygulamaları, evlerin koşullarını iyileştirmeye yönelik ev sahibi-kiracı iletişim ve koordinasyonunu sağlayan projeler, kiracıların ev sahiplerine karşı konumunu güçlendirecek ama aynı zamanda ev sahipleri için evlerin değerini arttıracak uygulamalar yerelde çok büyük fayda sağlayacaktır.
Maalesef neoliberal kentsel politikalar sonucu ortaya çıkan kentsel markalaşma süreçleri, biçimsel kentsel dönüşüm projelerini, sosyal içerikli gerçek sağlıklaştırma projeleri karşısında önceliyor. Sonuç olarak fiziki dönüşüm ve onun yarattığı sosyal sorunlar ikinci plana atılabiliyor. Sosyal hassasiyetten yoksun bir markalaşma süreci yoğun ve hızlı soylulaştıma süreçlerini beraberinde getiriyor ve bu durum, yoksul ve çoğunlukla kiracı olan grupları çok daha dezavantajlı bir duruma sokuyor.