İstanbul Medeniyet Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berdal Aral, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi´nin (BMGK), Filistin´de yaşanan katliam ve işgale karşı üç maymunu oynarken, Arap yönetimlerin ise kendi iktidarlarının menfaati için İsrail karşısında sessiz kaldığını söyledi.
Prof. Dr. Berdal Aral, ABD Başkanı Donald Trump´ın Kudüs´ü İsrail´in başkenti olarak tanıma kararını, kökleri 19. yüzyıla kadar uzanan ve çözümsüz hale gelen Filistin sorununu, yeniden alevlenen İsrail saldırılarını, BMGK ve Arap dünyasının Filistin sorunu karşısındaki duyarsızlığını ve Türkiye´nin Filistin ile ilgili çabalarını AA muhabirine değerlendirdi
Aral´a yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
İsrail, uzun bir süredir abluka altında tuttuğu Gazze´ye zaman zaman kanlı operasyonlar, hava saldırıları düzenliyor, keskin nişancılarla silahsız sivilleri, sağlık görevlilerini, gazetecileri öldürüyor. Son birkaç gün önce ise İsrail ile Hamas arasında Gazze ve çevresinde çok ciddi çatışmalar yaşandı. Gittikçe barıştan uzaklaşılıyor mu?
Aral: İsrail, 2018´in başından bu yana, büyük çoğunluğu silahsız siviller olmak üzere, Gazze´de 200 kadar Filistinliyi katletmiş bulunuyor. Öte yandan, İsrail 11 Kasım´da Gazze´ye ölüm mangaları göndermiş, bu operasyonda aralarında el-Kassam Tugayları komutanının da bulunduğu 7 Filistinliyi şehit etmiş, 7´sini de yaralamıştır. Bunun üzerine, bu operasyondan saatler sonra, Hamas güçleri Gazze sınırına yakın bir bölgede İsrailli askerleri taşıyan bir otobüse füze saldırısında bulundu; bu saldırı içerideki askerlerin otobüsten inmesi sonrasında gerçekleşti.
Saldırıda bir İsrail askeri yaralandı. Bu sınırlı füze saldırısı ile Hamas´ın İsrail´e verdiği mesaj açıktı. "İsteseydik o askerleri otobüsteyken vurabilirdik. Güvenlik güçleriniz bizim menzilimizde. Size çok büyük zayiat verdirecek askeri kapasitemiz var´´ ama biz çatışmadan değil, barış ve huzurdan yanayız. Ne var ki saldırgan İsrail devletinin bu mesajı almak istemediği açıktır. Siyonist devletin muhtemelen en çok korktuğu kavramlardan birisi barıştır.
Nitekim füze saldırısı sonrasında İsrail ordusu Gazze´ye hava saldırıları düzenlemiş, Al-Aksa televizyon kanalı başta olmak üzere bir kısım hedefleri bombalamış, bazı Filistinlileri katletmiş, bazılarını da yaralamıştır. İsrail Filistinlilere "ders vermek" için Gazze´ye yeniden topyekun bir saldırı olasılığını konuşmaya başlandı. Şayet böyle bir girişimde bulunursa, İsrail´in dünyada daha fazla yalnızlaşması mümkün ve muhtemeldir. Ayrıca Gazze´ye yeni bir ölümcül saldırı, Filistin direnişine daha fazla hayatiyet kazandıracak ve belki de Hamas ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki bölünmüşlüğe son verecektir.
ABD Başkanı Donald Trump´ın Kudüs kararı Filistin´de nihai çözüm yollarını tamamen kapattı mı sizce?
Aral: ABD Başkanı Trump´ın bu yıl Mayıs ayında İsrail´deki Amerikan büyükelçiliğini Kudüs´e taşıma kararı, açıkça Filistin sorununu tamamıyla İsrail´in istediği bir çizgide inkar, baskı ve sürgün yoluyla halletmeyi hedeflemektedir. ABD´nin kararı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının ve uluslararası hukuk normlarının tamamıyla yok sayılması anlamına gelmektedir. Bu yaklaşım, hakları onlarca yıldır gasbedilen ve kendi topraklarında ´işgal altında azınlık´ durumuna düşürülmüş olan Filistin halkının kendi geleceğini belirleme hakkının hasıraltı edilmesi demektir.
ABD aslında hiçbir dönemde Filistin halkının sürdürülebilir bir devlete sahip olması için çaba göstermiş değildir. Ne var ki Trump´a dek, ABD, en azından BM Güvenlik Konseyi kararlarına -zahireyi kurtarma kabilinden- zaman zaman atıf yapmaktan geri durmamaktaydı. Trump´la birlikte İsrail-ABD özdeşliği bütünüyle sağlanmış, Filistin sorununun, Filistin halkının kendi geleceğini belirleme hakkını yok sayacak biçimde nihai çözümü yolunda yoğun çabalar içine girilmiştir. Büyükelçiliği Kudüs´e taşıma kararı ve Filistinli mültecilere Amerikan yardımının kesilmesi, bu yönde atılmış adımlar olarak görülmelidir.
İsrail dünyanın gözü önünde Filistin´de zorbalık yapıyor ve dünya sessiz. Neden?
Aral: Çünkü adalet ve hakkaniyetin esaslı değerleri teşkil etmekten uzak olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu küresel tahakküm düzeninde güç sahibi olan aktörler, ulusal çıkar kaygılarını ve küresel düzeyde jeopolitik üstünlük kurma hedeflerini merkeze almıştır. Böyle bir yapı içinde dünya mazlumlarının uluslararası hukuka ve adalete dair beklentileri genelde akim kalmaktadır.
Günümüzde bu küresel tahakküm düzeninin dünya halkları için hiç olmadığı denli şiddete ve zorbalığa, dayatmaya ve zalimane sömürücü bir ekonomi-politik düzene yol açtığı açıkça görülmektedir. Ne yazık ki özellikle Güvenlik Konseyi özelinde, insanlığa barış ve adalet getirmesi beklenen Birleşmiş Milletler sistemi de bu zorba küresel düzenin bir parçası haline gelmiştir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kabul etmiş olduğu 242 sayılı kararla (1967), 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında İsrail´in bu savaşta işgal etmiş olduğu -Filistin´e ait bazı topraklar dahil- topraklardan çekilmesini talep ettiği halde, bugüne dek ne yazık ki bu kararını hayata geçirmek için bu ülkeye yönelik hiçbir zorlayıcı tedbir almamıştır. Ayrıca İsrail´in onlarca yıldır hem Filistin halkını hem de komşu Arap ülkelerini hedef alan bunca savaş, askeri müdahale, hava saldırısı, katliamlar, savaş ve insanlık suçları karşısında, Güvenlik Konseyi, en başta ABD´nin çabaları sonucunda, İsrail zorbalığı karşısında hemen her zaman üç maymunları oynamayı tercih etmiştir.
Uluslararası kamuoyu gibi Arap dünyası da mı Filistin sorunu konusunda üç maymunu oynuyor?
Aral: Arap dünyası, bugün, belki de modern tarihinin en fazla bölünmüş ve savrulmuş döneminde bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu, muhteşem Arap devrimlerine tanıklık eden ´Arap Baharı´na rağmen, ABD öncülüğündeki küresel tahakküm düzeninin başlıca aktörlerinin de verdiği destek sonucunda, kendi halklarını nesneleştiren dayatmacı ve despotik düzenlerini sürdürmeyi başarmışlardır. Arap ülkeleri içinde Arap dünyası içinde bütünleşme çabalarını merkeze alan ve anti-emperyalist bir duruş sergileyebilen ana aktörler ne yazık ki mevcut konjonktür içinde mevcut değildir.
Cuntacı Sisi´nin yönettiği Mısır, ABD ve İsrail´in bölgeye ilişkin çıkarlarını temsil eden ve bu ülkeyi Arap dünyası içinde statükocu bir konuma mahkum eden Camp David düzeninin koruyuculuğunu yapmakta, Suudi Arabistan ise bugün hiç olmadığı denli ABD´nin yörüngesine girmiş bulunmakta ve hatta giderek ´İsrailleşen´ dış politika stratejisi ile başta Birleşik Arap Emirlikleri, yanına bazı Körfez ülkelerini de alarak, bölgede ve Kuzey Afrika´da birçok kirli operasyonlara imza atmaktadır.
Irak, 1990-1991 Körfez Savaşı ve 2003 Amerikan işgali ile gücü budanmış ve tamamen devre dışı bırakılmış bir aktöre dönüştürülmüştür. Suriye´de ise yedi yıldır süren ve yaklaşık bir milyon insanın hayatını kaybettiği korkunç iç savaş ve hususiyetle Esed rejiminin imza atmış olduğu sayısız savaş ve insanlık suçları, yerlerinden edilmiş milyonlarca insan, bu ülkenin güç ve enerjisini tüketmiştir. Yemen ve Libya´da ise nereye gideceği belli olmayan iç savaşlar vardır.
Küçük bir ülke olan Tunus bir yana, genel olarak baskıcı rejimlerce yönetilen Mağrip ülkeleri ise genelde kendi iç sorunları ile meşguldür. İşte Arap dünyasının bu içler acısı durumu, onların Filistin sorununa yönelik bugün gözlediğimiz genel ilgisizliğini de açıklamaktadır. Bu durum Arap Birliği´nin soruna ilişkin olarak İsrail´i zora sokabilecek güçlü kararlar almasını imkansız kılmıştır. Görünen o ki bugün, Arap dünyasının kahir ekseriyeti, ABD ve İsrail´i kızdıracak adımlar atmanın aslında kendi menfaatlerine aykırı olduğunu düşünme noktasına gelmiştir.
O nedenle Filistin´e yakın coğrafi kuşakta yer alan Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün gibi ülkeler, Filistin sorununun İsrail´in istediği biçimde palyatif bir çözüme kavuşmasına pek de itiraz edecek gibi görünmemektedir.
Türkiye, uluslararası arenada Filistin için yeterince çaba gösteriyor mu sizce?
Aral: Türkiye hiç kuşkusuz içinde bulunduğumuz tarih dönemecinde Filistin sorununa en fazla sahip çıkan ülkelerden birisi olmuştur. Bunun temel nedeni, bir yandan, içeride halkın iradesini sandığa yansıtan, özgür bir siyasi düzenin mevcut olması, bir yandan da AK Parti iktidarı döneminde Türkiye´nin hem genel olarak İslam dünyası ile yakın bir irtibat kurması hem de dünya mazlumlarının bir bakıma sözcülüğüne soyunmasıdır.
Bunun ötesinde, Filistin topraklarının yüzlerce yıl Osmanlı hakimiyetinde bulunmuş olması, Türkiye´nin Filistin sorununa ilişkin haklı bir hassasiyet göstermesine yol açmıştır. Bu hususta Türkiye´nin izlemiş olduğu diplomatik stratejinin iki boyutu vardır. Birincisi, İslam dünyası bünyesinde konuya ilişkin kararlı ve etkili bir tutum alınmasını sağlamak. İkincisi, hem Birleşmiş Milletler bünyesinde hem de başka bölgesel ve küresel forumlarda İsrail´in ırkçı, yayılmacı ve saldırgan politikalarının kınanmasını ve reddedilmesini sağlamak.
Bilindiği üzere, Trump yönetimi, Aralık 2017´de ABD´nin Kudüs´ü İsrail´in başkenti olarak tanıdığını ve bir süre sonra bu ülkedeki Amerikan büyükelçiliğini Kudüs´e taşıyacağını tüm dünyaya küstahça ilan etmiştir. Bu karara karşı ciddi bir tepki gösteren Türkiye, BM Genel Kurulu´nun 21 Aralık 2017´de bu karara karşı büyük bir oy çokluğuyla (128 evet´e karşı 9 hayır) açıkça tavır alması sürecinde çok aktif bir tutum almıştır.
ABD´nin İsrail Büyükelçiliği´ni Kudüs´e taşıma kararınından hemen sonra İstanbul´da İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Zirvesi düzenlenmişti. Zirvede alınan kararların somut bir getirisi oldu mu?
Aral: ABD´nin İsrail Büyükelçiliği´ni 14 Mayıs 2018´de Kudüs´e taşıması sonrasında da Türkiye bu adımı şiddetle kınamış ve bununla da yetinmeyerek, dönem başkanı olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı´nı olağanüstü toplantıya çağırarak, bu kararın sertçe kınanmasını sağlamıştır. Teşkilatın kabul etmiş olduğu kararda, büyükelçiliklerini Kudüs´e taşıyacak ülkelere yönelik olarak iktisadi ve siyasi yaptırım kararı alınacağı ifade edilmiştir. Yine, 2018 içinde kabul edilen İsrail´in ırkçı ulus-devlet yasası karşısında Türkiye büyük tepki göstermiş ve konuyu uluslararası platformlara taşımıştır.
Türkiye´nin sürdürülebilir, egemen ve bağımsız bir Filistin devletinden yana olduğu ve bu hedefle çelişen her türden dayatmacı formüllere karşı çıktığı açıktır. Türkiye´nin ve diğer Müslüman ülkelerin Filistin direnişine daha güçlü destek vermeleri gerekmektedir. Türkiye´nin bundan sonraki süreçte odaklanması gereken öncelikli diplomatik stratejilerinden birisi ise hem İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde, hem de (Güvenlik Konseyi´nde veto mekanizması olduğundan) BM Genel Kurulu bünyesinde İsrail´e karşı kapsamlı yaptırım kararlarının alınmasını sağlamak olmalıdır.
İslam İşbirliği Teşkilatı´nın almış olduğu kararın da etkisiyle Kudüs´e taşınan elçilikler sınırlı kalmıştır. Ayrıca BM içinde İslam ülkeleri arasında Filistin sorunu konusunda daha güçlü bir dayanışma oluştu. Son olarak, İsrail´e yakın pozisyon alma eğiliminde olan bazı Müslüman ülkelerin hareket alanı, Teşkilatın, ABD´nin Kudüs kararı konusunda almış olduğu kararlı tutum nedeniyle daralmıştır.
İsrail ile Filistin arasında dönem dönem barış görüşmeleri gerçekleştirilmesine rağmen somut bir adım atılmadı ya da atılan adımların devamı gelmedi. İsrail ile Filistin arasında kalıcı barış olasılığı var mı?
Aral: İsrail tarafı tarihinde hiçbir zaman Filistinlilerle kalıcı bir barış çabasına girmemiştir. Oslo süreci ise bir kandırmacadan ibaret kalmış, bu süreci İsrail uluslararası düzeyde daha fazla meşruiyet kazanmak ve yeni diplomatik kazanımlar elde etmek için kullanmıştır. Üstelik barış süreci kapsamında müzakereler devam ederken, Doğu Kudüs ve Batı Yakası gibi işgal topraklarında yasa dışı Yahudi yerleşimler büyük bir artış göstermiştir.
İsrail Filistin liderliğini ve halkını hedef alan birçok kirli operasyona, devlet terörüne, silahlı saldırganlığa, hava saldırılarına ve rutin olarak vahim ve kapsamlı insan hakları ihlallerine imza atmıştır. Siyonist devlet, ne tek devletli ne de iki devletli çözümden yanadır. Amacı işgal ettiği toprakları tedricen Filistinlilerden arındırmak ve böylece giderek genişleyen sınırları içinde Yahudilerin mutlak çoğunluğunu güvence altına almaktır.