POST-MODERN DÜNYADA MU´AMELAT: BİR ÇOĞULCULUK TESTİ

M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU´nun 18 Mart 2018 tarihli köşe yazısı...

POST-MODERN DÜNYADA MU´AMELAT: BİR ÇOĞULCULUK TESTİ

"Dindarlar"ın "nasıl yaşayacakları" inanç sistemlerinin temel tartışma konularından birisidir. Modernlik sonrası gerçekliğinin karmaşıklığı, sekülerleşme ve dinî otoritenin parçalanması konuyu daha da çetrefil hale getirmiştir.
Modernlik sonrasında sadece dinlerin özü sorgulanmamış, dindarların yeni gerçekliğe nasıl uyum gösterecekleri de tartışılmıştır. Bu alanda on dokuzuncu asrın ilerleyen yıllarında yaygın kabul gören iki beklenti de gerçekleşmemiştir.
Dinler özlerine yönelik "bilimcilik" temelli eleştirilere cevap verebilmişler ve Jean-Marie Guyau´nun öngördüğü tarzda, "örgütlenmiş din"in ortadan kalktığı, inancın "felsefî ve bireysel" düzeye indirgendiği bir dünya ortaya çıkmadığı gibi varsayılanın tersine yirminci asrın son dönemlerinde "dindarlık" yükselişe geçmiştir.
Bunun yanı sıra modernlik ile bağdaştırılamayacağı düşünülen "dindarlık" tekil "modernlik" dayatmasına direnmiş ve zikredilen beklentinin tasavvur ettiği ile taban tabana zıt bir gerçekliğin şekillenmesine neden olmuştur. Post-modern dünya, "dindarlar"ın uzlet ve itikâfa yönelmek yerine "yaşam tarzlarını" yeniliklerle bağdaştırdıkları bir toplum olmuştur.

Gelenek ve Modernlik 
Süreç içinde Hıristiyan dünyasında "Lamentabili sane exitu" ve "Pascendi dominici gregis" benzeri Vatikan belgelerinin "modernlik"e yalın kılıç saldıranyaklaşımından onu gelenek ile bağdaştıran noktaya gelinmiştir. Benzer şekilde Müslümanların şapka giymelerinin dinden çıkma amacını taşımadığı müddetçe "teşebbüh" sınıflamasına sokulamayacağı, onların Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından kesilen hayvanların etlerini yiyebilecekleri yorumunu yapan Transvaal fetvası (1903) sonrasında "Allah´ın emirlerini inkâr ettiği" ileri sürülerek yarı çıplak bir Avrupalı kadının beline sarılmış, ayağına köpek sürünen şekilde karikatürize edilen Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh´un Reşid Rıza tarafından sürdürülen yenilikçiliği ilerleyen yıllarda yaygın kabûl görmeye başlamıştır.
Bu, "mu´amelât" alanında değişime karşı çıkanların sahneden çekildiği anlamına gelmez. Günümüzde Abduh ve takipçilerini "tekfir eden" ulemâ varolduğu gibi X. Pius´un modernlik karşıtı "haçlı seferi"ni sahiplenen Fraternitas Sacerdotalis Sancti Pii X benzeri örgütlenmeler de hatırı sayılır taraftar toplayabilmektedir. Yahudileri "geleneğe uygun yaşatma" amacıyla her türlü yenilikçi yoruma karşı çıkan Haham Yosef Şalom Elyaşiv altı sene önce son yolculuğuna çeyrek milyon kişi tarafından uğurlanmıştır.
Bu örneklerin de ortaya koyduğu gibi "din"in yorumlanması, "dindarlar"ın mu´amelât alanında yönlendirilmesi post-modern toplumun önemli tartışma alanlarından birisini oluşturmaktadır. Bu konuda en ortodoks yaklaşımlardan en liberal görüşlere uzanan yelpazede yorumlar dile getirilebilmekte, bunların savunucuları da "sadece kendi yaklaşımlarının" dine uygun olduğunu savunmaktadır. Bunların çoğulculuk testleri sunduğu şüphesizdir.

Çoğulculuk testleri 
Bu alandaki ilk test "dindar olmayanlar"ın mu´amelâta ilişkin her türlü dinî yorumun "çağdışı" olma ve seküler yaşama tehdit oluşturma gerekçeleriyle "yasaklanması" taleplerine ilişkindir. Laikliğin, değişimi reddeden görüşler başta olmak üzere, tüm "dinî yorumlar"ın yasaklanmasını gerekli kıldığı tezi aşılmasıgereken ilk engeldir. "Tekil modernlik" varsayımıyla savunulan bu "yasakçılık" post-modern gerçeklikle çelişmesinin yanı sıra özgürlükçü bir toplumun kabul edemeyeceği bir taleptir. Laik devlet "dinî yorumu yasaklayan" değil "dinî yorumlar arasında tercih yapmayan" bir yapılanmadır. Çoğulcu bir toplumda "dindar olmayanlar" dindarların mu´amelâta ilişkin hassasiyetlerini paylaşmasalar da onlara saygı göstermek zorundadır.
İkinci imtihanımız ise "tekçi, tartışılmaz, herkesin uyması zorunlu yorum" beklenti ve taleplerinin cevaplandırılması konusundadır.
Müslümanlar ya da diğer inanç sahiplerinin "yaşam biçimleri" üzerine "yorum"lar çoğulcu bir ortamda dile getirilmeli ve devlet indinde eşit muamele görmelidir.
Bu alanda "otorite" tartışma dışında kalmalıdır. Örneğin, fıkhî yorum ve re´yde bulunmanın gerektirdiği vasıflara haiz olma da bu alanda değişiklik yaratmamalıdır. Katılınmayan yorum sahiplerinin iftâ faaliyeti icra edecek nitelikleri ne ölçüde taşıdıkları ilmî bir tartışmadır; laik bir devletin bunları bu nedenle "yasaklaması" mümkün değildir.
Burada "yetkili otorite" belirleyerek ona "kesin yorum yapma" salâhiyeti vermenin de ciddî bir çoğulculuk ve vicdan hürriyeti sorunu yaratacağı gözden uzak tutulmamalıdır.
Çoğulcu ve laik bir toplumda "nihaî yorum"u yapacak kurum/ otorite bulunmamalı, çoğunluğun müfrit ve anlamsız olduğunu düşündüğü görüşlerin dile getirilmesine de bunlar özgürlükleri tehdit etmediği sürece izin verilmelidir. Bunların "anlamsız" olduğunu düşünmek "yasaklama" ya da "yorum tekeli" oluşturulmasına gerekçe teşkil etmemelidir.
Böylesi bir yorum tekelinin İslâmî açıdan da sorunlu olduğunu vurgulamak gereklidir. İslâmiyet "mu´amelât" konusunda farklı yorumların dile getirilmesi konusunda katı hiyerarşik yapılara sahip inanç sistemlerine nazaran daha çoğulcu geleneklere sahiptir ve bu konuda bir ölçüde Yahudilik ile benzerlik gösterir.
Bu inanç sistemlerinde "fetva" ve "responsa" uygulamaları asırlardır farklı görüşlerin dile getirilmesini mümkün kılmıştır. Günümüzde değişik "Hahama Sor" sitelerine yöneltilen sorulara verilen cevaplar incelendiğinde "gelenek"in çelişen yorumlarının yapılabildiği kolaylıkla görülebilir.
İslâmî açıdan da "fetva" bir "kazaî karar" değil bağlayıcılığı olmayan "istişârî bilgilendirme"dir. Fetvayı veren (müftü) tüm Müslümanlar bir yana fetvayı talep eden ve alanı (müsteftî) dahi yorumuyla amel etme konusunda zorlama hakkına sahip değildir.
Bu dile getirilirken laik bir toplumda söz konusu tartışmanın bir "otorite" sorunu olmadığı tekrarlanmalıdır. İslâmiyetin tersine katı hiyerarşik karar alma mekanizmaları ile dinî yorum tekeli oluşturan inanç sistemlerinin ruhanî liderliklerinin tartışılmaz "otoritesi" de onlara Türkiye´deki mensuplarına yönelik zorlama yetkisi bahşetmez.
Bu çerçevede değerlendirildiğinde laiklik, "ifade" ve "vicdan" özgürlükleri ile çoğulculuk konularında testlerden geçmekte olduğumuz ortadadır.
Dinî yorum yapmanın laikliğe aykırı olmadığı, onların "dinî atıfları" nedeniye yasaklanamayacağını kabûl etmemiz ilk sınavda başarılı olmamızı sağlayacaktır.
Çağa uyumsuz ya da hatalı olduğunu düşündüğümüz "yorum"ların dile getirilmesine özgürlükleri tehdit etmedikleri müddetçe müsaade etmemiz ise özgürlük ve çoğulculuk testlerinden geçmemizi temin edecektir.