Popülizm son dönemlerin en çok kullanılan en popüler siyasi terminolojilerinden biri. Kutlu Kağan Dalkılıç, aslında demokrasi ile var olan bu kavramın modern politik arenada neye tekabul ettiğine dair ayrıntılı bir analiz yapıyor.
Demokrasi bugüne kadar yaşanan süreçte hiç şüphesiz insanlık tarihinin en önemli kazanımlarından birisidir. Her yönetim sistemi gibi elbette demokrasinin de avantaj ve dezavantajları vardır.
?Popülizm? kimi durumlarda avantaja kimi durumlarda ise dezavantaja dönüşebilen; nihayetinde ise demokrasinin bir parçası, hatta mütemmim cüzlerinden biridir. Popülizmin avantaj mı dezavantaj mı, imkân mı sınır mı olduğu tartışılabilir. Ancak bu kavramın demokrasi ve siyaset biçimini doğrudan etkilediği de açıktır.
Popülizm demokrasi ile var olagelmiş bir kavram, ancak kökleri çok eskilere dayanıyor. Demokrasi içerisinde en geniş tanımı ?siyasi üslûp biçimi? olarak tanımlansa da, tam olarak böyle olduğu söylenemez. Çünkü yer yer bunu kendi içerisinde aşan bir kavram. Kavramın yaygın kullanılış biçimi, daha çok anayasal kural tanımazlık, politik menfaat için yasalardan ve temel demokratik ilkelerden taviz vermek gibi bir manayı çağrıştırıyor. Anlaşılan o ki kavram, ilkeleri değil de siyasilerin inanmadıkları şeyleri söyleme, halka hoş görünme kaygısını çağrıştırıyor. Bu, hem iyi hem de kötü bir durum. İyi, çünkü halkı dikkate alıyor; kötü, çünkü halkı kazanmak için ilkelerden ödün veriyor. Avantaj ve dezavantaj derken anlatmaya çalıştığımız husus bu.
Bir başka yönü ise siyasi üsluptan doğmasına rağmen demokrasinin sıfatlarını da doğrudan etkiliyor olmasıdır. Liberal demokrasiden söz ederken popülizmin kural tanımazlığı ile teorik olarak mümkün olmasa da kendinizi bir anda otoriter bir demokrasi içerisinde bulabiliyorsunuz. Liberallik ve özgürlük birer sıfat olarak kabul edilirse; demokrasiyi sıfatlarından bağımsız düşünmek mümkün olmadığından popülizmi bu sıfatları vahşice yiyen bir canavara benzetmek yanlış olmasa gerek.
?Populus? ve ?Demos? köken olarak aynı anlamı karşılıyor: ?halk?. Demos antik Yunan´da aristokratlara karşı orta sınıfın siyasi egemenlik arayışının sembolü bir anlamda. Yani tarihsel süreçte bir meşruiyet temeli var. Populus ise seçkin siyasi tabakalara karşı çoğunluğun arzularını siyasete taşımak anlamına evriliyor. Hatta demokrasi içerisinde çoğunluğun etkin temsilini sağlayan bir siyasi yolculuğun ilk anahtarı, böyle de denilebilir.
Populus kavramının son şekliyle geldiği popülizm belirli iki ana özelliğe sahip. Anti elitizim ve anti pluralizm olarak ifade edilen ve daha çok seçkincilik ve çoğulculuk karşıtlığı olarak özetlenen kavram, bu iki temel dinamikten besleniyor. Siyasi elitler tarafından ezilmiş çoğunluğu etrafında toplayan bir lider, bu sosyal tabandan aldığı meşruiyetle kaybedilmiş hakları meşru bir zeminde pekâlâ kazanabilir. Ve demokrasi bu anlamda şiddet kullanmadan, kaybedilmiş hakların kazanımındaki en etkin araçlardan bir hâline getirilebilir. Belli başlı bir lider etrafında toplanan, siyasi elitler tarafından ezilmiş çoğunluğun, siyasi ve toplumsal haklarının demokrasi içerisinde geri kazanılmasını hedeflediğini söyleyebiliriz.
Bu durum aslında bir meşruiyet krizine işaret ediyor. Siyasi egemen gücün çoğunluğun meşruiyetini yıllarca örselemesi sebebiyle toplumsal çoğunluk bir siyasi meşruiyet kavgasına çıkıyor. Kendisine de düşmanla yani siyasi elitlerle mücadele edebilecek bir lider ya da üçüncü dünya ülke demokrasilerinde rastlanan adeta bir ?modern mesih?seçerek, bu kavganın toplumsal seçkinleri yok etmek pahasına sonuca ulaşmasını arzuluyor.
Popülizmin yani halk çoğunluğunun sesi olan popülist lider de elbette seçkinlere karşı bir kültürle besleniyor. Zira tabanını yani kendisine inanmış toplumsal çoğunluğu böylece konsolide ederken bir yandan da demokrasinin, toplumun, devletin asıl sahiplerinin kendileri olduğunu hatırlatıyor. Ötekileştirerek toplumu yaran liderler, karşıtlarının siyasi ve ekonomik olarak tüm niteliklerini elinden almayı görev kabul ediyor. Bu durum aslında demokrasinin temel nitelikleri olan eşit temsil, eşit fırsat ve eşit haysiyet hakkını; çoğunluğun arzuları ve uzun süren kayıplarını geri kazanmak pahasına yok edebiliyor. Demokrasi çoğulculuk vasfını kaybederken çoğunluğun demokrasisi haline dönüşüyor, bu durum azınlıkta kalan kitlenin demokratik hakları noktasında ayrı bir meşruiyet krizine kapı aralıyor.
İşte bütün bu söylenenler aslında seçimle iş başına gelen anti demokratik yapıların ya da yetersiz demokrasilerin zaaflarını da ortaya koyuyor.
Demokrasinin geri kalmış ve eğitimsiz toplumlarda nasıl bir faciaya dönüşebileceğini önce siyasi elitizimle fark ediyoruz. Dünyanın ve mevcut medeniyetin fersah fersah gerisinde kalmış bir toplum, siyasi bir elitizimle kendisini ve modelini güncelleme çabasına giriyor. Modernleşme serüveni olarak adlandırılabileceğimiz bu talep toplumsal bir refleksle oluşmayınca, askeri ya da bürokratik kadrolar eliyle bir takım devrimlerle icra ediliyor. Yani bu duruma mecbur kalınıyor. İşte siyasi elitizmin çıkmazı burada başlıyor. Siyasi elitizmin yarattığı toplumsal baskı ve uyumsuzluk, niyet ne kadar ?halka rağmen halk için? anlayışıyla ortaya konsa da bir toplumsal travmaya dönüşüyor. Demokrasi kazanımsal süreçlerle değil de lütufkâr hadiselerle elde edilince bu travmalar sürecin içerisinden bir popülizm doğuruyor.
İşte yetersiz demokrasinin diğer bir zaafı da yine burada yatıyor. Eğitimsiz ve kendi kendine ?doğruyu? bulmaktan noksan toplumlarda ortaya çıkan popülizm; W. Müller´inifadesiyle ?ötekileştirici ve çoğulculuk? karşıtı bir yıkıcı makinaya dönüşebiliyor. Üstelik siyasi elitizimden devraldığı mevcut demokrasiyi özgürlükler, eğitim, hukuk ve temel haklar noktasında bir adım ileri taşıyamadan, tarihe toplumsal çatışmalarla anılarak geçiyor. Ve daha acısı demokrasi içerisinde halkın arzuları zaman zaman pusulada yanlış yönü gösterince demokrasiyi ?demos? yani halk eliyle yok etmek bile mümkün olabiliyor.
Popülizmin ve popülist liderlerin, Leslie Lipson deyişiyle tanımlanışı bir başka açıdan şu olsa gerek: ?insanlar ikiye ayrılır; insanları ikiye ayıranlar ve ayırmayanlar?.Demokrasi ise kazanımları itibariyle bütüncül bir yapıdır ve ikiye ayrılmalardan beslenen popülizmi var oluşu gereği kabul etmeyecektir. C. Schimitt, bu ikiye ayrımlardan yaratılan iç düşmanın bir toplumda iç savaş çıkartabilecek kadar güçlü olduğunu yazıyor, üstelik popülistlere bir de önerisi var; düşmanı içeride değil dışarıda arayın diyor.
Sonuç olarak, siyasi elitizmin karşıt potansiyelinin kinetiğe evrilmiş hali olan siyasi popülizm; zannedersem bir ?demokrasi sorunu? ya da ?yetersiz demokrasi zaafı? olarak tanımlanmaya daha yakındır. Ancak yaşanan tüm bu travmaların üstesinden gelebilmiş ve eğitim düzeyi olarak yetkin bir düzeye ulaşmış toplumlar popülizmin yarattığı meşruiyet krizini aşabilir. Aksi takdirde demokrasi kendi kendini imha bile edebilir, üstelik basit bir ?siyasi üslup sorunu? olarak tartışılan, ancak bunun çok daha ötesini ifade eden popülizm ile bunu ne yazık ki yaşamak mümkün.