Öncelikle, siyasal konulara ilişkin pozisyonların, tartışılan konunun özüne, içeriğine ve ortaya çıkaracağı olumlu sonuçlardan ziyade siyasal karşıtlığa göre belirlenmesinin, ülkedeki siyasi elitin genel bir problemi olduğunu vurgulamakta yarar var. Öyle ki, konuların tartışılmasını dahi sorun görenler var. PKK’nın silah bırakmasına ilişkin girişim konusunda da aynı tutum sergileniyor. Karşıtlar, orta yolcular, düşünsel ‘tatile’ çıkanlar, parti ‘disiplini’nden ayrılamayanlar ve ihtiyatlı bekleyiş ekolu gibi farklı tutumlardan bahsetmek mümkün. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarıyla birlikte, ihtiyatlı bekleyiş ekolunun pozisyon değiştireceği söylenebilir. Ancak uzun zamandır, politik konularda görüş açıklamamayı ve siyasal tartışmaya girmemeyi ‘ilke’ edinmiş kimi isimlerin nasıl bir tutum alacağını kestirmek ise zor. Özellikle AK Parti kadrolarının pozisyonu, Cumhurbaşkanı’nın konuya ilişkin iradesinin tahkim edilmesi için önemli.
Soğuk Savaş Defterini Kapatma
Türkiye, Soğuk Savaş dinamiği ve tutumundan en fazla etkilenen ülkelerden birisi. Bu dinamik, siyaseti, sivil toplumu, demokratik işleyişi, ekonomiyi, kalkınmayı ve inançları dahi etkiledi. Milletin iyiliğine olan ve yapılması gerekenler, bu yaklaşım üzerinden mahkûm edildi veya ötelendi. Sağ-sol çatışmaları, katliamlar, terör örgütlerinin faaliyetleri, siyasal ve mezhebî kutuplaşmaların tümü bu dinamiğin ürünü. Bahsettiğimiz Soğuk Savaş dinamiğinin işlemesi için en basit ve en kullanışlı yöntem ise “korkutma”. Korkuyu yayacak örgütler meydana salındı. Daha kötüsü ise korkuyu halka yansıtacak ‘siyasi partilere’, ‘STK’lara, ‘medyaya’, ‘yazarlara’ ve ‘akademisyenlere’ dahi alan açıldı. Elbirliğiyle milletin teyakkuzda kalması için olağanüstü dönemler yaşatıldı ve normalleşme sürekli olarak ötelendi.
Şu gayet açık, kim ortaya çıkıp “şu olursa şu olacak” türü korku üretici cümleler kuruyorsa, üretilmiş komplo teorileri üzerinden milleti tehdit ediyorsa bilin ki Soğuk Savaş elemanıdır ve Gladio artığıdır. Etrafımızda olup-bitenler buna göre izlendiğinde, her şeyin netleştiği görülür. Bunu yapanın ideolojik pozisyonunun, etnisitesinin, dininin veya mezhebinin hiçbir anlamı yoktur. Tek bir olumlu cümle kurmayan, milletin hayrına pozisyon almayan, sürekli korku pompalayan herkes, bu düzeneğin değirmenine su taşıyan aparatlardır. Her şeyi konuşabiliriz. Ama her şeyi konuşmanın ilk yolu korkutucuların tasfiye olacağı bir siyasal iklimi oluşturmak ve normalleşmeye izin vermektir. Bu ise Soğuk Savaş dinamiğini, tüm unsurlarıyla, ortadan kaldırmakla mümkün olur.
Üzerinde durmamız gereken ana konu, Soğuk Savaş’tan kalma bütün devlet yapıları, aktörler, ideolojiler, örgütler, sorunlar ve hatta çözüm biçimlerinin artık hükümsüz olduğudur. Bakın, bu düzeneğin asıl sahipleri olan ABD, Rusya ve Avrupa devletleri dahi pozisyonlarını değiştirdiler ve şu an bambaşka pozisyonlara sahipler. Aktif asimetrik savaş yürüten İran ve aparatları dahi bölgemizden çekildi ve çekilmeye devam da edecekler. İran’ın üretip ortaya saldığı milis unsurlar dönemi kapanacak. Para gücüyle, Ortadoğu’yu ve çevreyi tasarlamaya heveslenen ülkeler pozisyonlarını güncelliyor.
Bu koşullarda, 60’ların, 80’lerin, 90’ların, 2000’lerin dili, üslubu, ideolojisi, talepleri ve ilişki ağlarıyla varlığı sürdürme imkânı yok. Buna, devletin kendisi ve kurumları da dahil. Herkes normal demokratik bir işleyiş için dönüşmek, değişmek, yeni koşullara uyum sağlamak zorunda. Devleti yöneten hükümetin, PKK’nın terör faaliyetlerini bitirme amacıyla başlattığı çözüm süreci ve yeni girişim, devletin demokratik dönüşümü için atılmış adımlardır. Çözüm süreci, örgüt için fraksiyon çatışmaları ve örgüt yönetimini kontrol eden istihbarat örgütlerinin etkisi nedeniyle olumlu sonuçlanmamıştı. Dolayısıyla, ülkenin demokrasi açığı, Soğuk Savaş anlayışını sürdürmek isteyen yaklaşımın ürettiği eksikliklerdir ve mazeret olarak sunulan silahın/şiddetin devreden çıkmasıyla aşılacak bir konudur. Bu bağlamda, PKK ve bağlaşık örgütlerinin de artık oldukları halleriyle varlıklarını sürdürmelerinin zemini kalmamıştır. Şiddet ve terörde ısrar etmek, küresel güçlerin, istihbarat örgütlerinin ve askerî endüstriyel çevrelerin kullanışlı elemanı olmanın ötesine geçmiyor. Bunda ısrar, Kürtlere ve bütün Ortadoğu halklarına düşmanlık etmektir.
Öcalan’ın Çağrısı
Öncelikle şunu ifade edelim, Öcalan’ın çağrısı, PKK’ya dönük bir çağrıdır. Bu anlamıyla konu, örgütün silah bırakması ve bunu da örgüt kurucusunun iradesiyle yapmasıdır. Dolayısıyla konuyu başka başlıklarla gölgelemek doğru değildir. Elbette konuşulacak, tartışılacak ve çözüm aranacak çok konu olduğu açık. Ama konu, bir öncelikler meselesidir. Bu bağlamda, Öcalan’ın çağrısının, PKK’nın şiddetten vazgeçtiğinin, silahı bıraktığının ve sivil siyasete döneceğinin ilanı olacağı beklenmektedir. Aslında bu durumu, “Kürt meselesi ile PKK faaliyetlerinin birbirinden ayrıştırılması” olarak değerlendirmiştik. Dolayısıyla bunun dışındaki açıklamaların, mevcut düzeneğin devam etmesi anlamına geleceğini hepimiz biliyoruz.
Böylesi bir çağrıda bulunmanın ve çağrıya olumlu cevap vermenin zor olduğunun farkındayım. Ancak asıl iş, çağrının olumlu karşılanmasından sonra başlayacaktır. Çağrının karşılık bulmasından sonra oluşacak siyasal iklim, demokratikleşme ve tüm vatandaşlar için devletin demokratik dönüşümünü hayata geçirme imkânı sağlayacaktır. Bu noktada doğru olan ise topyekûn bir demokratikleşme adımı atmak, tüm vatandaşların taleplerinin karşılık bulacağı bir demokrasi perspektifini hayata geçirmek. Siyasal normalleşme sağlandığında, silah/şiddet ve engelleyici gerekçeler aradan çıktığında çözülemeyecek sorunumuz olmadığı açık.
Silah bırakmanın öncelikli olmasının iki temel gerekçesi var. İlki, “Kürtlerin hakları örgütle pazarlık konusu ediliyor” türü değerlendirmelerin ve algının önüne geçmek. Demokratik perspektife sahip olan herkes iyi bilir ki bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanların hakları kutsaldır, devlet tarafından güvenceye alınmak zorundadır, bu haklar pazarlık konusu değildir ve oylama konusu da yapılamaz. Hiç kimse veya hiçbir örgüt bir kitle adına konuşamaz ve haklarını pazarlık meselesi yapamaz. Bu çerçeveden bakıldığında, bir meseleyi çözerken, yeni bir mesele çıkartmak doğru olmaz. Dolayısıyla Kürtlerin sahibi gibi konuşma tekeli kimseye ait değildir. Bu nedenle haklar konusunda sorumluluk devlette ve TBMM’dedir. İkincisi ise genel kamuoyunda, Kürtler ile PKK’yı aynı kefeye koyan ve Kürtleri örgütle ilişkili göstermeye yönelik toptancı yaklaşımların önüne geçmek.
Silah Bırakma Örnekleri
Dünya genelinde var olan Soğuk Savaş örgütlerinin büyük kısmı, ilgili devletlerle bir noktada anlaştı ve silah bıraktı. Bunun temel gerekçesi ise örgütlerin silah bırakmasının normal ve sağlıklı bir demokratik sürecin işlemesinin ön koşulu olması. Demokratik sürecin işlemesinin en doğal çıktısı ise toplumsal, bireysel taleplerin daha özgür, rahat bir biçimde konuşulabilmesi. İrlanda, İspanya, Kolombiya gibi ülkeler, silah bırakma ve sivil siyaset yapmaya ilişkin iyi örneklerdir. Özellikle Kolombiya, farklı tarihlerde ve farklı örgütlerle görüşmeler yapmış ve sonuç almış olması açısından dikkate alınabilir. Onlarca terör örgütünün, silah bırakma ve siyaset yapma denklemi üzerinden siyasete dahil olması kıymetlidir. M-19, FARC, ELN, AUC, EPL, MOEC, CGSB, ERP gibi örgütler Kolombiya’da faaliyet gösteren örgütlerdi. Şu an bu örgütlerin hepsi silahı bırakmış ve siyaset yapmaktadır.