Kamuoyu, son aylarda Kuzey Irak’a yönelik Türkiye’nin daha bir artan askeri hareketliliğini çok genel bir tablo içinde takip ettiği için Gara’da özel dizayn edilmiş bir mağaradan gelen acı haberle doğal olarak dehşetli bir infial yaşadı. “Kartal-Pençe” adıyla bir süredir devam eden ve 75 kilometre derinliği, 25 kilometre genişliği kapsayan askeri harekât birkaç açıdan kritik önemi haizdi.
Harekâtı kritik kılan sebeplerin en sonuncusundan başlayalım: PKK tarafından değişik zamanlarda kaçırılıp alıkonulan asker, polis ve sivil 13 vatandaşın kurtarılması bu harekâtın en önemli parçalarından biriydi. Ancak PKK son derece sarp yamaçlardaki mağaralardan birine inşa ettiği ve hem karargâh hem de hapishane olarak kullandığı gizli bir üste değişik zamanlarda kaçırıp rehin olarak tutuğu 13 insanı katletti. Yıpratma, güç gösterisi yapma, pazarlık imkânı olarak elde tutma gibi hiçbir seçenek elde kalmadığı için yakın mesafeden kafalarına ateş ederek katletti elbette. Uzun yıllar boyunca tecrübe edildiği üzere PKK gibi örgütlerin katliama girişmek için makul bir sebep bulmasına ve sunmasına da gerek yok ayrıca.
Asker, polis ve sivil 17 vatandaşımızın sağ salim kurtarılması neden mümkün olmadı? PKK’nın böylesi bir toplu infaza girişebileceği hesap edilemedi mi? İhmal mi var, hesap hatası mı yapıldı? Bu türden soruları Meclis’te, medyada veya sokakta sormak normal hatta zaruridir. Çünkü 13 insanın kaçırılmasını ve uzun bir dönem en zorlu şartlarda rehin tutulmasını engelleyememiş devletin katliamın önüne de geçememiş olması her boyutta soruşturulmayı hak eder. Ancak bu talebi PKK’nın yayın organları tarafından yükseltilen ve kara-propaganda mahiyeti taşıyan söylemlere dayanarak yükseltmek ahlaki ve hukuki açıdan büyük bir cürümdür. Hükümet ve bürokrasinin her dediğine sorgulamadan inanmak durumunda değiliz. Fakat iktidara muhalefet adı altında cinayet şebekelerinin imal edip piyasaya sürdüğü psikolojik savaş argümanlarına paydaş bir pozisyon alarak bütün meşru zeminlerin hızla tüketileceği de aşikârdır.
PKK’nın kaçırıp rehin tuttuğu ve nihayet kalleşçe infaz ettiği 13 kardeşimiz için süreç bütün boyutlarıyla kamuoyuna izah edecek bir süreç öncelikle toplumun acılarını sağaltıp duyguları için sekinet verecektir. İlaveten kara-propaganda mahiyetindeki argümanları ve sahiplerini de tümden rezil edecektir.
Kuzey Irak’ta Türkiye’nin ne işi var sorusu toplumun geniş kesimi için artık bir anlam taşımıyor. Lakin meselenin Kandil’deki bilindik kampları aşan bir mahiyete, Irak ve Suriye’nin Kuzey bölgelerinde inşa edilen ikmal ve lojistik hatlarını imha etmeye matuf stratejik düzeyi çok yüksek askeri-diplomatik ve istihbari operasyonları ihtiva ettiğini tekraren vurgulamak icap ediyor. Amerika tarafından PKK’nın infazlarına yapılan şartlı kınama resmi açıklamalara duyulan basit bir şüpheden ileri gelmiyor tabii ki. PKK-PYD açısından Irak-Suriye sınır hattını daha müstahkem ve güvenilir kılmak adına Amerika tarafından kimin, ne düzeyde ve hangi araçlarla teçhiz edildiği az çok tespit edilebiliyor. Türkiye’nin Gara bölgesine yönelik harekâtı başlattığı andan itibaren İran ve başta Haşdi Şaabi olmak üzere Irak’ta İran hesabına çalışan bütün örgütlerin Sincar bölgesine askeri birlikler kaydırdığı da PKK’yı koruyup kollayan açıklamalar yaptığı da gözlerden kaçmıyor elbette.
Türkiye açısından öncelikli meselelerden birisi de Erbil ve Bağdat’ı bu süreçte Amerika ve İran nüfuzundan olabildiğince uzaklaştıracak sağlam diplomatik, ticari ve askeri ilişkiler kurabilmesidir. PKK-PYD bu bağlamda Türkiye’ye karşı her türlü operasyonel eylem için en elverişli örgüt olduğu gibi bu örgütün hamisi olmak için sadece Amerika ve Rusya değil Avrupa’dan İran ve BAE’ye kadar bütün “komşu, dost ve müttefik” ülkeler yarış yapmaktadır. Bu bağlamda 40 yıla ulaşan PKK problemi önümüzdeki uzun bir dönemde de problem olmaya devam edecektir.
Şimdi hedef Türkiye’de eylem yeteneği iyice budanan örgütün Irak ve Suriye’de de eylem yeteneğini tümden budayıp bölge açısından tehdit olmaktan çıkarabilmektir. Bunun için askeri sahada güçlü ve sonuç alıcı adımlar atılıyor. Siyasal ve toplumsal zeminde söylemlere ve sembollere ilişkin yanlış adımlar atmaktan özenle imtina edilirse Türkiye’nin önünü kesemezler. Fakat burada panik halinde, hamaseti ve düşmanlığı kışkırtan milliyetçi-ulusalcı politikalara hiçbir surette tevessül etmemek icap ediyor. Sahada kazanıp masada, askeri alanda kazanıp psikolojik ve toplumsal alanda kaybettirecek bütün teamül, söylem ve ilişki biçimlerini gündemden çıkarmak en büyük ve en güçlü silah olacaktır.
Unutmayalım ki bir milliyetçilik diğer milliyetçiliği, bir mezhepçilik de diğer mezhepçiliği besleyip büyütüyor ve meşruiyet kazandırıyor sadece. Çözüm hukuk devleti ve kardeşlik toplumu istikametinde sabır, sebat ve cesaretle yürüyebilenlerin olacak.