Barış Pınarı Harekatı’nın bir kere daha gösterdiği eski konu başlıkları var karşımızda. Bunlardan biri, küresel güçlerin ve bölge ülkelerinin, adeta “minyatür Ortadoğu” özelliği taşıyan Suriye’deki çıkar hesaplarının ve buna bağlı ittifak ilişkilerinin karmaşık tabiatı, hatta öngörülemezliği… Hangi taşın altından hangi aktörün çıkacağının belli olmayışı… Sabah vakti yapılan anlaşmaların akşama doğru bozulabilmesi; gün içinde problemsiz görünen işbirliği ilişkilerinin ertesi gün çok başka ittifaklara dönüşebilmesi…
İkinci konu, sahadaki aktörlerinin neredeyse her birinin aslında bir başka aktörün “avatarı” olduğu gerçeği… 2011’de Suriye İç Savaşı yeni başladığında “vekalet savaşı” diye tanımladığımız bu durum aradan bunca zaman geçtiği halde değişmedi.
Üçüncü konu başlığı Suriye meselesinin kendi özgül anlamı dışında Türkiye’nin teröre karşı mücadelesiyle de iç içe geçmiş olması… Bu konuyla bağlantılı olarak ise kamu diplomasisi mekanizmalarının dış dünyayı değil, daha çok iç kamuoyunu hedef almasının doğurduğu -veya büyüttüğü- problemler var.
Elbette, bütün bu konu başlıklarının hepsinin birbiriyle ilişkisi ve etkileşimi olduğunu söylemeye bile gerek yok. Bahsedilen problemlerin ortadan kaldırılması da tümüyle bizim elimizde olan bir husus değil. Ancak kamu diplomasisi sahasındaki problem için aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Yani, sınırlarımızın hemen yanı başında bulunan terör mevzilerine yönelik olarak gerçekleştirdiğimiz askerî harekât konusunda dünyadaki olumsuz algıyı ve aleyhtarlığı ortadan kaldırmak mümkün mü?
***
Bu sorulara cevap aramak zorundayız. Çünkü Türkiye’nin yaklaşık kırk yıldan bu yana teröre karşı yürüttüğü mücadelenin meşruiyetini ve haklılığını dünyaya kabul ettirmede zorluklarla karşılaşması bizatihi terör kadar ciddi bir problem.
Bu problemi yalnızca kamuoylarının algı konusu olarak görmek ve işin siyasi hesaplar boyutunu hesaba katmamak yanlış olur tabii. Ne var ki kamuoyu algısı kimi zaman bazı siyasi hesapların gerçekleşme imkanını bile etkileyebiliyor. Dolayısıyla bu sahada yapılması gerekenleri -ve yapılmaması gerekenleri- konuşup tartışmakta fayda var.
PKK’nın propaganda kabiliyeti bilinen bir husus. Zaten terör örgütlerinin ana amacı propagandadır. Haddizatında bizim “terör” dediğimiz şeye de onlar “silahlı propaganda” diyorlar.
Diğer yandan, böylesi yalanlara inanmaya hazır bir kitlenin de her zaman mevcut olduğu malum. Hem dünyada hem de kendi kamuoyumuzda özellikle insan hakları ve etnik kimlikler konusuna duyarlı olan liberal çevreler ve her türlü ayrılıkçılığa sempati duyan sol gruplar üzerinde etkili olan propagandanın gerçekleri eğip bükmeye dayalı manipülasyon faaliyetinden ibaret olduğu muhakkak. Ama PKK’nın propaganda faaliyetinin bu derecede başarı sağlayabilmesi öncelikle karşıt çalışmaların yokluğu veya eksikliği yüzünden.
***
Daha önce Afrin Harekatı’na karşı Batı kamuoyuna yönelik olarak yürütülen propaganda faaliyeti hakkında da aynı tespitleri yapmıştık... PKK’nın ve destekçilerinin yaydığı “Türk devleti, topraklarını işgal etmek için masum Kürt sivilleri katlediyor” yalanı muhatap bulabiliyorsa bunun sebebi -bugünkü konjonktürde Türk dış politikasının taşıdığı belirli sıkıntıların yanı sıra- meselelerimizi dünyaya anlatma konusundaki beceriksizliğimiz ve hatta isteksizliğimizdir.
Evet, Türkiye’nin Avrupa’yla, Amerika’yla, İslam ülkeleriyle ve Türk dünyasıyla ilişkilerinin on yıl öncesinden çok farklı olduğu ortada. Evet, durumun giderek daha da kötüye gittiği Barış Pınarı Harekatı’na gelen ve gelmeyen destek mesajlarından kolayca görülüyor. Ne var ki ABD’nin bir yandan, Rusya’nın öbür yandan siyasi hesaplara dayalı adımlar attıkları, Fransa gibi Avrupa ülkelerinin kendi stratejik hedeflerini kolladıkları, Körfez şeyhliklerinin tahtlarının “güvenlik kemeri” olarak gördükleri Suriye’de bizim ne aradığımızı dünyaya anlatamaz hale gelmek önemsenmeyecek bir sıkıntı değil. “Bütün dünya bize karşı birleşti” retoriği gerçeğe aykırı değil ama dünyanın bize karşı birleşmesini engellemek yolunda ne yaptığımız da önemli.
Mesela, bugün bizim için Suriye’deki en önemli konunun “bölücü terör örgütünün buradaki varlığı” olduğunu, kara propagandanın aksine Türk halkının terörün mağduru olduğunu anlatmaktaki başarısızlığımız övünülecek bir yanımız değil.