Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

PKK ve Türk solcuları (2) “Adam öldürmeyi oyun mu sandın?”

Halil Berktay, PKK’nın,Türk solunun yaşamadığı şiddetten dolayı, kanlı infazlara girişmemesinin yanında, onun(PKK) işin etnik ve “sömürge” boyutunu da ele elarak rakiplerini terör yoluyla sindirdiğinin altını çiziyor.

PKK ve Türk solcuları (2) “Adam öldürmeyi oyun mu sandın?”

[5-6 Mart 2025] Yılları Tek Parti yönetiminde, sonra gene yılları polis takibi ve dinlemesinde geçtiğinden derin savunma refleksleri peydahlamıştı; kendince çok hassas saydığı konularda, 1965 sonrasının sarhoş edici (ve kıymetini bilemediğimiz) özgürlük ortamında, hattâ evinde ve oğluyla dahi böyle müphemiyetlere başvuruyordu. “Onlar, berikiler” diye kastettiği Kürtlerdi tabii. Benim bütün bildiğim bir sınıf terminolojisiydi: sömürü, toprak, ağalık, yoksul köylülük, mütegallibe, tefeci-tüccar sermaye, rençberlik, yarıcılık, marabalık, ürün-rant, emek-rant. Emekçi sınıfların ayaklanması için bunlar yeter sanıyordum. Karşımdaki insan ise, 1925 Şeyh Sait ve 1937-38 Dersim isyanları da dahil, güçlü bir merkezî devlete karşı ayaklanmanın ne kadar özel şartlara bağlı olduğunu; böyle sınıf-ötesi koşulların Türkiye’de ancak ezilen ve kalabalık bir etnik grubun asabiyesiyle, kendine özgü iç dokusu ve dayanışmasıyla sağlanabileceğini bilerek, sezerek konuşuyordu. 

Tahmin ettiği gibi de oldu. Bir kere, Türk solu Kürt sorununun bilincine vardı. Daha doğrusu, tekrar bilincine vardı. Bir, çok uzun süre Kemalizmin gölgesinde yaşamışlardı. İki, bu en kritik meseleye el atmanın tehlikesinin farkındaydılar. Üç, gerilik, feodallik, ağalar, din, şeyhler ve aşiretler dışında bir Kürt realitesi düşünemiyorlardı (1). Ama bu zihniyet 1960’ların ikinci yarısında hızla değişmeye başladı. Örneğin Türkiye İşçi Partisi 1967 yılı içinde bir dizi Doğu Mitingi düzenledi: 16 Eylül’de Diyarbakır, 24 Eylül’de Silvan, 1 Ekim’de Siverek, 8 Ekim’de Batman, 15 Ekim’de Tunceli. Sonuncusu, 22 Ekim’de doğrudan doğruya Doğu Mitingi adıyla yapıldı. TİP’in Aybar, Behice Boran, Nihat Sargın, Kemal Burkay, Tarık Ziya Ekinci gibi önde gelen isimleri, Türk ve Kürtleri sınıfsal bazda ortak bir “bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm” mücadelesine çağıran yazı ve konuşmalarıyla, bu alandaki tabuların kırılmasında önemli rol oynadı.

Ama TİP bile bu yaklaşımın gerektirdiği dikkatli ve temkinli makuliyet içinde duramadı. Geçen yazımda anlatmaya çalıştığım gibi, her alanda aşırılığın tırmandığı, özellikle gençlerin “devrimin eli kulğında” fütursuzluğuyla davrandığı, çığrından çıkmış yıllardı. Nitekim Doğu Mitingleri’nin yanısıra yükselen sol gençlik hareketi de ister istemez Kürt gençleri içine çekti. Marksizm, devrim, sosyalizm, anti-emperyalizm ve silâhlı mücadele fikirleri, batıda aynı üniversitelerde okuyan Kürt gençler arasında da yayıldı ve bunlara, Kürtlere özgü hak talepleri eklendi. Gençlik “ultra”lığı TİP’in etkisinin önüne geçti (ve hattâ TİP’i de olumsuz etkiledi); Türk solunda yaşananlara tıpatıp paralel bir radikalleşme ve fraksiyonlaşma sürecine yol açtı. 1969’da, FKF’nin (Fikir Kulüpleri Federasyonu) ve sonra Dev-Genç’in (Devrimci Gençlik Federasyonu) karşılığı diyebileceğimiz DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) kuruldu. Ve gene aynen genç Türk solcuları örneğinde olduğu gibi, kendi içinden çeşitli hizip ve mahfiller çıkardı. Kawacılar, Şıvancılar, Beş Parçacılar, Komal, Rızgari, Özgürlük Yolu gibi gruplar oluştu. Kawa neredeyse kurulur kurulmaz (Maocu) Dengê Kawa ile (Enver Hocacı) Red Kawa arasında ikiye bölündü. Kürt radikalizminin zuhuru, Türk sol fraksiyonlarını da ek bir tırmanışa itti: kim daha Kürtçü olacak? Ankara’nın, İstanbul’un göbeğindeki mülti-fraksiyonel mitinglerde örgüt komiserlerinin işaretiyle Azadiya Kurdara (Kürtlere Özgürlük) diye bağırma yarışları başladı.

Bu ortamda, bir de Apocular vücut buldu. Ankara SBF’den ayrılan küçük bir grup genç, 1970’lerin başlarında gidip güneydoğuda yerleşti ve apayrı bir çekirdek olarak faaliyete geçti. İdeolojileri, Maoculuk ile Kürt milliyetçiliğinin bir karışımıydı. Kürdistan’ın sömürge olduğunu ve ancak kırsal alanda örgütlenen bir halk savaşıyla kurtulabileceğini savunuyorlardı. Çok orijinal değildi bu; bir bakıma, Mahir Çayan’ın “emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi” ve “gizli işgal” teorilerinin Kürt karşılığıydı. Ama etnik kimlik ve aidiyetlerinden sonuna kadar yararlanmalarını sağlıyordu. Gerilla heveslisi kesilen Türk gençlerinin Türk ortamında yapamadığı şeyi yaptılar: Kürt bölgesinde Kürt oldukları için tutundular. Bütün propagandalarını çok keskin bir Türk-Kürt ayırımı üzerine kurdular. Yerel ilişkileri sayesinde, başından itibaren barınma, saklanma, gizli çalışma olanağına kavuştular.

İkinci büyük avantajları, başka hiç kimsenin göze alamadığı, hattâ tahayyül edemediği boyutlarda şiddete, cinayete, öldürmeye, kan dökmeye yatkınlıkları oldu. Genişçe bir parantez açacağım bu noktada. Farklı ve çok üst seviyede bir şiddet kültürü ve örgütlenmesini temsil eden bir grup, buna hiç hazır olmayan, daha önce böyle bir şey görmemiş ve tanımamış ortamlarda giriverirse, ne olur bunun sonuçları? Böyle felâketler var tarihte. Ünlü Fin paleontologu Björn Kuerten (1924-1988), Dance of the Tiger (1978; Kaplanın Dansı) ve Singletusk (1986; Tekdiş) adlı prehistorik bilim-kurgu romanlarını, kendi hallerinde barış içinde yaşayan Neandertallerin ansızın çok daha savaşçı Homo sapiens’lerle karşılaşması üzerine kurmuş. 19. yüzyılda böyle gerçek bir olay Güney Pasifik’te, Yeni Zelanda açıklarındaki Chatham Adaları’nda yaşandı. Bu küçücük adaların o sıradaki sâkinleri, nüfusu 2000’i ancak bulan Moriori kavmiydi. Geçmişte kendi aralarında patlak veren kanlı çatışmalara karşı, 16. yüzyıl ortalarında tamamen barışçı bir yaşamı öngören Nunuku Yasası’nı benimsemişlerdi. Bunu içselleştirmiş, avcılık ve toplayıcılıkla geçiniyorlardı. Derken Yeni Zelanda’dan tüfekleri, topuzları ve baltalarıyla silâhlı iki Maori kabilesi geldi ve 1835-1863 arasının Moriori Soykırımı diye bilinen olayda, bu savunmasız halkın tam anlamıyla köküne kibrit suyu ekti. 1096’da Birinci Haçlı Seferi’nin Kudüs’e varışı da, İspanyolların Aztek (1521 Cortés) ve İnka (Pizarro 1532) imparatorluklarını yokedişi de böyle oldu. İlkinde Müslüman Araplar, ağır zırhlı Ortaçağ şövalyelerince; diğer ikisinde yerliler, conquistador’lar tarafından gafil avlandı. Şaşkına döndüler, çünkü bambaşka, tasavvurlarının fevkinde, hiç düşünemeyecekleri cüret ve acımasızlıkta bir savaş ve şiddet makinasıyla karşı karşıyaydılar.

Apocular da böyle bir etki yaptı, önce Kürt bölgesinde, sonra bütün Türkiye’de. THKO da, THKP-C de, Maocu ana akım da, bütün türevleri de bir bakıma sadece lâfını ediyordu halk savaşının. Hınçla (ve biraz melodramatik biçimde) sıkılmış yumruklar havalara kalkıyor, yeminler ediliyordu, evet. Kalaşnikoflar bayraklarda, armalarda yer alıyordu, evet. Ama herkes biliyor muydu adam öldürmek ne demektir? Herkes hazır mıydı, asker de olsa, polis de olsa, kim olursa olsun, hangi gerekçeyle olursa olsun, insan canı almaya? Katil olmaya – ve sonra bütün sonuçlarına katlanmaya? “Adam öldürmeyi, Hasan, oyun mu sandın / Mezar taşlarını, Hasan, koyun mu sandın / Drama mahpusunu, Hasan, evin mi sandın?” diyordu Balkanların ünlü eşkiya türküsü. Dâvâya bağlılık bu kadar güçlü müydü, mutlak mıydı genç Türk solcularının zihninde? Bırakalım devlet korkusunu; mânen, vicdanen buna yatkınlık söz konusu muydu?

Pek sanmıyorum. Ama işte bu, canalıcı yol ayrımıydı, Türk solculuğu ile Kürt solculuğu, ya da Kürt solculuğunun en ekstrem varyantı olarak Apocular (devamında PKK) arasında. Geriye bakınca çok net görülüyor ki, herhalde yaşadıkları özel etnik zulüm bakımından onlar çok hazırdı buna, daha 1970’lerin başları ve ortalarında. Türklerin hiç olmazsa parlamentosu vardı; sonra Atatürkçülüğün iyi kötü hâlâ süren ideolojik birleştiriciliği vardı. Kürtlerde ise yoktu hiçbiri. Kürdistan sömürge ise TSK da başka (emperyalist) bir milletin işgal ordusu demekti. Buna gerçekten inanıyor ve bu zeminde hınçlanıyorlardı. Şiddet örgütlerinin dışa karşı şiddet acımasızlığı ile içe karşı şiddet acımasızlığı elele gider. Bu kural tümüyle geçerliydi Apocular için, başından sonuna kadar. İlk andan itibaren Stalinist bir örgüt anlayışları vardı, en ufak otorite karşıtlığı, hiyerarşi karşıtlığı, ister içlerinde ister dışlarında farklı fikir ve çizgi olasılığı tanımayan. Nitekim devlete karşı dikey şiddetle değil, kendi çevrelerinde, Kürtler içinde, Türk-Kürt başka sol örgütlere karşı yatay şiddet kullanarak çıktılar yola. Gillo Pontecorvo’nun Cezayir Savaşı (1966) filminde vardır böyle bir motif. FLN, Cezayir kentinde ayaklanmadan önce kendine güvenli bir üs edinmek ister. Sığınabilecekleri ve asla ele verilmeyecekleri bir yer. Bunun için, “iç kale” anlamında casbah veya kasbah (kasaba) denilen Müslüman mahallesini, kendilerince şüpheli bütün unsurlardan temizlemeye koyulurlar.

Aynı şeyi Apocuların eylem çizgisinde de görüyoruz. PKK (Kürdistan İşçi Partisi), Öcalan ve en yakınındaki 21 kişi tarafından, 27 Kasım 1978 yılında Lice’nin Fis köyü veya mahallesinde kuruldu. 1978-1980 arasındaki ilk silâhlı eylemleri, önce başka sol örgütleri, 1979’dan itibaren de Siverek’te güçlü olan Bucak aşiretini hedef aldı. Dengê Kawa kurucusu Ferit Uzun’u da katlettiler bu çerçevede, çok sayıda Maocu TİKP’liyi de, Halkın Kurtuluşu mensuplarını da, başka solcuları da. Öldüre öldüre etraflarını temizlediler. Diğer sol örgütlere bölgeyi terkettirdiler. Kendilerine yer açtılar. Terör yoluyla bir alan hâkimiyeti tesis ettiler. Karşı durulmaz bir yerel otorite kurdular. Ancak 1984’tedir ki, Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla, devlete karşı büyük gerilla eylemlerini başlattılar. Bu dalga 1993’te doruğuna ulaştı.

Devamına ayrıca geleceğiz. Ama peki, Türk solcuları nasıl karşıladı bütün bunları?

——————–

DİPNOTLAR

(1) İsmail Beşikçi, Kürt sorununa duyarlı nadir bir Türk aydınıydı bu aşamada. Yapayalnızdı. Marjinal ve egzantrik sayılıyordu. Büyük bir entellektüel cesaret gösterdi. Akademik kariyerinden vazgeçti. Yıllarca hapis yattı. Geri adım atmadı. Saygıdeğer bir uyarıcı ve aydınlatıcı rol oynadı.



Anahtar Kelimeler: solcuları () öldürmeyi sandın?”

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER