Sait Alioğlu Yazdı;
Bundan önce, İran’da Cumhurbaşkanı olan İbrahim Reisi, birkaç görevli ile birlikte bir yurt gezisi dönüşünde meydana gelen helikopter kazasında vefat etmişti.
Ondan dolayı, anayasada belirtilmiş olduğu için, Reisi’nin yerine cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılması kararlaştırılmıştı.
Başkanın seçilmesi için yapılan müracaatlar sonucunda, Anayasayı Koruma Kurulu tarafından adaylar arasında bir seçme yapılarak altı isim belirlenmişti.
Bu isimlerden Said Celili ile Mesud Pezeşkiyan arasında geçen seçimin ikinci turunda kazanan Pezeşkiyan olmuştu.
Pezeşkiyan(*) bir tıp doktoru olup İran-Irak Savaşı’nda cephede görevli olarak bulunmuştu.
Bundan öncede Sağlık Bakan yardımcısı olarak devlette görevli idi.
Pezeşkiyan, Muhafazakâr değil, reformcu olup, seçildikten sonra yapmış olduğu konuşmasında reforma değinmiş ve ağırlığını o konuya ayırmıştı.
Onun bu durumu Türk kamuoyunda ve medyasında da tartışılmaya başlandı. Özellikle de AK Parti iktidarına yakın TV. Kanallarında onun reformcu yönü ile etnik kimliği de bu tartışmalar içerisinde kendine yer bulmuş oldu.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere İran’da Cumhurbaşkanlığı seçimini Azeri Türk’ü Mesut Pezeşkiyan kazanmıştı. Mensup olduğu mezhebi bir tarafa o kavim olarak herkesin bildiği üzere Azeri Türkü idi.
Normalde bu durum pek önemli olmamakla birlikte, Türkiye’den daha ziyade kavimler mozaiği olan İran’da hemen herkesin, ulusalcılık adına Fars olarak değerlendirilmeden, kendi kavmine nispeti söz konusu idi.
Tamam, bazı uygulamaları açısından oradaki yapıya “Fars ulus yapılanması/devleti” diyecek olsak da, oradaki anlam ile bizdeki anlamı birbirinden farklı idi.
Orada esas olan amilin Şiilik olduğu göz önüne alındığında, mezhep, her tür kavmi kimliğin önüne geçmiş sayılır.
Bunlara neden değindik ve bu yazıyı neden kaleme alma ihtiyacı hissettik?
O da şu; bugün(7.07.2024) birkaç muhafazakâr kanalda birçoğu da kelli, felli uzmanlar, Pezeşkiyan’dan bahsederken ona nispet olarak “Türk asıllı” ifadesini kullandılar. Bazıları da onu “Azeri” ifadesiyle andılar.
O,yani Pezeşkiyan Şii mezhebe mensup olup Azeri Türk’ü idi. Apaçık olan bu hakikati anlamadıkları, o da, kendilerini bu topraklarda hüküm süren ulusalcılığa kaptırdıkları için olsa gerek, başka bir toprakta yaşayan insanlara da aynı etiketi uygun görmüş oluyorlardı.
Buna rağmen, çoğu şu saptamayı da yapmazlık etmedi, O da, Pezeşkiyan Türk asıllı olduğu için, İran-Türkiye ilişkilerinde “bize yakın durur, bizi öncelerdi!”
Tamam, aklı başında bir başkan rasyonel davranırdı. Bu doğru, ama coğrafya şartları ile başında bulunduğu devlet ve mezhep bir araya geldiğinde, rasyonellik ile birlikte ülke çıkarları devreye girecek olsa, hemen herkesin yaptığı gibi Pezeşkiyan’ın da İran’dan yana taraf olması söz konusu olurdu.
Zaten, onun kendi ülkesi ve devleti için başka türlü davranması pek olası ve pek de reel olmazdı.
Bırakın “Şii” İran ile “Sünni” Türkiye’yi, geçmişe baktığınızda her ikisi de Sünni ve Hanefi ve “Türk” olan Osmanlı ile Memluklu ilişkilerinde dahi, ilişkiler, mezhep ve kavim aynılığı üzerinden olmayıp karşılıklı çıkar ilişkileri kalıbında gerçekleşmişti,
Kaldı ki, Pezeşkiyan Azeri olmakla birlikte, olası Azerbaycan-İran arasındaki ilişkilerde, iş, Pezeşkiyan tarafından mezhep, kavim ya da rasyonel çerçevede karşılıklı çıkar ilişkileri üzerinden mi yürüyecekti? Elbette ki, karşılıklı saygı, adalet ve çıkar üzerinden yürüyecekti.
Tarihte, bırakın İran’ın Farslığını, Şah İsmail gibi Türk olan biri kişinin yönetimindeki İran’la Osmanlı arasında var olan ilişkiler Türklükten ziyade mezhep farklılığı ve karşılıklı çıkar ilişkileri üzerinden vuku bulmuştu.
Günümüze geldiğimizde ve Pezeşkiyan’nın seçilmesi durumuna baktığımızda, bunun elbette başta İran olmak üzere bölge ülkeleri ile İran’ın olumlu, ya da olumsuz anlamda ilişkisi bulunan bölge ve dünya sathında devletlerle var olan ilişkisini de etkileyecektir.
Bundan da ziyade, reformcu yönü itibarıyla, reformculuk nasıl yürüyecek; muhafazakârlık ve var olan esası teşkil eden rejim karşısında, en azından kendi ülkesi için nasıl bir yol izleyip yöntem ortaya koyacak; bu da önemini koruyacaktır.
En başta bu seçim başta İran halkı ve ülkesi için olmak üzere bölgeye ve dünyaya etki edecektir. Bu etkinin hayırlı ve sağlıklı olmasını arzulamak ve istemek gerekir.
Bundan sonra, onun Türk asıllı bir cumhurbaşkanı olup olmaması pek önemli olmamakla birlikte, “bize uygun gördüğümüz” ulusalcılık gözlüğü ile başkalarına bakmamayı, olan biteni o şekilde değerlendirmemeyi esas almamız gerekir.
Bizim ulusalcılığımızda din sadece bir aparat, mezhep ise o aparatın bir parçası olarak, ona seküler temelli bir olgu adına işlev gördürülürken, orada din ve mezhep hem inancın bir parçası ve meşruiyet(yasallık) kaynağı olarak bir işlev görmektedir.
Sonuçta her ikisi de temelde dünyevi olmakla birlikte, kullanılan araçlar, görülen işler ve dil açılarından az da olsa farklılık içermektedir.
Türkiye’nin, dinin, ondan istenen işlevselliği ile birlikte “olumlu ve olumsuz anlamda” Batı ve Batıcılık açılarından var olan durumuna bakıldığında İran ile yapılacak bir kıyas elbette farkı sonuçlar verecektir.
Bunlar elbette, bazı farklı yönlerle birlikte İran içinde geçerlidir. Orada muhafazakârlık ile reformculuk arasında var olduğu düşünülen, farz edilen fark, pek o kadar da keskin olmayıp, rejim içi bir flu bir farka işaret etmektedir.
*)Pezeşkiyan Farsçada doktorlar anlamında olup; aslı olan Pıjişk kelimesinden gelmekte ve Kürtçede de “doktor” kelimesi ile aynı anlamda(Bıjişk) olmakta olup kelimenin aslının Ermenice olduğu ve orada da “bıjşk” şeklinde telaffuz edildiği de belirtilmektedir.