Peygamberimizin risaletinin özelliği (2)

Hayrettin Karaman- 03.06.2018

Peygamberimizin risaletinin özelliği (2)

İki özelliğini önceki yazıda açıklamıştık.

3. İnsanı, eşya ve kâinât içindeki müstesna yerine yerleştirmiştir:

 

Ebedî Risâletin getirdiği insan anlayışına göre o, ne tanrıdır, ne melektir, ne de hayvanlar zincirinin gelişmiş bir türüdür. Onu Allah Teâlâ insan olarak yaratmış, insan nev´ine mahsus vasıf ve kâbiliyetler, hak ve hürriyetler ile donatmış ve imtihan için ona dünya hayatını takdir buyurmuştur. İmtihan, kâbiliyet ve imkânları amaçlarına uygun ?başka bir deyişle ilâhî irâde ve rızâya muvafık? bir şekilde kullanıp kullanmamakla ilgilidir. Allah Teâlâ insana, kendi mülkünde tasarruf vekâleti vermiş, buna hilâfet demiş ve halife kullarına, peygamberleri vasıtasıyla talimât göndermiştir. Bu talimâta uyan, vekâlet ve hilâfeti (aynı mânâda emaneti) hakkıyle îfâ etmiş ve imtihanı kazanmış olacak, uymayan ise kaybedecek, hayat tecrübesini başarısızlıkla, mânevî ticâreti ziyân ile kapatmış olacaktır. Talimâta uymanın meyvası, imtihanı kazanmanın yanında, insan için mümkün ve mukadder olan kemal basamaklarını tırmanmak, nefsi tezkiye ve tasfiye ederek, arıtarak yüceltmek, Allah´a yakınlık devletine ermek, bu devletin hâsıl edeceği marifet ve yakîni elde etmektir.

4. Değerleri, araç ve amacı yerlerine koymuştur:

İnsanlığın maddî ve mânevî değerlerini, yaratılış amacının en önemli araçlarını tanıtmış ve korunması için etkili tedbirler almıştır. Bunlar ?Din, insan hayat ve haysiyeti, akıl, mal ve nesildir.? Yüzlerce âyet ve hadîs bu değerlerin tanınması ve korunması ile ilgilidir.

5. Ebedî Risâlet örnek cemiyet ve hukûk nizamını getirmiştir:

Sünnetullah (beşerî ve ictimâî hayatın kanun ve kaideleri) gereği insan, gerek yaşamak ve gerekse yükümlülüklerini yerine getirmek ve yaratılış maksadını gerçekleştirebilmek için küçükten büyüğe doğru sosyal gruplara muhtaçtır. Kur´ân-ı Kerîm´e göre bunları aile, yakından uzağa komşular (sokak, mahalle), akraba zümresi, bölge halkı, millet (kavim), ümmet ve insanlık şeklinde sıralamak mümkündür. Bu grupları oluşturan sosyal râbıtalar farklı olmakla beraber ümmetin râbıtası olan din ve kutsal dâvâ diğerlerine de hâkim gözükmektedir. Ailede içgüdü, sevgi ve dayanışma, diğerlerinde ihtiyaç, işbirliği ve işbölümü gibi sosyal râbıtalar vardır; Kur´ân?ı Kerîm bütün bu râbıtaları tabiî saymış, gerek zümre içi ve gerekse zümreler arası sosyal ilişkilerde din ve ahlâk prensiplerinin hâkim olmasını, ilişkileri bu prensiplerin yönlendirmesini istemiştir. Aileden insanlık dünyasına kadar bütün zümre ve cemiyetlerde hâkim olması istenen prensipleri beş maddede özetleyebiliriz: İnsanın değeri ve saygınlığı, adâlet, genel yardımlaşma, insanlara karşı merhamet ve dostluk, insanlığın lehine ve faydasına olanların kazanılması, aleyhine olanların ortadan kaldırılması.

Kaynağı vahiy, akıl ve tabii ihtiyaç olan İslam hukuku asırlar boyunca mensupları tarafından işlenmiş, geliştirilmiş, ictihad kapısı açık bulunduğu müddetçe ümmetin hukuk ihtiyacını, yukarıda özetlenen amaca uygun olarak karşılamıştır.

Sonuç:

Bütün bunlardan sonra dînin ve şeriatin geride kaldığını, tarihe malolduğunu ileri sürenlere sormak gerekiyor:

Tevhid mi gerçektir, şirk mi? Hurafeler ve cehalet mi tercih edilir, yoksa insanı yüceliklere doğru kanatlandıran gerçeğin bilgisi mi? İnsanı hayvanlaştıran; şehvet, maddî haz ve menfâat boyutlarına hapseden evham ve teoriler eskimemiş de, insanı kâinâtın gözbebeği yapan, onu ilâhî emaneti (hilâfeti) yüklenmeye ehil ve lâyık kılan İslâm imanı mı eskimiştir? Halk için diyerek halka rağmen yönetim mi insana yakışır, yoksa her biri yeryüzünün halifesi olan insanların, bu şuur ve sorumluluk duygusu içinde, içlerinden en âlim ve en faziletli temsilcileri seçerek, onları denetleyip tenkît ederek, gerektiğinde değiştirerek katıldıkları yönetim biçimi mi? Fuhuş mu iyidir, evlilik mi? Büyükleri ya hizmetçi olarak kullanılan, yahut da huzur(suzluk) evlerinde yalnız bırakılan sistem mi daha insanîdir, yoksa evlâdın ebeveyni, yakının yakını bağrına bastığı, başının üstünde tuttuğu, varlığını onlarla paylaştığı İslâm düzeni mi iyidir? Zengini daha zengin yapan, yoksulu köleleştiren faiz mi iyidir, âdil paylaşmayı, sosyal adâlet ve refahı getiren ortaklık mı iyidir? Ana-babayı, çocuklar var diye, mirastan mahrûm bırakan, kişiye etmediği borcu ödeten miras hukûku mu âdildir, kılı kırk yaran bir inceliğin ve adâletin dokuduğu ferâiz mi âdildir? Milyonların zararına fâhiş ve haksız kazanç mı iyi, herkesin hakkını gözeten helâl kazanç mı? Zayıfı, geri kalanı, bilmeyeni ezmek ve sömürmek mi iyi, bunların elinden tutup kaldırmak, haklarını teslim etmek mi? Hakkın gücü ve arkası olana verilmesi mi iyi, hak edene, lâyık olana verilmesi mi? Anarşi mi iyi, düzen mi? İnsanların din, renk ve pasaportlarına göre ?insan hakları bakımından? farklı muamele görmeleri mi iyi, eşitlik mi? Âdil paylaşma mı iyi, arslan payını elde etmek için didişme mi iyi? Sür´atle tecellî eden adâlet mi iyi, sürüncemede kalan dâvâ ve geciken adâlet mi iyi? Yaralayanı, öldüreni, çalanı, ırza tecavüz edeni hapishânelerde beslemek, sonra affedip suç işlemek üzere toplum içine salmak mı iyi, suçun işlenmemesi için gerekli bütün tedbirler alındıktan sonra suç işleyeni etkili ve caydırıcı bir şekilde cezâlandırarak adâlet ve güveni sağlamak mı iyi...?

Hâsılı gerçek mânâda ıslâhat ve millete hizmet öze, Ebedî Risâlet çizgisine dönmekle olur vesselâm!