ABD´nin kendi içindeki güç dengelerinin ona dış politikasında tutarsız ve güvenilmez bir görüntü verdiğini söylemiştik. Bu tutarsızlık ve güvensizlik zamanı geldiğinde her müttefikini bir şekilde vurur. O yüzden ona karşı korunmanın yolu olarak ABD içindeki dengelerden birine yanaşmak veya ona oynamak şeklinde oluyor ki, o da hiçbir zaman garantili olmayan ağır riskleri olan bir yol.
S. Arabistan´da, mesela bugünkü yönetimin tutuklayarak mal varlıklarını müsadere etmeye hazırlandığı prenslerin hepsi de ABD´de değişik çevrelerle yakın ilişkiler ve ittifaklar içindeler. Bu ittifakları belirleyen beklentiler ve vehimler gücün sadece ABD´de olduğu ve onunla ilişkilerin kendi varlıklarını ve geleceklerini temin edeceği vehmidir. Ancak bunun ne kadar kurtarıcı olamadığını veya bu güce ne kadar güvenilemeyeceğini Suudi Arabistan´daki durumdan daha iyi gösterecek bir örnek olamaz herhalde.
Beyaz Saray ile Pentagon arasında güvenlik ve dış politika konularına yaklaşımda farklılıkların iyice su yüzüne çıktığı görülüyor. ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanımız arasında gerçekleştirilen telefon görüşmesinin ardından yapılan açıklamalarda ABD´nin PYD/YPG´ye yapılan yardımı gözden geçirmeye karar verdiği ve bu terörist örgütlere artık silah gönderilmeyeceği ifade edilmişti.
Ancak bir gün geçmeden Pentagon´un Trump´ın bu yaklaşımını yalanlayan haber geldi. Diğer bir deyişle ABD Başkanı yani yürütme bir karar alıyor ancak askerî bürokrasi yürütmenin aldığı kararı uygulamamakta direniyor.
Bu durum ABD´de karar verme mekanizmalarındaki adı konulmamış krizin dışa vurumundan başka bir şey değil. Trump yönetiminin Türkiye´ye verdiği taahhüdü yerine getirip getirmeyeceğini zaman gösterecek ancak Beyaz Saray ile Pentagon arasındaki krizin ilerleyen dönemde daha da büyüme potansiyeli taşıdığını şimdiden söylemek mümkün.
Zira karar verme mekanizmalarındaki bu görüş ayrılığı konjonktürel birtakım gelişmelerden değil ABD dış politikasına ilişkin çok daha yapısal meselelerden kaynaklanıyor. Belki tali birçok meseleden bahsedilebilir ancak Trump´ın dış politika perspektifine ilişkin hassaten iki başlık ön plana çıkarılabilir.
Beyaz Saray ve Pentagon arasında beliren görüş farklılıklarına sebep olan ilk başlık ABD´nin İran politikası. Hatırlanacağı üzere Trump seçim kampanyası boyunca Obama´nın İran politikasını eleştirmiş ve görevi devralması halinde Obama´nın İran´la vardığı nükleer uzlaşıdan çekileceğini ilân etmişti. Hatta bu sebeple Trump´ın seçim kampanyası İsrail ve S. Arabistan tarafından büyük bir heyecanla desteklenmişti.
Ancak Trump yönetiminin İran konusunda ABD askerî bürokrasisini ikna etmede çok da başarılı olduğu söylenemez. Zira özellikle Pentagon, İran´a karşı izlenecek daha agresif politikaların Suriye ve Irak´ta DEAŞ´a karşı yürütülen mücadelede ABD´yi zaafiyete uğratabileceği kanaatindeler.
Bu çekinceleri hem Suriye´de hem de Irak´ta sahada İran´ın ABD´den daha güçlü olduğu değerlendirmesine dayanıyor. Pentagon yönetimi İran´a karşı izlenecek agresif politikalar dolayısıyla Irak ve Suriye´de İran destekli grupların ABD güçlerine saldırabileceği ve ABD´nin daha ciddi kayba uğrayabileceği konusunda Trump yönetimini uyarıyor. Daha da ötesi bu konuda Beyaz Saray´ın aldığı kararları uygulamama, yavaşlatma yönünde tepki verdikleri gözleniyor.
Beyaz Saray ve Pentagon arasındaki anlaşmazlık konularından bir diğeri Avrupa ile ilişkiler. Trump Başkanlık kampanyası esnasında Avrupa ülkelerinin NATO´nun harcamalarına katkısının yeterli seviyede olmadığını, NATO´nun gözden geçirilmesinin gündeme gelebileceğini belirtmişti. Trump´ın bu yöndeki sert açıklamalarını bir fırsata çevirmek isteyen AB ise otonom bir askerî güç tartışmalarına yeniden başlamıştı.
Aslında 1990´lı yılların başında da benzer bir süreç yaşanmış, AB, NATO bünyesinde olacak bir askerî güç için çalışmalar yürütmüş, çeşitli belgeler yayınlamıştı ancak ABD´de, daha doğrusu Pentagon´da AB´nin otonom bir güce sahip olmasının NATO´da bir zafiyet yaratabileceği kanaatinin baskın hale gelmesi sonrasında AB´nin otonom askerî güç tasarısı rafa kaldırılmıştı.
Gelinen noktada Beyaz Saray ile Pentagon arasında Transatlantik ilişkilerin bugünü ve geleceği konusunda belirgin bir fikir ayrılığı göze çarpıyor. Aslında bunun oldukça basit sebepleri var. Avrupa´da on binlerce ABD askeri NATO Antlaşması çerçevesinde yerleşmiş durumda. Örneğin sadece Almanya´da yerleşik 50 binden fazla ABD askeri bulunuyor. Yine Avrupa sathına yayılmış onlarca NATO üssü söz konusu. Özellikle eski Doğu Bloku ülkeleri NATO ve ABD´nin Avrupa´da daha fazla sorumluluk alması gerektiğini dile getiriyorlar. Mesela geçtiğimiz yıl Polonya Cumhurbaşkanı Andrezj Duda Avrupa´daki tüm NATO üslerinin silahlandırılması gerektiğinden bahsetmişti.
Kısacası Pentagon, oldukça stratejik bir askerî varlığın Trump tarafından şımarıkça harcanmak istendiğini düşünüyor. ABD´nin uzun bir süreç sonucunda elde ettiği bu türden askerî kazanımların kaybedilmesi veya Suriye ve Irak´ta askerî anlamda Pentagon´u zor durumda bırakabilecek tasarruflar konusunda askerî bürokrasi seçilmişlerle aynı düşünmüyor. Ve dolayısıyla Pentagon ve Beyaz Saray arasında kriz potansiyeli güçleniyor.
ABD´nin bu çaptaki askeri varlığını ve etkinliğini temsil eden Pentagon´un ABD dış politikasında doğal olarak sahip olduğu etkinlik hasbelkader seçilmiş bir başkan tarafından ne kadar değiştirilebilir?
Muhtemelen ilk seçildiğinde Pentagon´un ABD gerçeği içindeki bu etkinliğe yeterince vakıf olmayan Trump´un Pentagon´la ters düşen politikalarda ne kadar ısrar edebileceği veya ne zaman tam olarak ona teslim olacağı merakla beklenebilir.