Fiziksel şiddet dünyada da, ülkemizde de sosyoekonomik statü, kültür ve eğitim düzeyinden bağımsız olarak seyrediyor. Türkiye’de kadın nüfusunun %44’ü fiziksel şiddete ve tacize maruz kalıyor. Fiziksel şiddete ilişkin yaygın kabullenme nedenlerinin başında ekonomik sebepler geliyor. (Hacettepe Üniv. Nüfus Etütleri Enst & Türkiye İstatistik Enst. 2008-2009 Araştırması)
Ne uluslararası yasaların geliştirilmesi, ne şiddetten koruyucu mekanizmaların artması, ne eğitim ve farkındalık seviyelerinin yükselmesi, ne sığınma evlerinin sayılarının artması, ne de elektronik kelepçeler şiddeti önleyici olamıyor. Peki neden? Şunu kabul etmek gerekiyor ki biz bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz. Şiddetin kökeni nedir? Psikiyatristlerin işin içine dahil olduğu ciddi araştırmalar gerekiyor.
Son 20 yıldaki “kadına yönelik şiddete sıfır tolerans” politikasına, önleyici tedbirlerin dünya örneklerinden yola çıkılarak yerel dinamiklerle birleştirilip uygulanmasına, çıkan onlarca yasaya, açılan yüzden fazla sığınma merkezine, uluslararası standartlarda geliştirilen yasalara rağmen kadına yönelik şiddet ve özellikle de cinayetler önlenemiyor? Tedbirlerin çok işe yaradığına ve toplumsal bilinci yükselttiğine gönülden inanan birisi olarak “eksiğimiz nedir” buna bakmak gerektiği kanaatindeyim.
Her şeyden önce bu konuda yıllara göre değişimi görebileceğimiz tekrarlanan kapsamlı bir araştırmamız yok. Katillere ve kurbanlara ilişkin profil çalışmamız yok. 2000’li yıllarda töre cinayetleri bu konuda temel argümandı. Töre cinayetlerini önlemek kuruluşundan itibaren Ak Parti siyasetinin temel politikalarından birisi oldu. Meclis araştırmaları, yayınlanan genelgeler, eğitimden sağlığa gelişmelerle bu sorun kısmen önlendi. Sezen Aksu’nun Güldünya şarkısı olayı çok iyi özetler:
“Canım abim vurma beni. Bu dünyadan alma beni. Dökülür mü kardeş kanı
Bir karında yatmadık mı. Bir anadan doğmadık mı
Bi memeden doymadık mı. Binbir yarayla. Tek bir kurşunla. Gitti Güldünya”
“Neden cinayet işliyorlar” sorusuna o zaman verdiğimiz cevap; feodal yapılar, töreler, geleneklerdi. Bugün bu soruya aynı cevabı vermiyoruz. Olayın bütünün görmek için bir şeyler yapmak gerekiyor. Kötülüğün değişen sebeplerini görmek, tedbirleri o sebepleri yok ederek oluşturmak gerekiyor.
Konuya bütünsel olarak bakmazsak, herkes kendi ideolojik penceresinden boşa gevezelik edip duracak. Ölümlere mani olamayacağız. Teklifim sol, sağ, aşırı sol, aşırı sağ herkese birden. Eğer nekrofil değil iseniz, eğer yaşatmayı hedefliyorsanız, herkesin birbiri hakkındaki önyargılarını bırakıp bu konuda ortak bir masada buluşması gerekiyor. Ama tabii ki kendi haklılığımızı ispat için değil ölümleri önlemek için.
EĞER YAŞATMAYI HEDEFLİYORSAK…
Karşı cepheler kurup çekişmek çözüm getirmiyor. Aileyi savunanlarla kadını savunanlar birer ideolojik taraf haline geldi, ideolojik hale geldiği için de bu konu gerçeklerden kopuyor. “Aileyi korumak” diyene de “kadını korumak” diyene de kazandırıyor. İki taraf da bu konuyu konuşarak kariyer yapıyor. Konuşarak sözünün altını çizmek istiyorum.
Eğer yaşatmayı hedefliyorsak “kadına karşı” ayrım yapmadan, “şiddet şiddettir” deyip bütün olarak bakmak mı gerekiyor? Kadına karşı şiddet bir battaniye gibi neleri örtüyor? O battaniyeyi çektiğimizde şiddete dair ne göreceğiz?
Ailenin kıymet kaybetmesi ve yeni çıkan yasaları bir sebep olarak ileri sürenlerin iddialarında haklılık payı var mı? Ya da kadını koruyucu yasaların artırılması daha doğru diyenlerin ileri sürdükleri iddialar mı çözümü sağlayacak. Yaşatmaya odaklanarak onları ve tüm önerileri dinlemek ve uygulamak bize ne kaybettirir? “Karalamaya” değil yaşatmaya odaklanarak konuşabilmekten söz ediyorum. Bu konuda en feministinden en anti feministine herkesin bir araya gelip birbirini dinlemesinden ve konuşabilmesinden söz ediyorum.
“Ne oluyor” sorusu büyük bir araştırmanın konusu olmalı ve suçlu profili çıkarılmalı.
Sebeplerin içinde belki hiç aklımıza gelmeyen konular çıkacak. Belki de işin temelinde kapitalizmin metalaştırdığı insan var. İnsanlar metalaştığı zaman, eğer ihtiyacınızı karşılamazsa ona her şeyi yapabilirsiniz! Arabalarına karılarından daha çok değer veren erkekler nasıl büyüyor? Cinsellik meselesi cinayetlerde nasıl rol oynuyor? Şiddet artışı hayattan kopuşun sonucu olabilir mi? “Ya benimsin ya toprağın” diyen aşık tiplemesi nasıl bir aileden çıkar, nasıl bir toplumda büyür gelişir?
Meselenin diğer tarafında ekonomik sebepler var. Üniversitelerin yaptığı bir iki araştırma ekonomik sebepleri yüksek oranda gösteriyor. Çağın değişmesiyle birlikte erkeklerin toplumdaki önder pozisyonları giderek zayıflıyor. Ekonomik olarak pozisyon kaybı cinayetlerde ne kadar etkili? Cinayet işleyenlerin sağlıklı olmadıkları ortada. Sadizm bir sebep olarak nasıl güçleniyor?
Katilleri azmettirenler kimler, ortak kimlikleri nedir sorusuna ilave olarak Alev Alatlı’dan alıntıyla “şiddetin altındaki ölüsevici patolojiyi görmek gerekir…” diyerek bitirmek istiyorum…
Şiddete bütün bakmak gerekiyor. Kahırlanmak yerine çözüme odaklanalım.