Patlama Lübnan siyasetinde bir milat olabilir

Patlama öncesi siyasi ve ekonomik tablo hiç iç açıcı değildi. Patlamayla birlikte Başbakan Diyab’ın da ifade ettiği gibi içeride “büyük bir imtihan verilecek” ve bu, siyaset sahnesinde kimlerin silineceğini gösteren süreç olacak.

Patlama Lübnan siyasetinde bir milat olabilir

İç savaş geçirdiler, Suriye’nin müdahalesine, İsrail bombardımanına maruz kaldılar, siyasi suikastlarla sarsıldılar ama böylesi bir felaketi daha önce hiç yaşamadılar. Lübnan halkı, Beyrut limanındaki korkunç patlamayla benzeri görülmemiş bir felaket yaşıyor.

Lübnanlı yetkililerin yaptığı resmî açıklamalara göre Beyrut Limanı’ndaki patlamaya bir depoda bulundurulan 2 bin 750 ton amonyum nitrat sebep oldu. Patlamadan sonra yaptığı açıklamada Başbakan Hassan Diyab “Sorumlular cezalandırılacak” dese de sorumluların kim veya kimler olduğuyla ilgili ulusal ve uluslararası kamuoyundaki şüpheleri gideremedi. Bu olayın bir saldırı olabileceği ve deponun Hizbullah’a ait olduğuna dair iddialar bir yana, bu kadar fazla patlayıcı maddenin yerleşim yerlerine bu kadar yakın bir depoda tutulmasını şüpheli bulanların sayısı da epey fazla. Nitekim Beyrut Limanı müdürünün konuyla ilgili “Gümrük İdaresi bu patlayıcı maddelerin limandan çıkarılması için yetkili mercilere başvurdu, ancak altı yıl boyunca herhangi bir cevap alınmadı” demesi doğrudan bir isim vermese de sorumluluğun kendilerini aşan bir makama ait olduğunu ima ediyor. Patlamanın ardından resmî açıklamanın geç yapılması medyada ciddi şekilde bilgi kirliliğine de neden oldu. İlk gelen görüntülerin havai fişek patlamasına benzetilmesine rağmen patlamanın yıkıcılığının ilerleyen saatlerde çok daha net anlaşılmasıyla bunun bir saldırı olduğu iddiaları öne çıktı. Nihayetinde resmî açıklamalar reddetse de patlamanın kazadan ziyade sabotaj olduğu fikri hâlâ hâkim görünüyor.

Patlama öncesi Lübnan’da siyaset ve ekonomi

Lübnan’ın patlama öncesindeki uzun süreç boyunca yaşamakta olduğu ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunların anlaşılması, ülkenin bu patlamadan ne kadar zarar gördüğünü ve göreceğini de kestirmek açısından önem arz ediyor. Lübnan zaten bir süredir tarihinin iç savaştan bu yana en büyük ekonomik sorunlarıyla boğuşmaktaydı. Geçmişte Orta Doğu’nun finans başkenti, güçlü bankacılığın merkezi olarak kabul edilen Beyrut, insanların hesaplarındaki 100 doları çekebilmek için bile bankaların önünde uzun kuyruklar oluşturduğu bir ülkeye dönüşmüştü. Küresel ve bölgesel krizlerden etkilenen kırılgan ekonomik yapısıyla Lübnan, özellikle Suriye iç savaşının etkilerini doğrudan yaşamış ve döviz rezervlerinin tükenmesi, para biriminin aşırı değer kaybetmesiyle hem maddi hem de manevi bir buhrana sürüklenmişti.

Geçtiğimiz yılın Ekim ayında hayat pahalılığına karşı başlayan gösteriler ülkede bir hükümet değişikliğine sebep olsa da yeni gelen hükümet de sadra şifa bir çözüm sunamaması sebebiyle eleştiri oklarının hedefi oldu. Lübnan, ekonomik kriz, siyasi elitlere yönelik tepkiler, bölgesel düzlemde kronikleşmiş Hizbullah-İsrail gerginliği ve küresel boyuttaki salgının etkisiyle Beyrut Limanı patlamasından çok önce zor günler yaşamaya başlamıştı. Kovid-19 salgınının ardından ekonomi ve siyaset kaynaklı gösteriler göreceli olarak azalsa da özellikle salgınla birlikte ekonomik koşullar daha da kötüleşti. Zira Lübnan’ın ekonomisi ekseriyetle hizmet sektörüne ve turizme dayanıyor. Ülkedeki malların önemli bir çoğunluğunun ithal olması, dolarla alım gücünün tükenmesi sebebiyle iç piyasada yaşanan ürün yokluğu ve şişirilmiş fiyatlar sebebiyle insanlar hijyen ürünleri ve en temel ihtiyaç olan ekmeğe bile ulaşmakta zorluk yaşıyorlar. Buna bir de yerli sermayenin ülkeden peyderpey çıkması, yerel para biriminin Merkez Bankası’nın bütün müdahalelerine rağmen karaborsada dolar karşısında sürekli düşüş göstermesi ve kamu borçlarının 90 milyarın üstüne çıkması da eklenince Lübnan ekonomik açıdan iflas noktasına geldi. Kredi almak için Uluslararası Para Fonu’yla (IMF) görüşmeler yürüten ancak bir sonuç alamayan Lübnan, enflasyon oranının 30 günde yüzde 50 oranında artmasıyla Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da hiperenflasyona giren ilk ülke oldu.

Ekonomik sorunların sebep olduğu grevler ise şehir hayatını ciddi şekilde etkiledi. Atık toplama şirketlerinin çalışanlarının yaptığı grevler sebebiyle çöplerin toplanamaması atıkların yol kenarlarında birikmesine sebep oluyor ve şehir sağlığını tehdit ediyor. Çöp toplama şirketi Ramco’nun müdürü Velid Saad “Hükümet bir çözüm sunmadığı için her ay bir çöp krizi yaşayacağımızı düşünüyorum” diyerek aslında çöp krizinin müsebbiplerinin siyasetçiler olduğunu belirtiyor.

Dış yardım meselesine gelince Beyrut Amerikan Üniversitesinden Siyasal Bilimler profesörü Hilal Khashan durumu şu ifadelerle özetliyor: “Batılı ülkeler yardım yapma şartı olarak reform öne sürüyor. Körfez ülkeleri ise yardım şartı olarak Hizbullah’ın dizginlenmesini istiyor. İktidar ise ikisini de yapmaktan aciz.”

Hassan Diyab hükümeti “topal ördek’’ mi?

Hizbullah’ın da dahil olduğu Suriye yanlısı bloğun ülkedeki kronikleşmiş mezhepsel, siyasal ve ekonomik sorunlara somut bir çözüm bulamaması, Lübnan’da sıkça gerçekleşen hükümet krizini tekrar tetikledi. Başbakanlık görevini üstlenen Hassan Diyab’ın Hizbullah’la arasına mesafe koyamaması ve Hizbullah’a mesafeli olan Sünnilerin bu hükümette yaşadığı temsiliyet sorunu, hükümetin uzun ömürlü olmayacağının sinyallerini veriyordu. Protestolar sebebiyle başbakanlık görevinden istifa eden Saad Hariri başta olmak üzere birçok etkili Sünni ismin Hassan Diyab’ı sert bir şekilde eleştirmesi ve Diyab’ın ikna edici olamaması sebebiyle özellikle Sünni kesimin hükümete yönelik bakış açısı daha da olumsuzlaştı. Hükümet dışından olduğu kadar içeriden de ciddi itirazların olduğunu Dışişleri ve Göçmen İşleri Bakanı Nassif Hitti’nin istifası gösterdi. Hitti’nin istifa gerekçesi olarak “görevini yerine getiremediğini” öne sürmesi, hükümet içindeki çatlağı da gün yüzüne çıkardı. Bu bağlamda Ketaib Partisi başkanının Hitti’ye istifa hususunda verdiği destek özellikle Hristiyan partileri arasında hükümete desteğin azaldığını ortaya koyuyor. Hükümete yönelik bir diğer eleştiri de Maruni Patriği Beşara er-Rai’den geldi. Er-Rai, hükümetin tarafsızlığını kaybettiğini ifade ederek ülkedeki krizlerin çözümüne ilişkin “tarafsızlık” vurgusu yaptı.

İsrail-Hizbullah gerginliği: Kim kazandı?

Patlamanın öncesinde Lübnan yerel kaynakları İsrail’in sıklıkla Lübnan hava sahasını ihlal ettiğini ve Hizbullah’ın İsrail’e ait bir insansız hava aracını düşürdüğü aktardı. Hemen akabinde İsrail’in Lübnan sınırına ciddi bir askeri sevkiyat yaptığı haberleri yeni bir İsrail-Hizbullah çatışması mı başlayacak endişesine sebep oldu. Hizbullah kaynakları drone düşürme iddialarını reddetse de İsrailli yetkililer Hizbullah’ı suçlayan açıklamalarda bulundular. Bu gergin ortamda İsrail’de Binyamin Netanyahu karşıtı gösterilerin devam etmesi, Netanyahu’nun Hizbullah’la yaşanan gerginliği içerideki baskıyı azaltmak için kullanıldığı yorumlarına sebep oldu. Prof. Khashan Hizbullah’ın İsrail karşısında işinin zor olduğunu ve misilleme yapsa da yapmasa da kendisini eleştirecek ciddi bir kitlenin var olduğuna değinerek Hizbullah’ın ikilem içinde olduğunu belirtiyor. İsrail’in Lübnan sınırına yönelik düzenlemeyi planladığı kapsamlı askeri tatbikatı iptal etmesi ve sonrasında Beyrut Limanı’nda yaşanan patlama dikkat çekici. Akla doğrudan bir çatışma yerine sabotaj ihtimalini getiriyor. İsrail cephesi patlamanın ardından olayla ilgilerinin olmadığını ivedilikle açıklasa da İsrail ordu sözcüsünün Arapça Twitter hesabından 23 Temmuz 2019’da yaptığı bir paylaşımda dönemin başbakanı ve dışişleri bakanını etiketleyerek Refik Hariri Havaalanı ve Beyrut Limanı’nın Hizbullah-Suriye ve İran hattındaki silah akışı için kullanıldığını söylemesi ve yetkilileri bu hususta uyarmış olması dikkatlerden kaçmadı.

Patlama Lübnan’da siyasal değişime sebep olabilir

Beyrut patlaması öncesi Lübnan’daki siyasi ve ekonomik tablo yukarıda da görüleceği üzere hiç iç açıcı değildi. Patlamayla birlikte Başbakan Hassan Diyab’ın da ifade ettiği gibi içeride “büyük bir imtihan verilecek” ve kimlerin siyasi sahnede kalıp kimlerin silineceğini de gösteren bir süreç olacak. Hizbullah’ın limanı kontrol ettiği iddiası ve patlayıcı dolu depoyla bir alakası olduğu eğer somut verilerle desteklenir ve soruşturma dosyasında yer alırsa bu Hizbullah açısından epey sıkıntılı bir sürecin başlaması demek. Siyasal açıdan hükümet değişimine yol açması muhtemel olan bu patlama, ekonomik açıdan ise yeniden inşa sürecinin dış yardımlar üzerinden yürütülmesini zorunlu kılacak. İran bu dönemde yeterli maddi desteği sunamazsa İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan karşısında etkisini kaybedebilir ve müttefiki Hizbullah’ın zayıflamasına sebep olabilir. Hizbullah’la ilgili olarak bir diğer önemli mesele de uluslararası mahkeme tarafından Refik Hariri suikastının faillerinin tespitiyle ilgili nihai kararın açıklanması. 18 Ağustos’ta açıklanacak nihai kararda eğer mahkeme, yargılanan Hizbullah üyelerine “Refik Hariri suikastını düzenleme” suçundan ceza verirse hem Hizbullah hem de Hizbullah’ın desteklediği Diyab hükümeti ülke içinde ve dışında meşruiyet krizi yaşayabilir.

Son olarak bu dönemde Lübnan’daki bölgesel rekabetin etkileri “yardım” meselesiyle öne çıkacaktır. Halk açısından ise daha önce sıkça dile getirilen mezhepsel sisteme yönelik itirazların patlama sonrasında daha da şiddetlenmesi bekleniyor. Zira sistemin bu haliyle siyasal elitlerin Lübnan’ı felakete sürüklemesine sebep olduğu düşüncesi şimdiden dillendirilmeye başladı. Lübnan’ın önde gelen gazetelerinden An-Nahar, patlamayla ilgili haberi “Başarısız devlet kendi kendini vurdu” başlığıyla verdi. Yaşanan bu büyük tahribattan sonra Lübnan’ın tekrar ayağa kalkabilmesi ise içerideki siyasi değişimin yumuşak bir şekilde gerçekleştirilmesiyle mümkün.

[Gazetecilik, Orta Doğu ve Afrika çalışmaları alanlarında lisans üstü eğitim gören Zeynep Karataş düşünce kuruluşları için Suriye ve Lübnan üzerine raporlar yazmaktadır]

Kaynak: dunyabulteni.net